Cengiz Çandar
(Radikal, 3 Nisan 2012)
Kim ne derse desin, İstanbul’daki “Suriye Halkının Dostları Grubu”nun, kısaltılmış adıyla “Dostlar Grubu”nun toplantısı, Suriye rejiminin ayakta tutulmasından başka bir pratik sonucu olmayacak olan “Annan Planı”nın defin işlemlerine başlandığının işaretidir.
Bu, aynı zamanda, uluslararası camianın önemli bir bölümünün, Suriye’deki Başşar Esad diktatörlüğünün “biletini kesme” hazırlığı olarak da ifade edilebilir.
Bu bakımdan, Türkiye diplomasisinin etkisini göz önüne almak gerekiyor. “Dostlar Grubu”nun İstanbul toplantısında “Başkanlık Sonuçları” başlığı altında yayımladığı 27 maddelik kararların yanısıra, ev sahibi Türkiye’nin başbakanı Tayyip Erdoğan ile en etkili “aktör”lerin başında gelen ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’un konuşmalarını, toplantı sonunda Ahmet Davutoğlu ile ABD’li meslektaşının basın toplantılarında seçtikleri sözcükleri, konuşmalarının tonunu ve yönünü değerlendirmek şart. İstanbul Toplantısı’nın sonuçlarını yerli yerine oturtmak ve anlamak için.
Kofi Annan’ın bazılarınca pek bel bağlanan, Başşar rejiminin kabul ettiği ve Başşar’ı destekleyen Rusya, Çin ve İran’ın desteklediği planı, İstanbul toplantısının 27 maddelik kararlarının 6. Maddesinde zikrediliyor. Ama Suriye rejiminin ilgili BM, Arap Birliği ve İKÖ kararlarının tümüyle uygulanması gerektiğine “vurgu” yapılarak.
Maddede, BM ve Arap Birliği “özel temsilcisi” Kofi Annan’ın görevine tam destek verildiği ifade edilmekle birlikte, kararların tümü ele alındığında ve bu desteğin Başşar Esad’ın halkına karşı silahlı saldırılarını bir an önce durdurmasının sağlanması anlamında olduğu görülüyor.
İstanbul Toplantısı’na 24 saat kala, Suriye, Dışişleri Sözcüsü aracılığıyla yaptığı açıklamada, Suriye Ordusu’nun şehirlerden çekilmesi ve saldırılarını durdurmasını, “güvenlik ortamının normalleşmesi”ne ve muhalefetin saldırılarının durması ön şartına bağlamıştı. Zaten, Başşar rejimi, “Annan Planı”nı kabul edeli beri, saldırılarını durdurmadı. Her gün Suriye’nin çeşitli yerlerinde 100 dolayında insan, rejimin silahlı saldırıları sonucunda hayatlarını kaybetmeye devam ediyor.
Başşar rejiminin, “Annan Planı”nı vakit kazanmak için kullanacağı ve başkasına ihtiyaç olmadan işlemez hale getireceği besbelliydi. Nitekim, “Annan Planı”nı uygulanamaz hale getirerek işin en başında “kadük” hale getiren odur.
Eğer “Dostlar Grubu” İstanbul toplantısında muhalefetin güçlendirilmesine yönelik kararlar almasaydı, o zaman Başşar’ın “Annan Planı”na dayanarak vakit geçirme çabaları karşılığını bulabilirdi. Ancak, İstanbul toplantısı, “Annan Planı”nın “ucu açık olmaması” yani buna bir “zaman sınırı” konulması yönünde karar aldı (Madde 7). Nitekim, bu sayede Annan, Şam rejimine planın uygulanması için 10 Nisan’a kadar mühlet tanımak zorunda kaldı.
Ayrıca, SUK’un, 26-27 Mart toplantısında “Milli Misak”ı kabul etmiş olmasına “Misak, ilk kez yeni Suriye’nin temellerini attı” diyerek, mevcut rejimin sona ermesi ve “Yeni Suriye”nin kurulması gerektiğine açık bir destek verdi. (Madde 8).
Bunun yanısıra, “.. Dostlar Grubu Suriye Ulusal Konseyi’ni bütün Suriyelilerin meşru bir temsilcisi ve Suriye muhalefet gruplarının altında toplanmakta olduğu bir şemsiye örgütü olarak tanımaktadır. Dostlar Grubu, aynı zamanda Suriye Ulusal Konseyi’nin demokratik bir Suriye doğrultusundaki faaliyetlerini desteklemektedir ve Konsey’i, uluslararası topluluk nezdinde muhalefetin önde gelen muhatabı olarak not etmektedir” (Madde 10) ibaresini kullanarak, Başşar Esad’ın yerini alacak mekanizmanın oluşmasında önemli bir adım attı.
