Milli sporcu Süreyya Ayhan, aldığı ömür boyu men cezasının çok ağır bir karar olduğunu söyledi. Ayhan "Ülkemiz isterse, CAS’ın bana verdiği cezayı kaldırabilir. Bana 4 yıl verilmişti, bu ceza için CAS’a gittim. Normalde CAS ya bunu onaylar ya da bozar. Cezayı arttıramaz. Ama burada bana ömür boyu ceza verildi. Kuralları bozdular" dedi. Kendisine ömür boyu ceza verilerek "öldürüldüğünü" söyleyen Ayhan, "Davanın sonuna kadar gidiyorum. İnanmazsınız ama burada suçlu olmak istiyorum. Bu acı bende dinmez. Ukde olarak kalacak. ABD mesela kendi sporcusuna en az cezayı veriyor. Neden sporcuyu öldürmüyorlar? Anne-baba çocuğuna ne kadar ceza verebilir? Bana ömür boyu ceza veriyorlar" diye konuştu.
Radikal gazetesinden Burak Kuru'nun "Ayhan: Evladınızı öldürmeyin" başlığıyla yayımlanan (19 Ağustos 2012) yazısı şöyle:
Olimpiyat sonrası akıllara düşen ilk isim Süreyya Ayhan olmuştu. Sporcularını yetiştirmek isteyen Ayhan, 'ömür boyu' cezasının bozulmasını talep ediyor. Tek derdi aklanmak. Amacı spora hizmet.
11 Ağustos 2002 akşamı Türkiye için çok önemli bir başarı elde edilmişti. Ekrana kilitlenmiş ve gururlanmıştık. Ardından olayın yankılarını öğrenmek için kanallar arası gezintiye çıkmıştık. Zira herkes bu olayı ekranlarına taşıyordu. Tarihe geçen an ise NTV’de vuku buluyordu. Bu başarıda önemli payı olan gazeteci Deniz Gökçe, canlı yayına bağlanıp gözyaşları içerisinde hıçkırıklara boğulmuş şekilde Avrupa Şampiyonu olan sporcusundan bahsediyordu. Boğazımızdaki düğüm onunla birlikte çözülmüş, biz de artık göz pınarlarımızın taşmasına izin vermiştik.
Süreyya Ayhan pek çok kişi ve benim için de budur aslında. O yaşattığı haz, daha sonra ne yapmışsa yapmış olsun, sonsuza kadar ona şükran duymamızı gerektirecek bir şeydi.
2003 yılında dünya ikinciliği geldi. Her şey çok iyi gidiyordu. Daha sonra özel hayatı ve dopingli çıkması, aldığı cezalar ve çeşitli olaylar sonucu spordan koptu. En azından biz öyle zannediyorduk.
Meğersem Londra’daki 1500 metre kadınlar finalindeki tarihi başarının arkasında eşi Yücel Kop ile birlikte payları varmış. Kendisiyle cuma günü geldiği İstanbul ’da buluştuk ve ‘Nasıl geçti habersiz, o güzelim yılların’ sorusunu yönelttim. “Bazen gözyaşı oldu, bazen içli bir şarkı” yanıtını beklerken neler duydum!
“Ben hızlı konuşurum, söyleyeyim dinleyin” dedi ve anlattı. İlk olarak Aslı Çakır Alptekin ve Gamze Bulut’un 1500 metre finalindeki başarısına değindi: “Hemen söyleyeyim bu sistemin başarısı değil. Bireysel. 2000 yılında olimpiyat yarı finali koştum. 4 olimpiyat geçti. Hani başarılar? Bunlar sporcuların, ailelerinin ve hocalarının desteğiyle olmuş bireysel başarılardır. Sporda başarılı değiliz. Hasbelkader birileri çıkıyor, başarılıyız diyoruz. Öyle değil.”
