“Uzun yıllar memleketin tüm kaynakları heba edildi. Vergilerimizle Hazine’ye giren kaynaklar devlet kasasından dağa, taşa, cana bomba oldu ve toprağa düştü… Nice sevdiklerimizi kaybettik, sürgün yedik, zenginken fakir, fakirken namerde muhtaç edildik. Barışa ramak kala eskiye döndük. Eskiden köyler şimdi ise şehirler tanklarla bombalanıyor…”
Bu sözler, 28 gün aradan sonra Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesinde yasağın kaldırıldığı Gazi Caddesi’ndeki bir esnafa ait. 40 yıllık savaşta gelinen süreci özetliyor adeta.
Evet; yıllarca yaşanan çatışmalı süreçten etkilenmeyen kimse kalmadı. Aradan yıllar geçti. Tam da umutlar yeşermişken silahlar yine patladı. Umutlar yerini kaygıya bıraktı, barış yerine savaş çanları çalmaya başladı. Oysa 3 yıldır Ankara-İmralı-Kandil üçgeninde yapılan müzakereler sonrası açıklanan Dolmabahçe Mutabakatı’yla barışa ramak kalmıştı. “Karanlık bir el" umutları öteledi.
Yitirilen onca değere rağmen yitirilmeyen umudun adı barış olmuştu bu kez… Çok değil, 6 ay öncesine kadar... “Güneydoğu’nun Paris’i” şimdi “Lübnan’ın Beyrut’u” adeta… Sur içinden gelen görüntüler, yasaklı 6 mahallede yaşanılanları özetliyor adeta… Tank, top, yıkım ve ölüm…
Diyarbakır’da yaşam bu kadar zor olmamıştı hiç. Kısa sürede kentin her yeri Sur’a döndü. Karanlık çökmeye yakın halkın büyük bir bölümü evine çekiliyor, sokağa çıkanlar ise “Sur’u sahiplenme eylemleri” yapıyor. Silah, patlama seslerine keskin gaz kokuları karışıyor her gece. Olayların ilk başladığı günlerde Haber Merkezleri’ne geçilen “patlama oldu, silah sıkıldı” haberleri sıradan hale geliyor.
Meseleye İstanbul Boğazı’ndan bakan “değme gazeteciler” ise Diyarbakır’a adım attıklarında, duyduklarından ve gördüklerinden burada savaş olduğuna kanaat getiriyor. Öyle ki çelik yeleklerle, zırhlı araçlarla, “Bize kurşun sıktılar” anonsları ve bilgi notlarıyla yazılarına başlıyor. Halkın arasına girmiyorlar, tek kaynaktan haber yapınca da Türkiye’nin batısı buraya ses vermiyor…
2 Aralık’ta Sur’un Dabanoğlu, Hasırlı, Fatihpaşa, Cevatpaşa, Savaş ve Cevat Yılmaz mahalleri ile Gazi Caddesi’ne ikinci bir emre kadar sokağa çıkma yasağı ilan edilmişti. 9 Aralık’ta 17 saatlik aradan sonra aynı yere Şeyh Sait Meydanı da eklenerek yasak yenilenmişti. Gazi Caddesi, bu yasaklı yer listesinden bu sabah düştü.
Biz de T24 olarak durumu gözlemlemek üzere, “Eski Hal” diye bilinen Urfakapı’dan bu kez üst araması olmadan Sur’a giriş yapıyoruz. Kum torbaları ve polis barikatları artık yok. Araçlar da artık Sur içine arama yapılmadan girebiliyor. Melikahmet Caddesi’ne uzanan bu yolda işyerleri tek tük açık. İlerledikçe işyerleri önündeki kamyonlar dikkat çekiyor. Caddedeki en büyük ayakkabı dükkanına giriyoruz. “Eşyalarımızı taşıyoruz. Buranın tadı tuzu kalmadı. Yasak kalksa bile toparlanması en az bir yılı bulur” diyor işyeri sahibi. Hemen ötede başka işyeri sahibi “Günlerdir siftah yapmadık” diyor.
