"Sultangazi'de 'Rabia'nın dört parmağı kaç pare, onu sormak lazım"

"Sultangazi'de 'Rabia'nın dört parmağı kaç pare, onu sormak lazım"

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, İstanbul'un Sultangazi ilçesinde Suriyeli ve Afgan sığınmacılar ile mahalle sakinleri arasında yaşanan kavgayla ilgili olarak "AKP iktidarı Suriyeli sığınmacıları, bu çaresiz insanları bir yandan Batı’ya karşı koz olarak kullanıp araçsallaştırırken içeride de onlar üzerinden laik kesimlere karşı tehdit izlenimi bırakacak işler yaptı" dedi. Atay, "Sonuçta şimdi Sultangazi’de 'Rabia'nın dört parmağı kaç pare, onu sormak lazım" ifadesini kullandı. 

Tayfun Atay'ın "İslamofobi, etnofobi, ümmet, asabiyet ve insanlık" başlığıyla yayımlanan (17 Mayıs 2017) yazısı şöyle:

İstanbul Sultangazi’de ve Mersin’de Suriyeli, Afganlı göçmenlerin adının karıştığı kanlı olaylar yalın kat ele alınamaz; çok katmanlı ya da eksenli değerlendirmek durumundayız. Yine de en kestirme eksen, “etnofobik” dinamik.

Sultangazi’deki olay kızlara laf atmadan, Mersin’deki ise gürültüden çıkmış. Bunlar bu ülkede Suriyeliler, Afganlar olmadan da sıklıkla karşımıza çıkan hadiseler. Ama içinde etnik faktör olunca işin rengi değişiyor.

Suriye krizinin bir parçası olarak iktidarın Avrupa’yı da bağlayıcı şekilde izlediği hesaplı ve hesapçı sığınmacı politikası ve 3 milyon küsur Suriyelinin aramızdaki varlığı, gündelik hayatın içinde karşımıza çıkan bu olaya ister istemez eklemleniyor.

Ve tepkiler, “etnofobik” içerik kazanıyor.

Mahalle sakinlerinin sözlerinden bu, bariz şekilde fark edilmekte:

“Afgan uyruklu kişiler kalıyor burada. Iraklı, Suriyeli, Pakistanlı, İranlı kişiler. Bütün mahalle muzdarip bu kişilerden. Sokağa çıkamaz olduk. Her gün bir olay oluyor. Her gün hırsızlık, pislik… Burada kavga olmuş, Ramazan kardeşimiz de müdahale etmiş. Onlar da bıçaklamış. Daha sonra gençler Afganların kaldığı bu yerleri bastılar. Zaten bütün binaların altında onlar kalıyor.”

Sonrasında ölen kişinin cenazesinde sokaktan geçen Afgan bir gence linç girişimi, çevik kuvvetin olaylara müdahalesi ve göçmenlerin kamyonlara bindirilerek mahalleden tahliye edilmesi…

***

Şimdi bir başka eksene geçelim!..

Bu ülkeye Suriyeli mülteci akınının önünü açan iktidar politikası karşısında en yüksek perdeden tepki verenlerin genelde laik muhalif kesimler, küçümseyici, aşağılayıcı deyişle “Beyaz Türkler” olduğu ileri sürüldü hep. Ve bu kesimler “insanlık” adına kınamaya uğratıldı.

Diğer taraftan en açık örneğini 30 Mart 2014 yerel seçimleri sonrası balkon konuşmasında gördüğümüz üzere “Bu millet, ümmetin umududur” denilerek dindar-muhafazakâr kesimlere de İslam dünyasında liderlik adına bu politika benimsetilmeye çalışıldı.

Hatta bu plansız-programsız, ölçüsüz ve kontrolsüz sığınmacı politikasına eleştirileri neredeyse “yerli İslamofobi” örnekleri olarak kötülemeye vardı iş…

Ancak Sultangazi’deki hadiseyi İslamofobi değil, bir “etnofobi” örneği olarak nitelendirmekteyiz! Acaba neden?..

