"Suudi Arabistan, Arap Baharı denen kâbusun onların da kapısını çalabileceği korkusu içinde"

Veliaht Prens Muhammed bin Salman

Suudi Arabistan’da kadınlara otomobil kullanma hakkından sonra geçen hafta dev bir sıçrama geldi. Veliaht Prens Muhammed bin Selam, ‘Ilımlı İslam’a döneceklerini açıkladı. Bu gelişme, özellikle İslam dünyasında ABD-İsrail ekseninde yeni bir cephe hattı olarak yorumlandı. İslam felsefesi profesörü Prof. Dr. İsmail Kara’ya konuyla ilgili olarak "Suudi Arabistan’ın uluslararası yeni ve belki bir miktar daha tehditkâr bir baskı altında olduğunu düşünmek doğru olur. Bir nefeslenme ve hedef küçültme teşebbüsü... Arap Baharı denen kâbusun onların da her an kapısını çalabileceği korkusu hatta dehşeti içindeler" ifadesini kullandı.

Prof. Dr. İsmail Karaİsmail Kara, Hürriyet'ten İpek Özbey'e verdiği yanıtlar şöyle:

Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, “Ilımlı İslam’a dönüyoruz” açıklamasını yaptı. Siz bu açıklamayı nasıl okudunuz?

Cümlenin düz hali benim dikkat kesildiğim bir açıklama hiç değil. “Siyasal İslam’a geçiyoruz” deseydi de olmayacaktı. Ayrıca esas itibarıyla dini bir haber yahut açıklama da değil bu. Niçin söylendiği önemli olabilir.

Niçin söylendi o zaman?

Suudi Arabistan’ın uluslararası yeni ve belki bir miktar daha tehditkâr bir baskı altında olduğunu düşünmek doğru olur. Bir nefeslenme ve hedef küçültme teşebbüsü... Arap Baharı denen kâbusun onların da her an kapısını çalabileceği korkusu hatta dehşeti içindeler. Zaten Kral Faysal’ın öldürülüşü ve Kâbe baskınından sonra yönetici tabaka ve kabile reisleri bıçak sırtındalar. İsrail, tarihinde hiç olmadığı kadar son birkaç yıl içinde her tarafa dal budak saldı. Tehdit gücü çok arttı. Müttefik ve hamileri ABD ve İngiltere’nin ne yapacağı gittikçe muğlaklaşıyor. İran’ın yayılma kapasitesi artıyor. Zaten çok güçlü yapılar olmayan Arap Birliği yahut İslam İşbirliği Teşkilatı diye bir şey neredeyse hiç kalmadı. İçe dönük olarak da bir karşılığı var bu sözün, o da kraliyet ailesinin geleceğiyle, iktidar tartışmalarıyla, zannedildiği kadar homojen olmayan Suudilere verilecek mesajla alakalı. Bir de işin ‘ılımlı İslam’ kısmı var sorunuzda. Bizimle de alakalı bu.

Tekrar başa dönersek, “Önceden olduğumuz hale dönüyoruz. Tüm dünyaya, tüm dinlere açık olan ‘ılımlı İslam’a”. Veliaht Prens böyle diyor, önceden böyle miydi?

Tanıdık bir cümle bu. Uyum ve entegrasyon hattına geçmek isteyenler veya bu rolü üstlenenler böyle konuşur, İslam’ı da böyle yorumlar, cihadı nefisle mücadeleye indirger.

1979 İran Devrimi’nin bölgedeki bütün ülkelerin genetiğini bozduğuna inanıyor musunuz?

Bu konularda İran Devrimi’ni tek başına bir tahlil aracı olarak kullanmak bence yanlış, en azından eksik olur. İslam dünyasının büyük coğrafyalarında İran devriminin hemen öncesi ve hemen sonrasında olan benzer hadiseleri de görmek lazım.

Nelerdir bunlar?

