Sünnet ve bedensel bütünlük hakkı

Sünnet ve bedensel bütünlük hakkı

Willow / 5harfliler.com

Sizce Müslüman kadınlar başlarını örtmek zorunda mıdır? Ya dindar aileler kız çocuklarının başını örtme kararı aldığında bu ne demektir? Kızların başını örtelim mi örtmeyelim mi?  ŞAKA.

Willowunuz kadın ve kız çocuklarının bedenlerini konuşmaktan, konuşanlar hakkında konuşmaktan ve sonsuz döngülerde kaybolmaktan bunaldı. Biraz da erkeklerin bedenlerini tartışalım, olmaz mı?

Konu kız çocuklarına başörtüsü takmak olunca celallenen, “Onlar küçücük çocuk” diye çıldıran ebeveynlerin oğlan çocuklarını güle oynaya sünnet ettirişleri nedendi? Bir çocuğun bedeni üzerinde hakimiyet sahibi olan kimdir? Ömür boyu geri dönüşü olmayan bir beden müdahalesini gerçekleştirmek bu kadar normal ve kolay mıdır?

Öncelikle, karşınızda  sünnetin hızlandırılmış tarihi:

Sünnet edilmiş penislerin ilk karşımıza çıktığı yer Antik Mısır’ın milattan önce 2345–2181 yıllarındaki 6. Hanedanlığı sırasında yapılan hiyeroglifler. Zaten mumyalarda da bazı penislerin sünnetli, bazılarının dokunulmamış olduğu ortaya çıkıyor. M.Ö 5. yüzyılda Herodot, eski Mısırlıların bu işi temizlik amacıyla yaptıklarını belirtiyor, ancak ritüelin kendisinin çocukluktan yetişkinliğe geçişi ve bedensel müdahelelerin genel olarak sırlara erişmeyi sağladığını temsil ettiğini öne süren araştırmacılar da var.

1. yüzyıl Yahudi yazarlardan Philo Judaeus, penis derisinin semenin vajinaya girişini engellediğini, bu yüzden de çocuk nüfusunu artırmak için sünnetin gerekli bir işlem olduğunu yazmış (aman bizimkiler duymasın). Bu arada, Yahudi sünneti üç tarihsel aşamadan geçiyor. İlkin, milattan önce 1 ve 2. yüzyıllarda epeyce küçük bir deri parçasını kesmekle yetiniyorlar fakat 140 senesi civarında din adamları bunun yetmeyeceğini, bütün derinin kesilmesini salık veriyor ve operasyon değişiyor. Kulağa en fantastik gelen kısım ise 500 yılı civarında gerçekleşiyor: Moheladı verilen sünnetçiler işlem sırasında fazla kanın akıtılması gerektiğini savunuyorlar ve bunu da ağızlarıyla kanı emerek gerçekleştiriyorlar (Not: Yazarınız burada ekrana ölü fare bakışı attı) (İkinci not: Konu hakkında okuma yaparken bu geleneğin bazıları tarafından halen sürdürüldüğünü öğrendim).

Sünnetin Batı dünyasında pazarlanışı, 19. yüzyılın Viktoryen muhafazakarlığıyla başlıyor. Hutchinson adlı bir doktor, Londra’daki Yahudi nüfusun bazı zührevi hastalıklara daha dirençli oluşunu sünnete bağlarken, bir yandan da penis derisinin mastürbasyona teşvik edici olduğunu iddia ediyor. 19. yüzyıl özellikle mastürbasyona savaş açılan bir dönem olduğundan Hutchinson, hem tıbbi kolaylık hem mastürbasyon önleyici olarak gördüğü sünnetin 50 yıl boyunca reklamını yapıyor. Bu esnada bazı doktorlar penisi yara bantlarıyla, lastiklerle, dikenli penis yüzükleriyle sararak mastürbasyonu engellemeye çalışıyor. Korkutma, evlendirme, hatta ameliyat da denenen yöntemler arasında. Robert Derby, Viktoryenlerin penis derisinin hassaslığını ve cinsellikteki yerini pekala anladıklarını yazıyor. Derby’e göre, amaçları cinsel hazzı kontrol altında tutmak olan doktorlar tam da bu nedenle deriyi keserek penetrasyondan alınan hazzı azaltıyorlardı.