Barut kokan caddede kazılan hendeklerin izleri hala duruyor. Yerlerde mermi kovanlarına basa basa ilerliyoruz. Balıkçılarbaşı mevkiine yaklaşınca patlama ve keskin nişancıların tek atışlarının sesini duyuyoruz.
Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin katledildiği Dört Ayaklı Minare’nin iki sokak arkasındaki Ortadoğu’nun en büyük Ermeni Kilisesi olan Surp Giragos çevresinden dumanların yükseldiğine şahit oluyoruz. Caddede esnafın büyük bir kısmı kepenklerini açmış. “Çarşiya Şewiti”de ise tek tük dükkanlar açık.
Tarihi Hasanpaşa Hanı’nda bir ay sonra kaçak çayımızı yudumluyoruz. Elektrikler var, su yok. Koca handa tek bir kafe bir de girişteki “Licelim Şalcısı" açık.
İşletmeci ise sohbet ederken koca handa “Bir ay sonra işyerimizi açtık, şu an polisler tek müşterimiz ama hana gelip ağlayanlara, Sur taşlarına dokunanlara şahit oluyoruz. Nasıl olacak biz de bilmiyoruz. Su yok, şükür ki elektrikler var” ifadesi yankılanıyor koca Hasanpaşa Hanı’nda…
Buradaki işyerlerinin tamamı Vakıflar Bölge Müdürlüğü’nden kiralık. En düşük kira 5 bin TL. Bir aydır açık olmayan işyerlerinden 6 ay kira istenmeyeceği, daha sonra toplu ödeme alınacağı bilgisini veriyor bir işyeri sahibi.
Patlama ve silah sesleri altında kaçak çayımızı yudumlarken Diyarbakır Emniyet Müdürü Halis Böğürcü de Hasanpaşa Hanı’na geliyor. Kısa bir gözlemden sonra Gazi Caddesi’ni turluyor.
Tarihi Han’ın girişindeki Licelim Şalcı’nın sahibi 1 aydır ürünlerinin dışarıda askıda kaldığını ve kullanılamaz hale geldiğini anlatıyor.
Yasaklı mahallelere açılan tüm sokakların başında kum torbaları ve polis barikatları hala duruyor. Nebi Cami’nin önüne geldiğimizde kalabalık artıyor. Dörtyol Kavşağı’ndan içeri girenler üst aramasından geçiriliyor. Saraykapı’ya çıkılan yoldaki barikatta ise yakınlarından haber bekleyen onlarca kişi duruyor. Polisin “yasak” sesi yankılanıyor bu kez. İçeriye sadece Karayolları Müdürlüğü’ne ait kum taşıyan kamyonlar alınıyor.
Polis barikatı önünde bekleyenlerden biri de kentin 50 yıllık ayakkabı boyacısı Vahit Çetin. Vahit amca, yasaklı bölgede olduğu için 1 aydır gidemediğim büromun önünde randevu ile ayakkabı boyayan kentin nadir boyacılarından. Sarılıyoruz Vahit amca ile. İsyan ederken ağlıyor. Hasırlı Mahallesi’ndeki evine gidememiş bir ay Vahit Çetin. “Çocukları çıkardım ama evimin damında 160 güvercinim kaldı. Önce jandarmayı, sonra karakolu aradım. Çarşı Karakolu’na gittim. Onlar da can. Adresi verip gidin kapıyı kırın ölmesinler, uçsunlar dedim. Beni dikkate almadılar. Kuşlarım açlıktan ölmüştür ya da seslerden ödleri patlamıştır…”
Az ileride İsmet Berkan’ın “kurşun sıktılar” diyerek poz verdiği Gazi Caddesi’nin çıkışındayız. Berkan'ın zırhlı araçla poz verdiği sokakların hemen karşısında evlerini boşaltanlar var. Resmi kaynaklardan aldığı bilgilerle yetinen ve mağdur halka tek soru sormadığını düşündürten İsmet Berkan’a da bir çift lafları var: “Bu iş zırhlı araçtan haber yazmakla olmaz İsmet Bey…”
Üst araması yapılmadan giriş yaptığımız Sur’dan, üzerleri aranarak Sur’a alınan yurttaşların meraklı bakışları arasında ayrılıyoruz…