1977-1978’de Pakistan’da General Ziya ül Hak’ın darbe ile iktidarı ele geçirmesi, Cemaat-i İslami ve Mevdudi gibi Yeni Selefi ve radikal fikirleri olan dini hareketler ve İslamcı aydınlar tarafından desteklenmesi, şeriatçı olarak gösterilmesi, 1979 sonunda Kâbe baskını, 1980’de Türkiye’de 12 Eylül darbesi ve İslamcıları da büyük ölçüde içine alan ve dönüştüren ANAP iktidarı –ki ben Özal’ı ve ANAP iktidarını 12 Eylül darbesinin bir devamı olarak değerlendiriyorum-, 1981’de Mısır’da Enver Sedat’ın öldürülmesi ve Mübarek’in başa geçişi... Bütün bu hadiseler İran Devrimi’nin de içinde olduğu bir kümeyi meydana getirirler ve tahmin edilenden ötede yeni iktidarlar birbirleriyle tanışık ve barışıktır, Humeyni yönetimi ile 12 Eylül darbecileri dahil. Bu büyük altüst oluşların neredeyse tamamı bazı dini yorumların ve hareketlerin önünü açarken bazılarını da gayrimeşru ilan etmiş, baskı altına almış ve biçimsizleştirmiştir. Bütün İslam dünyasında ve Türkiye’de hem ‘ılımlı İslam’ın hem ‘siyasal İslam’ın buralara uzanan damarları var. Bu olup bitenlerin büyük Müslüman coğrafyalarını Soğuk Savaş sonrasına hazırlamak olarak da okunabileceği kanaatindeyim.

Toplumsal karşılığı olduğunu sanmıyorum

Suudi Arabistan’daki bu değişim dipten, gençlerden, halktan nasıl karşılık görür?

Kendiliğinden, tabii olarak toplumsal bir karşılığı olduğunu zannetmiyorum. Uluslararası tehdit bu yolla bir miktar savuşturulacaksa karşılık bulur.

Bunun İslam dünyasına yararı mı olur, zararı mı?

Suudi Arabistan İslam dünyası için hiçbir zaman büyük ve etkili bir devlet olmadı, ne siyasi olarak ne entelektüel olarak, ancak bir koalisyon içinde sınırlı bir anlamı ve etkisi olabilir. Türkiye, Mısır ve İran’la mukayese edilemez yani. Fakat buradaki hadise Suudi Arabistan’la sınırlı bir mesele değil. İslam ülkelerinin, Müslüman aydınların ve politikacıların küresel politikalara, kapitalist sisteme uyum ve entegrasyon istikametinde bir yol tutturmaları sadece İslam dünyası için değil insanlık için de büyük bir kayıp ve zarardır bence. Çünkü İslamiyet din dışı modern düşüncenin, kapitalizmin ve sömürgeciliğin, dünya sisteminin –bunların üçü doğrudan irtibatlıdır- inşasında yer almayan tek inanç sistemidir. Bu sebeple potansiyelleri itibarıyla tek çıkış yoludur. Ilımlı İslam bu manada Müslümanların ve insanlığın çıkış yollarını kapatmak manasına da geliyor.

Hep denir ya, ılımlı İslam projesinin en çok denendiği topraklar bizim topraklarımız diye. Konuya Türkiye olarak bakarsak, Suudi Arabistan yeni Türkiye mi olacak?

Suudi Arabistan ve prens cenapları bunu duysa çok sevinir herhalde. Latife bir tarafa iş biraz daha karışık. Şöyle ki: Cumhuriyet ideolojisinin kurulduğu ve yerleştiği yıllarda İslamiyetin tehlike teşkil eden tarafı modern yorumlara açık olan yönü değil halk Müslümanlığı, geleneksel Müslümanlıktı. Burada kuvvetli bir direnç ve muhalefet damarı vardı veya siyasi merkez böyle düşünüyordu. O yıllardaki oryantalistik ayırım da ılımlı İslam-siyasal İslam şeklinde değil, ‘üst yahut entelektüel İslam-folk İslam’ şeklinde idi. Olumsuz taraf folk İslam’dı. Cumhuriyet ideolojisi bunu benimsedi, aslında amaçları farklı olmakla beraber radikal İslamcılık da benimsedi. Diyanet biraz da folk İslam’ı değiştirip dönüştürmekle görevlendirildi. Bu gözden kaçan bir durumdur. Halbuki son yıllarda halk Müslümanlığı Ilımlı İslam’ın yanında, yakınında duruyor gibi bir manzara arz etmeye başlamıştı. Türkiye’yi ılımlı-ılımsız çerçevesinden çıkarırsak sorunuzla irtibatlı olarak yine konuşulması gereken bir bölgesi kalıyor.