Çünkü Sultangazi, AKP’nin kalesi mahiyetinde bir ilçe. Yüzde 60’a yakın oyla belediye AKP’de. Son referandumda da yüzde 61 evet çıkmış.

Burası İslamofobinin değil “İslamofili”nin (İslam-severliğin) mekânı… Zaten Suriyeli sığınmacıların İstanbul’da en çok bulundukları muhitler hep dindar-muhafazakâr ağırlıklı ve AKP yönelimli belediyelerde: Fatih, Başakşehir, Küçükçekmece, Sultangazi, Üsküdar, Ümraniye, Pendik…

O yüzden karşımızdaki olayı “İslamofobi”ye dayalı açıklamak mümkün değil.

***

AKP iktidarı Suriyeli sığınmacıları, bu çaresiz insanları bir yandan Batı’ya karşı koz olarak kullanıp araçsallaştırırken içeride de onlar üzerinden laik kesimlere karşı tehdit izlenimi bırakacak işler yaptı. Neredeyse bir tür “nüfus mühendisliği” çabası sergilendi: Vatandaşlık verme, 3 milyonluk bir yeni oy potansiyeli var etme ve böylece laik/seküler toplum segmentini daha da minimalleştirme, erittikçe eritme!..

Kimilerine paranoya gibi gözükse de bu tür kanaatler toplumun belli kesimlerinde hanidir dolaşımda bu ülkede.

Ama bakın şimdi en ummadık yerde, denilebilir ki “ümmet” idealizasyonuna en fazla karşılık beklenebilecek bir kültürel iklimde neler oluyor:

“Pazar günleri ailemizle parklara gidip oturamıyoruz. 20-30 kişilik gruplar halinde oluyorlar, geldiğinizde sanki bir Arap ülkesinde kendinizi buluyorsunuz.”

Sığınmacılara yönelik böyle konuşanlar, İzmir’in, Muğla’nın, Bodrum’un, Marmaris’in tuzu kuru, laik “Beyaz Türkler”i değil…

Bunu diyenler, Sultangazi’nin dini bütün muhafazakârları!..

***

İslam, soy-sop kabile dayanışması, yani “asabiyet” karşısında, inanç temelli kardeşlik, yani “ümmet” dayanışması önererek çıktı ortaya.

Ne var ki Peygamber ölür ölmez, daha cenaze ortadayken kabile asabiyeti ümmet mensubiyetinin içinden sökün etti, onu böldü, parçaladı. (Buradaki “asabiyet”i sinirlilik anlamına gelenle karıştırmayalım!)

Tarih boyunca hep buna tanık olundu. Hilafet bile “İttihad-ı İslam”ın (İslam birliği) değil “İhtilaf-ı İslam”ın (İslam çekişmesi) önünü açan bir simge ve kurum oldu. İslam birliği hep ideal olarak kaldı. Pratikte ise etno-kültürel temelde müminin mümine münkir etmedi ettiğini!..

***

Hâl böyleyken dünyada “ümmet”e referansla kendi “millet” bütünlüğünü riske atan ve dışarıdaki “Müslüman”ı içerideki laik vatandaşına tercih etme noktasına varan kaç ülke yönetimi var, bilmiyorum. Ama bir tanesini bu topraklarda Gezi olaylarından başlayarak ve onunla eşzamanlı seyretmiş

Mısır’daki darbeden ithal “Rabia” referansı eşliğinde yıllardır deneyimliyorum!..

Ne yazık ki Suriyeli sığınmacılar da bu dinbaz politik pratiğe alet edilip kullanıldılar.

Fakat sonuçta şimdi Sultangazi’de “Rabia”nın dört parmağı kaç pare, onu sormak lâzım!..

Ve orada sokakta saldırmak, darp etmek, linç etmek için Afgan, Suriyeli ve diğer dindaşlarını (evet, şimdi iki anlamıyla birden!) “asabi” şekilde kovalayan bizim “Müslüman”lara da çığlık çığlığa haykırmak lâzım ki:

Yapmayın, etmeyin, onlar insan!

Ve, önce insanlık!..