Gaziantep’de son günlerde artan Suriyelilere yönelik saldırıların ardından, Gaziantep’te evinin deposunda bir Suriyeli aileyi saklayan Hüseyin Enver Ş., “Bu memleket çok büyük acılar çekti. Sivas’ı, Kahramanmaraş’ı, Çorum’u dün gibi hatırlıyoruz. Biz, burada benzer bir kara lekenin yaşanmasını istemiyoruz. Herkes, vicdanının sesine kulak versin” dedi.
Hüseyin Enver Ş.’nin deposunda yaşayan Suriyeli baba Abdülfettah “Suriye’de mi yoksa burada mı ölelim diye bekliyoruz. Hayatımızdan bıktık” diye konuştu.
Cumhuriyet gazetesinden Erk Acarer’in “Kara leke istemiyoruz!” başlığıyla yayımlanan (16 Ağustos 2014) izlenimleri şöyle:
Tekbir getirenler, gruplaşıp “Burada Suriyeli var” diye bağıranlar, ara sokaklarda koşturanlar… Gece, polis arabalarından yükselen anonslar ve peş peşe yol alan itfaiye araçlarından caddeye yansıyan kırmızı ışıkları altında eziliyor. Suriyelilere ait bir otomobil önce taşlanıp ardından da ateşe verilmek isteniyor.
Adını koymak lazım, Gaziantep’te gerginlik değil, apaçık sığınmacı Suriyeli avı var. Karayılan, Ünverdi ve Perilikaya… Önemli bir dipnot olarak, günlerdir devam eden olayların ağırlık merkezlerinin kentsel dönüşüm projeleri yaşanacak mahalleler olduğunu söylemekte yarar var. Bu durum, “Acaba başrol oyuncularının şehir halkı, figüranların ise, zaten yıllardır büyük bir dramın içerisindeki Suriyelilerin olduğu bir senaryonun içinde miyiz?” sorusunu akla getiriyor. İnsanlar, rantsal dönüşüme kurban mı ediliyor? Polisler ve halk arasında arbede yaşanıyor. Gençler öfkeli: “Suriyeliler işimizi aldı, her tarafta onlar var, artık mahallelerimizi terk etmelerini istiyoruz!”
Daha çok ekonomik nedenlere dayanan bir linç kültürünün tam ortasındayız. Gaziantep’te umutsuz bir hava var. Ancak bu havayı, kararlı ve yüksek tondaki bir ses dağıtıyor. Sesin sahibi, gençlere sert çıkıyor: ‘Evlerinize gidin!’ Bu tepki, polisten daha etkili oluyor. Belli ki, sesin sahibinin mahallede sözü dinleniyor. Geçtiği özet, gençlerin mahcubiyet duyup başlarını önlerine eğmelerine neden oluyor:
“Bu adamlar ne yapsın, savaştan kaçıp buraya gelmişler, 1 kişi bulup 30 kişi kovalamak ne demek. Ya onların yerinde siz olsaydınız?”
İşte bu sözler, insanın hayata olan güvenini arttırıyor. Kalabalık dağılmaya yüz tutunca, daha derin bir hikâye ortaya çıkıyor. Hüseyin Enver Ş.’nin can havliyle kaçan sığınmacıları öfkeli kalabalıktan gizlemeye çalıştığı anlaşılıyor. Umutsuzluğun ortasında, bir adamın portresi… Onu, iyi tanıyın, çünkü o bu coğrafyanın gerçek sesi! Karanlığın ortasında vicdan ve umudun yüzü! Enver Ş.’nin, Gaziantep’te, olayların başlamasının hemen ardından, yaşadığı evin altındaki kömürlüğü bir daireye dönüştürdüğünü ve Suriyeli komşularını oraya sakladığını öğreniyoruz. Sıkıntılı gecenin ertesinde, kömürlükten bozma dairenin önünde çaylarımızı içip, dertleşiyoruz. Suriyeli Amine ve Abdülfettah çifti, Abdülhamit, Ahmet, Behiye ve Ayşe Nur isimli çocuklarıyla topu topu 5 metrekare alanda yaşam savaşı verirken, dramları yüzlerinden okunuyor.
Onlarla, aşağı yukarı aynı zamanda, savaştan kaçıp gelen Türkmen bir ailenin 10 yaşındaki çocuğu Beşir tercümanımız oluyor. Baba Abdülfettah geçirdikleri zor günleri şu sözlerle anlatıyor:
“Suriye’de mi yoksa burada mı ölelim diye bekliyoruz. Hayatımızdan bıktık. Halep’teki evimize bomba isabet etti. 6 ay önce güç bela kaçıp Türkiye’ye sığındık. Sorunlarımız hiç eksik olmadı ama en azından korkmuyorduk. Şimdi yine ölümden korkmaya başladık. Bu olayların ne zaman biteceği belli değil, ne yapacağımızı bilmiyoruz.”
Baba Abdülfettah, çocukları ve eşini korumak için yoğun bir uğraş verdiğini söylüyor. Anlattıkları gittikçe dibe vuran bir yaşamın ipuçları:
“Savaş çıkmadan önce sorunsuz bir yaşamımız vardı. Tekstil sektöründe çalışıyordum.”
Gaziantep’te büyük oğlu Abdülhamit’le birlikte kömür torbalama işinde çalıştıklarından da söz eden çaresiz baba, “İşyeriyle de 2 gün önce ilişiğimiz kesildi. Ne yapacağımızı bilmiyoruz, bize şimdilik buradaki komşularımız bakıyor, onlara minnettarız. Çocuklarımı okula gönderebiliyordum. Yaşayıp gidiyorduk işte!”
“Sözün bittiği yerde” ise Hüseyin Enver Ş. konuşuyor:
“Borçlu hissetmelerine gerek yok, Aynı durumda olsak bize yardım eden de bulunurdu. Biz şehrimizde huzursuzluk istemiyoruz. Kimsenin incinmesine tahammül edemeyiz. Bu sorun devletin sebep olduğu bir sorun!”
Hüseyin Enver Ş., kısa vadede şehirdeki problemlerin çözülemeyeceğini de ekliyor… “Kimseyi kandırmasınlar” diyor, “Suriyelileri kamplara yerleştirmeye başladıklarını anlatıyorlar. Onlar sürgün edilirlerken, dün başka bir zulümden kaçan 50 otobüs dolusu Ezidi geldiğinden haberdarız.”
Söyledikleri, belki de kentteki en büyük sağduyu çağrısı:
“Bu memleket çok büyük acılar çekti. Sivas’ı, Kahramanmaraş’ı, Çorum’u dün gibi hatırlıyoruz. Biz, burada benzer bir kara lekenin yaşanmasını istemiyoruz. Herkes, vicdanının sesine kulak versin.”
Umut ve vicdan yolculuğu çocuklardan başlıyor. Gençler ve yetişkinler, “bir dramın içine düşmüş insanları” yakalamaya çalışıyorlar. Oysa Perilikaya, Serinevler Mahallesi’nde, Gaziantepli bir çocukla, Suriyeli yaşıtı aynı şişeden meyveli gazoz içiyor. Haberiniz olsun, sokaklarda şiddetle birlikte Hüseyin abi ve çocuklar var!