Bu finalde ise perde arkasında payları var: “3 senedir Aslı’yla çalışıyoruz. Eşim Yücel Kop ve ben. Teknik kısmıyla o ilgileniyor, ben tecrübe ve motivasyon konusunda yardımcı oluyorum. Başlangıçta Aslı’yla çalıştığımızı duyunca federasyon ‘Onlardan bilgi almayın’ gibi olumsuz şeyler söylemiş. Biz ‘Adımız anılmasa da olur’ diyerek çalışmaya devam ettik.“
Türkiye ’yi gururlandıran 1500 metre finali öncesi hisleri karışıkmış: “O kadar karışık duygular yaşadım ki. Hem üzüntü -ben de orada olabilirdim-, hem stres hem heyecan -çünkü sporcum orada koşuyor altın madalya için- bütün bunlar nedeniyle 15 günde 2 kilo verdim. İzlerken onları sizin gibi seyirci gibi izlemiyorum. Ben koşacakmışım gibi izliyorum. Onların gözlerine baktığım zaman ne düşündüklerini, ne yapacaklarını, kısaca her şeylerini anlıyorum.”
“Önemli müsabakaları bir sporcu nasıl yaşar”ı sordum kişisel merak olarak. Sporcu yarış öncesi gecelerde rüyasında pek çok kez yarışa başlarmış: “Sporcu rüyasında defalarca start çizgisine gelir, geri döner. Yarışa başlar. Ama biz genelde yarışın sonunu göremeyiz rüyada. Sabaha kadar gözünü kapatır, yarış anını düşünür durmadan. Gözü önüne gelir.” Yarış yaklaşırken bunun sayısı artarmış.
“Bir sporcu günü nasıl yaşar” sorusuna cevap da şu: “7.00 kalkış, 7.30-8.00’e kadar antrenman. 8.30 kahvaltı, 10.00-10.15 gibi kondüsyon salonuna girer ve 1.5 saat bütün kaslarını çalıştırır. Öğlen olur, yemek yer ve uyur. Uyandıktan sonra asıl antrenman akşamdır. En yoğun olanı. 19.00 gibi. Yaz kışa göre değişir. Akşam yemeği yenir. Masajı, saunası derken zaman zaman 22.30 gibi gün biter. Ve her gün aynı şey yapılır. Dinlenme gününüzde bile programı ister vücut.”
Süreyya Ayhan’ın bir oğlu var. 4 yaşında, adı Yücelcan. Kendisi oğlunun mutlaka spora bulaşmasını istiyor ancak Yücelcan’ın hedefi ‘gökyüzüymüş’: “Sorduğumuz zaman ‘Pilot olacağım, astronot olacağım’ diyor. Olimpiyatı gözünü kırpmadan izledi. Sporcular ne yapsa aynısını yaptı.”
Özel hayatıyla ilgili ise her zamankinden daha mutlu. Boynundaki kolyesinden yola çıkıp anlatıyor: “Hayatımın en önemli iki varlığı, iki erkek var. Kalbimde Yücel eşim, sağımda oğlum Yücelcan. Ben de ortada ikisini kucaklıyorum. Şunu söyleyebilirim. Ayıp değil ki, eğer bu kadar mutlu olacaklarsa ikinci evliliklerini yapsınlar hiç sorun değil.” Aynı kararları alır mıydı sorusuna ise mutluluğunu ispatlarcasına cevap veriyor: “Alırdım. İki kat daha büyük bir istekle...”
“AİHM’de davamız devam ediyor. Burada Türkiye değil, CAS’ı dava ediyoruz. Takvim belli değil. Ama ülkemiz isterse, CAS’ın bana verdiği cezayı kaldırabilir. Bana 4 yıl verilmişti, bu ceza için CAS’a gittim. Normalde CAS ya bunu onaylar ya da bozar. Cezayı arttıramaz. Ama burada bana ömür boyu ceza verildi. Kuralları bozdular. Görüşme esnasında Federasyon Genel Sekreteri olan Nihat Doker vardı karşımızda, birbirimize düşman gibi durduk orada. Ömür boyu ceza istediler. Başbakan ya da bakanın bilgilendirilip konu üzerine gidilmesini istiyorum.”
Dava konusunda lobiye değiniyor: “Başka ülke vatandaşı olsam böyle olmazdı. Geri dönüşü var hâlâ. Ömrümün sonuna kadar bu lekeyi taşımak istemiyorum. Keşke suçlu olmuş olsaydım. Yapmadığım için cezasını ağır ödüyorum. Oğlum sorsa ne diyeceğim? Ama yapsam, ‘Cahillik ettim’ derdim... Davanın sonuna kadar gidiyorum. İnanmazsınız ama burada suçlu olmak istiyorum. Bu acı bende dinmez. Ukde olarak kalacak. ABD mesela kendi sporcusuna en az cezayı veriyor. Neden sporcuyu öldürmüyorlar? Anne-baba çocuğuna ne kadar ceza verebilir? Bana ömür boyu ceza veriyorlar.”