Nedir o?

Türkiye laik bir sisteme geçmiş tek İslam ülkesi. İslami endişe sahiplerine, dini kurumlara, dini düşünceye ve hayata dönük mevzuatı ve uygulamaları da dar ve daraltıcı, sert ve kıyıcı olmuş. Çok partili hayatla birlikte başlayan kısmi normalleşme bir miktar mesafe almış olmasına rağmen hâlâ laiklikle alakalı her başlıkta ciddi problemler ve boşluklar var. İşin kültürel ve entelektüel tarafı daha problemli ve düşük seviyede. Şunu söylüyorum; dinle ilgili bütün meselelerde muğlaklık ve müphemlik hâkim çizgidir; dün de bugün de. Geleceğim nokta şurası: Bu tecrübeyi Türkiye başkaları için de bakılabilecek bir tecrübe haline getirmeyi dün isteseydi, bugün istiyorsa –ki dün için de bugün için de bundan emin değilim- bunu yüzüne bakılabilir hale getirmesi beklenirdi. Laik olan tek Müslüman ülke biziz edebiyatı tek başına bir anlam ifade etmez, etmedi. Bugün Türkiye’nin Müslüman ülkelerde, özellikle halk nezdinde hâlâ kuvvetli bir itibarı ve nüfuzu varsa bu Cumhuriyet devrinin kazanımları üzerinden işlemiyor, geleneksel ve tarihi kodlarla işliyor. Ayrıca Arap memleketlerinin siyasi elitleri ve eğitimli kişileri yani Cumhuriyet devrine daha yakın olması gerekenler Türkiye muhalifidir, en azından mesafelidir. Bunları görmek lazım.

Parlaktı ama kurmaca yanı çok belliydi

Evet oraya gelelim. Ilımlı İslam deyince ne anlamalıyız?

Ilımlı İslam ve yakın anlamlı olarak onun yanına yöresine yerleştirilen ‘liberal İslam’, ‘kültürel İslam’ tamlamaları tek başlarına anlamsız ve çıplaktır. Ayrıca tarihsizdir de. Karşısında da ‘siyasal İslam’, ‘radikal İslam’, ‘cihadist İslam’ falan var. Bu ikincinin ucu teröre kadar çıkıyor. Ilımlı İslam-siyasal İslam ayırımının Soğuk Savaş sonrası dönemin hâkim çerçevesi olduğunu hatırlamamız lazım. Bu İslam ülkelerinin ürettiği bir çerçeve de değil. Belli ki İslam dünyasında bu arada Türkiye’de tasfiye edilecek, tehdit olarak gösterilecek fikir, kişi ve gruplarla destek görecek, arkası okşanacak kümeler, yapılar ayrıştırılıyordu. Fakat Türkiye dahil bazı İslam ülkelerinde çok çabuk tedavüle girdi bu çerçeve. Aydınlar, basın-yayın organları taşıyıcılığını ve dağıtımını hevesle yaptı. Bazı siyasi yapılar, dini gruplar ve İslamcı yazarlar ‘ılımlı-kültürel İslam’ tarafına geçtiler ve demokrasi, insan hakları, laiklik, bir arada yaşama, çok hukukluluk, liberallik, hoşgörü gibi kavramların savunucusu oldular. Aynı kavramlar etrafında soldan, sağdan, İslamcı cenahtan gelme birçok liberal aydın, siyasetçi ile birlikte hareket ettiler. Aynı gazetelerde yazıp aynı televizyonlarda konuştular. Bu çizgi küreselleşme politikalarına da paralel düşüyordu. Peşi sıra ‘siyasal İslam’ın iflası’ kitapları da yazıldı, çevrildi ve okundu.

Hiçbir olumlu tarafı olmadı mı bu yumuşak söylemin?

