Tanıl Bora
(Radikal, 2 Mayıs 2012)
‘Neden şimdi?’ ‘Neden biz?’ Sürdürülebilir şike skandalımız ilk patladığında, Fenerbahçelilerin birçoğu böyle düşünmüş olmalılar. Aslına bakarsanız haksız değildiler. Galatasaray’ın 1993’teki 8-0’lık Ankaragücü maçı neydi? Sinan Engin, Beşiktaş’ın 100. yıl şampiyonluğundaki ‘kolaylaştırıcı’ rolüyle övünürken ne kastetmişti? Evet, herkesin bildiği sırdı şike. Peki neden şimdi ortaya dökülmüştü? Adaletsiz bir yapının hüküm sürdüğü, manipülasyonun kural olduğu yerde, bu hayret hazin bir biçimde samimidir: ‘Neden şimdi, neden biz?’
Bu hayreti salimen gidermenin bir yolu vardı: Şeffaf, tutarlı ve adil davranmak. Meselenin şu-bu-o olmayıp adil (görece adil) bir futbol düzeni için caydırıcı emsal yaratmak olduğunu göstermek. Vesilesi, saiki ne olursa olsun, gerçekten bir milat koymak. Dağın bir türlü doğuramadığı fare budur. ‘Şikeye teşebbüs var ama sahaya yansımamış’. Ancak mizah konusu olabilecek bu vecize, spor hukukunun kurumlaşmadığının ve kurumlaşamayacağının tescilidir. Spor hukuku içtihatında şike, manipülasyon, adliye usulü delille ispatla değil özerk bir uzman kurumun kanaatiyle belirlenir. Futbol Federasyonu Etik Kurulu’nun maruz kaldığı muamele, Türkiye’de böyle bir hukukun işlemediğini gösterdi. Onun yerine, tıpkı memlekette sürmekte olan bütün büyük politik davalarda olduğu gibi, (mahreme tecavüz edilerek) ortaya saçılan ‘tapeler’ var. Spor etiğine dayalı ilkesel bir karardan kaçınırsanız, süreci sündürüp ‘tapelerin’ psikolojik harp etkisine emanet ederseniz, haf izi bek izine karışır, kimseyi ikna, kimseyi memnun edemezsiniz.
O zaman ‘Neden şimdi, neden biz?’ soruları iki defa meşru hale gelir. O zaman, gerçekten, bu işin arkasında Aziz Yıldırım’la hükümet ve/veya Gülen Cemaati arasındaki bir çıkar çatışmasının yattığına dair kuşkuların izale edilmesini isteriz. Haklı olarak. Meraklarımız çoğalır. Mehmet Ali Gökaçtı’nın zarif kişiliğinin hatırasını anmak isterim bu vesileyle. Türkiye’de futbol-politika ilişkilerinin tarihini ve dönüşümünü analiz ettiği kitabı ‘Bizim İçin Oyna’nın (İletişim, 2008) yayımlanmasından birkaç gün önce bir kalp kriziyle hayata veda etmişti. Yaşıyor olsa, eminim, kitabına kocaman bir bölüm ilave etmek için heveslenirdi.
‘Sürecin’ (süreç diyoruz, çünkü bitmiyor, bir devamlılıktır) şeffaflıktan uzaklığı, futbolun oligarşik ve adaletsiz yapısını yeniden üretiyor. Şeffaf olan tek bir şey var: Pazarlıklar. ‘Büyük’ kulüplerin talepleri, yayıncı kuruluşun arzuları, hükümetin telkin ve talimatları, Futbol Federasyonu’nun yegâne prensibini oluşturan ‘hiçbir şey olmamış gibi davranma’ ilkesi doğrultusunda durumu kurtaracak ‘formül’ arayışları... Bunların hepsini biliyoruz, ‘büyük’ gazetelerin sayfalarında ciddi ciddi konuşuluyor. İşte bu güç oyunu, bu oportünist akıl, evet, futbol ortamımıza hâkim olan oligarşik ve adaletsiz yapıyı yeniden üretiyor. ‘Gücü gücü yetene helâl’ zihniyeti, bu ‘süreçten’ pekişerek çıkmıştır. Türkiye’nin futbol kurumları, bu zihniyetin ‘tahkim’ kurumları olduklarını göstermişlerdir.
Fanatizm, süreçte iyiden iyiye körleşmiştir. Kıtipiyoz bir taç kararından komplo teorileri bina eden bakış keskinleşmiş, ‘prick’in biri olabilir ama bizim prick’imizdir’ imanı kuvvetlenmiştir. (‘Prick’ için bkz. Emre Belözoğlu’nun söylev ve demeçleri.)
Bir de UEFA’yı ikna etme bahsi var. Osmanlıcada iknanın anlamlarından biri de ‘kandırma’. ‘Sürecin’ bir büyük zilleti de bu kandırma oyunudur. UEFA -ki Bağış Erten’in hep dikkat çektiği gibi, o da az fetbaz kurum değildir ama ‘bizimle başa çıkamaz’- Türk takımlarına mahsus bir Avrupa kupası ihdas etse, herkes rahatlasa.
Şimdi şikeye azami ceza haddi olarak puan silmeden bahsediliyor (mümkünse o da uygulanmayacakmış.) Kim bilir, ‘normal’ sezon puanlarının yarıya indirildiği süper play-off rejimi, bunun psikolojik hazırlığıydı belki de! Bir gün herkesin puanı silinebilir. Zaten azılı bir yatılı okul sınıfına gözdağı verircesine herkesi disipline sevk ettiler. Elle gelen düğün bayram karambolünde, birbirini ağırlamaya devam...