“Siyasi bir şey hissediyor musunuz”e cevabı yok. Kendine sorduklarını ileteceği mecra olmadığından şikâyetçi. “Cevabını hiçbir zaman bulamayacağım” diyor. İsyanı “Bu ülkede yaşamak çok zor”a geliyor.
Son olarak devlet desteği araması nedeniyle “Başbakan’a ulaşmayı denedin mi” diye sordum. En büyük hatası olarak görüyor, çünkü denememiş. Şimdi ama bu davayla ilgili kendisinden bilgi istenmesini bekliyor. Eğer olmazsa kendisi kapıları çalmak istiyor. Davaya ömrünü adamış.
Temenniyle bitsin. Türkiye ’de sık görülen bir durumdur: Anne-baba, çocuğuyla dargınlık yaşar ve kimisi küser. Ancak bir ‘torun’ haberi geldiğinde yelkenler suya iner ve barış temeli oluşur. Süreyya Ayhan’a, doğru ya da yanlış, yaptıkları nedeniyle sırt çeviren özellikle ‘devlet’ artık ona yüzünü dönmeli. Çünkü o yetiştirdiği Aslı Çakır Alptekin’le onlara bir torun hediye etti bile. Hamle sırası onlarda, öneri de benden gelsin: Londra’da madalya alan sporcuların isimlerinin tesislere verileceğini açıklamıştı Spor Bakanı Suat Kılıç. Başarının temellerini atan, “Önce o vardı” denecek Süreyya Ayhan umarım pas geçilmez. Hak ediyor çünkü...
Süreyya Ayhan yeni yıldızlar yetiştirmek istiyor. Projesi biraz Ali Nesin’in ‘Matematik Köyü’nü andırıyor. Ancak sponsor desteğine ihtiyaçları var. 1992’de gittiği Çankırı’daki Atletizm Spor Eğitim Merkezi’nden bahsediyor: “Yöredeki köyler ve illerden seçilmiş sporcular toplandı. Orada yiyip içip yatıyorduk. Antrenman sahası yakındaydı. Okul yakındı. Öğretmen, aşçı her şey vardı. Türkiye rekorları kırardık. Sistem çok iyiydi.
Aynı sistem için uygun yer bulduk. Ankara ve Antalya ’yı düşünüyoruz. Devlet destekli olursa 50 sporcu yaparız. Olmazsa kendimiz 10 sporcu yetiştirebileceğiz. Antalya ’daki evimizin yanında iki dönüm arazimiz var, oraya kurup yetiştireceğiz.”
Süreç meşakkatli olacakmış: “Sporcuyu yetiştirmek en az 8 sene alır. Temeli biz vereceksek 2020’ye yetiştiririz. Biraz altyapı var ise belki daha öncesine yetişebilir. Normal şartlarda 8 yıl istiyor.” 2020 Olimpiyat adaylığı düşünülünce akıllara yatıyor. Umarız destek gelir ve proje yapılır.
“Nagihan Yerlikaya Balyam projeyi duyunca İzmir ’i ayağa kaldırmış ve pek çok kişinin desteğini almış. Şimdi bunun üzerinde çalışıyorlar.”
Proje olursa 10 sporcudan 5 ya da 6 madalya vaat ediyorlar. Hedef 2016’da temsil edilmek, 2020’de madalya kazanmak.
Devşirme sporcu konusunu tasvip etmiyor. Ama konu duygusal: “Parayla alınan madalya olarak görüyorum. Türk sporcunun önü kesiliyor. Bana bile oldu. Onlardan iyi koşmama rağmen onlara daha iyi şartlar sunulmuştu. Onlara yapılan yatırım Türk sporcuya yapılsın. Madalyaları kim aldı? Türkler. O zaman her olimpiyatta para basalım, alalım.”
Fakat bunu Türk kimliğiyle bağdaştırmıyor: “Bugün ABD fazla para versin ona koşar, Almanya versin ona koşar. Tamamen paraya dayalı bir ilişki. Onun için ülkemize gelen insanlar bunlar.”