‘Abant Toplantıları’na niçin katılmadığımı sorgulayan meşhur bir ilahiyatçı hocam da bana böyle sormuştu. Bu süreçleri yakından takip ettiğimi söyleyebilirim. Parlak görünüyordu ama suniliği ve kurmaca tarafı çok belliydi ve sırıtıyordu. Ayrıca hangi meşrepten olursa olsun ilim adamlarının, aydınların uyum ve entegrasyon çizgisine yaklaşmaları, demokrasi, liberal ekonomi, laiklik üzerinden sistem savunuculuğu, küreselleşme ve kapitalizm havariliği yapmaları bence savunulamaz. En azından tenkitçi olmaları, aktüel olana mahkûm olmamaları beklenir ve istenir. Siyaset ve ticaret gibi daha pratik ve pragmatik mantıkla çalışan çevreler işin esasını bilmek şartıyla bu hatta yaklaşırlarsa mazur görülebilir. Bu meslekler büyük ölçüde uzlaşma üzerinden yürür çünkü.

Siyasal İslam’ın benzer problemleri var mı?

Elbette var. Konumuz ılımlı İslam olduğu için oraya intikal etmedik.

Ama bunların İslam toplumlarında hiç karşılığı yok mu?

Var tabii. Zaten hiç karşılığı olmayan bir söylem ve araç işe yaramaz, kimseye hitap etmez. Ama yine de öncelik ve ağırlık noktalarını atlamak bizi doğru anlama ve yorumlamadan uzaklaştırır.

Derin meseleleri örten bir şal

Suudi Arabistan’daki bugünkü uygulamaları ‘aşırı’ buluyorsunuz ama değil mi?

Suudi Arabistan değerlendirmesi benim bulunduğum yer itibarıyla medyatik haberler ve konular üzerinden yapılamaz. Kadınların araba kullanıp kullanamayacakları gibi frapan başlıklar ancak gerçek ve derin meseleleri örten kalın bir şal olabilir.

Bir görüş de ‘ılımlı İslam’ın ‘İslam’ı protestanlaştırma ve içini boşaltma projesi’ olduğu. Katılır mısınız?

Biraz farklı meseleler olmakla beraber en azından tamamen irtibatsız değil. Çünkü siyasal İslam fikriyatında da protestanlaşma unsurları bulunabilir. Siyasal İslam’ın dönüştürme ve biçimsizleştirme kapasitesi karşıtından az değil. İkisi birlikte programı tamamlıyorlar. Müspet veya menfi etkileri de böyle.

Şii ve Sünni ayrışmasından sonra bu yeni bir ayrışmaya sebep olur mu?

Zannetmiyorum. Soğuk Savaş sonrası dönem itibarıyla bütün İslam dünyasının eğitimli insanları bu fikirlere aşina ve birine taraftar. Bunun üzerinden yeni büyük bir yarık ortaya çıkmaz. Ayrıca Sünnilik ve Şiilik çok köklü gelenekler ve dini yorumlar. Hem Sünniliğin hem de Şiiliğin modern yorumları sanıldığının aksine birbirine çok yakınlaşmıştır. Çağdaş İslam düşüncesinin ve İslamcılığın böyle bir faydası da oldu. Aktüel siyaset ve uluslararası münasebetler onları uzaklaştırıyor.

Kimdir?

1955 yılında Rize’de doğdu. İstanbul İmam Hatip Okulu’nu, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nü ve İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nü bitirdi. Uzun yıllar Dergâh Yayınları’nda editörlük ve yayın yöneticiliği, St. Pulcherie Fransız Kız Ortaokulu’nda din dersi öğretmenliği yaptı. ‘İslâmcılara Göre Meşrutiyet İdaresi 1908-1914’ başlıklı teziyle siyaset bilimi doktoru, 2000’de doçent, 2006’da İslam Felsefesi profesörü oldu. 1995 yılından itibaren çalıştığı Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden 2015’te emekli oldu. Halen İstanbul Şehir Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde hoca. İki ciltlik ‘Cumhuriyet Türkiye’sinde Bir Mesele Olarak İslâm’ gibi pek çok esere sahip olan Prof. Kara’nın ihtisas sahası; çağdaş Türk düşüncesi, çağdaş İslâm düşüncesi, Türkiye’de ve İslam dünyasında dini hareketler, din-siyaset ilişkileri...