Gelelim bu deri parçasını kesmenin olası fayda ve zararlarına. Maalesef konu din ve kültürden bağımsızlaşamadığından, işin bilim kısmı da sünnetçiler ve sünnet karşıtları diyebileceğimiz iki grubun güç çatışmasından öteye pek az geçebiliyor. Sünnetin kabul edilen en büyük faydası, heteroseksüel ilişkilerde HIV ve cinsel yolla bulaşan hastalıkların ihtimalini azaltması. Ancak kondom kullanmanın sünnet olmaktan 95 kat daha yararlı olacağını belirten doktor ve HIV uzmanları var ve bu yüzden HIV oranları yüksek Afrika ülkelerinde dahi sünnet yerine kondom içeren stratejiler belirlenmesini uygun görüyorlar.

AAP (Amerikan Pediyatri Derneği) 2012’de konuya dair yeni görüşlerini bildirdiklerinde sünnet karşıtları tarafından büyük tepki aldı, çünkü önceden faydaların da zararların da tıbbi bir önemi olmadığını söyleyerek konuya tamamen nötr yaklaşan AAP, son verilerle beraber sünnetin faydalarının zararlarından ağır bastığını, yine de kararın ebeveynlerin olması gerektiğini belirtiyor. Yine de operasyon için “gerekli” diyemeyeceklerini, faydaların o kadar büyük olmadığını ve “neredeyse her sünnetsiz çocuğun, düzgün hijyen öğretildiğinde enfeksiyon, penis kanseri ve cinsel yolla bulaşan hastalık ihtimallerini azaltabileceğini” de ekliyorlar. Zaten sünnet uygulaması hiçbir hastalığa kesin bir koruma sağlamıyor, asıl olan sünnetli de olunsa kişisel hijyen ve korunma yöntemleri. (Duşunuzu almayı ve kondomunuzu takmayı unutmayınız.) Bu arada AAP, sünnet yüzünden ölen çocuk rakamlarından raporunda bahsetmiyor ve sorulduğunda nadiren görüldüğü için araştırmadıklarını söylüyor. Ancak her yıl sadece ABD’de 117 çocuksünnet sebebiyle ölmekte. Sünnetin çok daha yaygın uygulandığı ülkemizde ise ölüm oranlarını elbette bilmiyoruz, çünkü bu konuda bir araştırma mevcut değil (bilen varsa toplantı salonunda bekleniyor).

2012 yılında Almanya’nın Köln şehrindeki bir mahkeme din kaynaklı erkek sünnetini “beden yaralaması” olarak tanıyınca ülke ayağa kalktı ve bu kararın İslam ve/ya Yahudilik düşmanlığı olup olmadığına dair hararetli bir tartışma başladı. DAKJ (Alman Çocuk ve Gençlik Sağlığı Akademisi) 4-7 yaşları arasında sünnet edilen çocukların travma yaşadıklarını, komplikasyon oranının %6 olduğunu ve bir dini topluluk içinde tabir-i caizse mahalle baskısı yüzünden beden yaralayıcı bir müdahalenin kabul edilemeyeceğini savundukları bir metin yayınladı. Alman Çocuk Cerrahisi Topluluğu (DGKCH) ve Çocuk ve Genç Doktorları Meslek Örgütü (Berufsverband der Kinder- und Jugendärzte) gibi birçok oluşum da benzer basın bildirileri yazdılar. 2013 yılında Kuzey Ülkeleri Pediyatri Uzmanı Kamu Hakemleri  tarafından yayınlanan bir bildiride de, çocukların bedensel bütünlüğünün ailelerin isteklerinden öncelikli olması gerektiği ve sünnetin ancak çocuklar reşit olunca kendi alabilecekleri bir karar olduğu belirtildi. (Burada bir parantez açıp bu ülkelerin sünnete karşı tavırlarının çocuk hakları ve beden bütünlüğünün yasalarca korunması talebine ek olarak, göçmen ve azınlıklara gösterilen zenofobiden bağımsız düşünülmediğini de söyleyeyim. Nitekim özellikle Almanya’da, antisemitizm çok ciddiye alındığından bu ülkelerdeki sünneti yasaklama talepleri reddedildi. Bunun yerine yasalarla sınırlar konuldu. Örneğin, tıbbi gerekçesi olmayan dini sünnetler sadece 6 aya kadar yapılabiliyor.) Sonuç olarak 2015 başı itibariyle, dünyada sünneti rutin bir işlem olarak tavsiye eden tek bir profesyonel sağlık örgütü olmadığı gibi, etik olarak kesinlikle onaylamayan birçok örgüt var.