Yukarıdaki ibare, SUK’un arzuladığı “biricik meşru temsilci” ibaresinin altında kalıyor. Bununla birlikte, SUK’un daha gidecek yolu var. SUK saflarına girecek başka muhalefet unsurları da mevcut. En önemlisi, Kürtlerin SUK’ta bugün olduğundan daha anlamlı biçimde temsili gerekli.
Bu noktada şunu söylemekte yarar var: Kürtlerin gereğince temsil edilmediği bir SUK, kayda değer bir eksikliktedir ama aynı şekilde, SUK’ta yer almadığı ölçüde Suriye Kürtleri de uluslararası topluluk karşısında “yalnız” durumdadırlar.
Çünkü nereden baksanız, SUK, Suriye halkının “uluslararası topluluk” nezdinde “başlıca muhatabı” görülmektedir. SUK’un Kürtler olmadan taşıdığı zaaf, aynı hatta büyük ölçülerde Suriyeli Kürtler için de geçerlidir.
SUK’un daha gidecek yolu ve işi var ve bu yol katedildikçe ve gereken temsil yaygınlığı kazanılınca, SUK’un Suriye halkının “biricik meşru temsilcisi” olarak kabul edileceğinden kimsenin şüphesi olmasın.
Suriye muhalefetinin talepleri arasında yer alan, Hür Suriye Ordusu’na silah yardımı ve “tampon bölge”ye atıf, İstanbul kararları arasında yer almamış olmakla birlikte, bu yönde de Tunus toplantısına oranla bir hareket sağlanmıştır.
“Ölümcül olmayan” tabirinden yola çıkılarak, Suriye içindeki silahlı muhalefete, “iletişim araçları” desteğinde bulunulması, Hür Suriye Ordusu’nun eylemlerinin eşgüdümüne yarayacak tek bir “komuta-kontrol” sağlanmasını hedef alıyor.
Buna ek olarak, Hür Suriye Ordusu’ndaki askerlere maaş sağlanmasını öngören bir “fon” kurulmasının gündeme gelmesi, içerdeki direnişin devamını sağlama almak kadar, Suriye Ordusu’nun terkedilmesi için bir tür çağrı niteliğinde görülebilir.
Almanya ve Birleşik Arap Emirliği başkanlığında “Ekonomik Toparlanma ve Kalkınma Çalışma Grubu”nun oluşturulması kararı (Madde 21), “Dostlar Grubu”nun BM’nin Suriye konusunda Rusya ve Çin nedeniyle işletilmemesi ihtimali üzerine alternatif bir uluslararası yapı oluşturulmasında yol alındığını gösteriyor.
Zulmün durdurulmasında, BM Güvenlik Konseyi’nin bugünkü yapısı engel teşkil etmeye başladığında, bu engel aşılır. 1995’te Bosna ve 1999’daki Kosova örnekleri bunun göstergesidir. Her iki örnekte de, Miloşeviç’in soykırımcı politikaları, BM Güvenlik Konseyi’ndeki Rusya engeline rağmen aşılmıştı. Rusya, bugün nasıl Başşar Esad’ın yanında duruyorsa, o dönemde de Slobodan Miloşeviç’in yanında duruyordu.
Nitekim, İstanbul kararlarının, “gelecekte hesap sorulmasının temellerini atmak için ciddi insan hakları ihlallerinin dökümantasyonu ve bunların değerlendirilmesi için uluslararası ve Suriyeli çabaları ve çok uluslu girişimi desteklemeyi” öngören 16. Madde, Başşar’ın akıbetini Miloşeviç’e benzetmeyi hedef alıyor.
Başşar Esad rejiminin biletinin kesilmekte olduğunu buradan anlayabiliriz. Başşar’dan “gelecekte hesap sorulmasının temellerini atmak” demek, Başşar’ın iktidarını sürdürmesi için, İstanbul’da biraraya gelen 80 dolayındaki ülke, hiçbir yükümlülük altına girmiyorlar demektir. Tam tersine, “hesap sormak” hesaplarına girişiyorlar demektir. Başşar’ı üstü kapalı biçimde “meşru taraf” olarak gören “Annan Planı”nın tabutuna çivi çakan da bu madde zaten.
“Dostlar Grubu”nun İstanbul toplantısının ardından, Türkiye’de kim, binbir dereden su getirerek, zalimden yana, kim değil göreceğiz...