Ünlü Fransız iç giyim tasarımcısı Chantal Thomass’ı sütyen karşıtı olarak düşünmek çok zor. 1960’larda feminizmin yükselişiyle birlikte kadınlar sütyensiz dolaşmaya başladığında o da bu akıma kapılmış oysa. Fakat 1970’lerde sütyeni defile podyumlarına taşıyarak bir moda unsuru haline getiren de yine o olmuş.
Katya Foreman'ın BBC'de yaptığı habere göre; o zamanlar seksi iç giyim malzemelerinin bulunduğu tek yer Paris’in fuhuş bölgesi olarak bilinen mahallesiymiş. 1920’lerden bile sütyenlerin bulunduğu bir koleksiyona sahip olan Thomass, o dönemlerde iç giyimin sadece işlevsel görüldüğünü söylüyor. Sütyenin göğüsleri destekleme ve sergileme aracı olarak Avrupa’da Ortaçağ’a kadar uzandığını belirten Thomass, Asya’da ise yeni olduğunu, geçen yüzyılda bile kadınların göğüslerini hâlâ bezlerle sardığını söylüyor.
Sütyenin ilk tasarımları günümüzdeki inceliklerinden yoksun, kaba ve hapsedici özellikler taşıyordu. Her bedene uygun ölçülendirme tekniği ise daha sonra gündeme gelecekti.
Thomass, sütyenin oldukça ayrıntılı bir teknik içeren çok sayıda küçük kumaş parçalarından ve ek malzemelerden oluştuğunu belirtiyor. 1980’lerde esneyebilen sentetik kumaş likranın piyasaya girmesi, sütyen tasarımı açısından büyük olanaklar doğuruyor.
Sütyenin tam olarak ne zaman bulunduğunu kestirmek zor. Antik Yunan uygarlığında sütyen benzeri kumaş parçalarının varlığı biliniyor. Günümüz sütyenleri ise korseye dayandırılıyor.
2008’de Avusturya’da yapılan bir kazıda, günümüzdeki sütyenlere benzeyen yıpranmış dört kumaş parçasına rastlanmış. Innsbruck Üniversitesi’nden arkeolog Beatrix Nutz, 13. yüzyıl Fransız cerrahlarından Henri de Mondeville’nin, kadınların giydiği sütyen benzeri malzemelerden söz eden yazılarına gönderme yapıyor. 15. yüzyıl Alman şairlerinden biri de sütyenden şöyle söz ediyor: “Çoğu kadın göğüsleri için iki torba yapıp, genç erkeklere güzelliklerini göstere göstere dolaşıyor sokaklarda.”
İç giyimin tarihiyle ilgili bir müzenin küratörlüğünü yapan Colleen Hill, Fransa’nın en eski iç giyim markası Cadolle’nin sütyenin bugünkü konumunu kazanmasında büyük etkisi olduğunu söylüyor. “Feminist ve devrimci” olarak tanımlanan kurucusu Herminie Cadolle’ün, güzellik çağı diye adlandırılan 19. yüzyıl sonunda sütyen sayesinde kadınları korseden kurtardığı belirtiliyor.
1889’da yapılan ve sütyen olduğu söylenen bu tasarımla korsenin iki parçaya ayrılarak kadınlara hareket özgürlüğü sağlandığını söylüyor Hill.
1964’te üretilmeye başlanan hafif ve şeffaf görünümlü sütyenler ise 1950’lerin torpido görünümlü ağır sütyenlerine son vererek bir başka dönüm noktası olmuş.
Bundan 30 yıl sonra da ünlü pop şarkıcısı Madonna, bir zamanlar feministlerin baskı unsuru olarak gördüğü sütyene yeniden kucak açmıştı. Dünya turu sırasında giydiği Jean Paul Gaultier tasarımı koni şeklindeki ünlü korse benzeri giysisini “provokatif ve seksi” olarak değerlendiriliyor.
Hill ayrıca feministlerin sütyen yaktığına dair inancın asılsız olduğunu vurguluyor. 1968’deki Amerika güzellik yarışmasını protesto amacıyla toplanan feministler, ‘özgürlük kutusu’ olarak adlandırdıkları bir çöp kutusuna, başta sütyen olmak üzere, baskı aracı olarak gördükleri topuklu ayakkabı, makyaj malzemeleri ve kadın dergileri gibi eşyaları fırlatmışlardı. Fakat bunların yakılması söz konusu olmamıştı.
Önce sütyensiz dolaşan sonra kadınlığın sembolü olarak ona kucak açan modacı Thomass örneğinde olduğu gibi, sütyenle ilgili algı ve tasarımlar bundan sonra da değişmeye devam edecek gibi görünüyor.