Sünnetin idrar kanalında kapanma, gömülü penis, acılı ereksiyon, enfeksiyon ve septik şok gibi sonuçları olabiliyor. İşin travma kısmı ise çok çalışılmış değil. Bazı doktorlar bebeğin bu işlemi hatırlamayacağını ve olası bir travmanın bu yüzden engelleneceğini iddia etse de, birçok doktor bebeklerin bu tür acı ve korku deneyimlerini anlamasalar da unutmayacaklarını söylüyorlar. Psikolog doktor Ronald Goldman, Sünnet: Gizli Travma kitabında sünnetin yarattığı travmanın PTSD (post-travmatik stres bozukluğu) ile örtüştüğünü, kişide uzun vadeli öfke, utanç, kendine güvensizlik, mağduriyet hissi, korku, yas, ilişkilerde bozukluk, yakınlık kurmaktan kaçınma, duygularını ifade edememe gibi etkilere yol açabildiğini anlatmış. Bizde çocukların bebekken değil, büyük yaşlarda sünnet olduğunu düşünmek bu açıdan epey korkutucu. İşin yalnızca acı ve ameliyat travması boyutu değil, bedenini tanımaya başlamış çocuğun bir günde bedenine yabancılaşması ve bedeni üzerindeki iradesinin yok sayılması sözkonusu. Konuyu araştırırken bulduğum ve Türkiyeli olmasından manasızca sevinç duyduğum Gökçe Cansever’in British Journal’da yayınlanan makalesi ise, ilk (ve belki de son?) kez memleketteki sünnet travmasına bakmış.  4 ve 7 yaşları arasındaki 12 çocuğun sünnet öncesi ve sonrası davranışlarını muhtelif testlerle gözden geçiren 1965 tarihli araştırmada, çocukların operasyonu agresif ve hadım edici bir eylem olarak gördükleri ve sünnetten sonra dışarıdan gelen tehlikelere karşı mutlak bir içe dönme ve izolasyon yaşadıkları ortaya çıkıyor.

Sünnetin belki de hakkında en çok konuşulan zararı ise peniste meydana gelen his kaybı. Bu konuda internetten çok fazla bilgiye ulaşmak mümkün, çünkü ne zaman “Sünnet kötü seks mi getiriyor? Az sonra!” tadında bir haber ve araştırma sonucu basılsa, hemen arkasından bir de “Sünnet cinsel zevki arttırıyor mu?” yazıları yağıyor ki erkeklerin cinsellik üzerine kurmuş oldukları gururları kırılmasın, otoritelerini kaybetmiş hissetmesinler. Elbette sünnetin her bireyi aynı yönde ve oranda etkileyeceğini iddia edemeyiz. Ancak çocuk yaşta cinsel organa yapılan herhangi bir müdahalenin kişinin cinsel hayatına fiziksel ya da psikolojik hiçbir etkisi olmayacağını düşünmek gerçekçi değil. Bir defa, derinin içinde kalan ve dışarıyla temas halinde olmayan penis başının, sünnet olunması halinde yıllarca dışarıdaki dokulara maruz kalarak hassasiyetini yitirmesi kaçınılmaz. Buna bir de sünnet derisinin kesilmesiyle kaybedilen 1000 adet sinir ucunu eklemek gerekiyor tabii (Bazı kaynaklar derideki sinir ucu sayısının 20.000’e kadar çıktığını söylüyor). Üstelik bunlar öyle herhangi bir sinir ucu da değil, parmak ucumuzda ya da dudaklarımızda bulunan ve çok hafif dokunuşları bile hissetmemizi sağlayan Meissner cisimciği denen çok hassas sinir uçları. Dr. Georg von Neumann penisin vajinayı (ve herhalde başka bölgeleri) nasıl hissettiğini şöyle tarif ediyor: “Peniste [Meissner cisimcikleri ] sadece sünnet derisinde ve frenulumda bulunur. Bu tür reseptörler (sünnet derisi yoluyla) vajinanın içini hissederler. Sünnetli erkekler maalesef bu çok hassas penis duyusunu kaybetmişlerdir”. Bu sebeple çocuk yaşta sünnet olan erkekler cinsel olarak aktifleştiklerinde sünnet olmasalardı nasıl bir deneyim yaşayacaklarını hiç öğrenememiş oluyorlar, kendi bedenleriyle ilgili bu deneyim geri dönüşü olmayan bir şekilde ve rızaları olmadan ellerinden alınmış oluyor. (Not: Dünyada sünnet derisi restorasyonu ameliyatlarından protez derilere kadar çeşitli yöntemler denenmekte.)

Elbette yukarıda anlattığım tüm tıbbi ve psikolojik sendromların ötesinde, bunları konuşmaya gerek bile kalmadan sorulması gereken asıl soru şu: Sağlıklı bir çocuğun sağlıklı bir uzvunu geri dönüşü olmayan bir biçimde kesmek nasıl etik olabilir?

Yazının tamamını okumak için tıklayınız..