Hürriyet yazarı Taha Akyol, Danıştay’ın 149’ncu kuruluş yıldönümü programında konuşan Danıştay Başkanı Zerrin Güngör'ün “Olağanüstü halin ilanı ve bu süreçte kabul edilen KHK’ların amacı, devletin kurumlarını terör örgütü mensuplarından arındırmak ve demokrasiyi korumak olup kişilerin hak ve özgürlüklerine, amaç dışında herhangi bir sınırlama getirilmemiştir" ifadesine tepki gösterdi.
"Evvela milletin yüzde 48.6’sının hayır, yüzde 51.4’ünün evet dediği, tartışmaların hâlâ sürdüğü bir konuda Danıştay Başkanı’nın 'taraflı' beyanda bulunmasını yadırgadım" diyen Akyol, "İkincisi KHK’lar hakkındaki sözlerini de 'ihsas-ı rey” olarak görüyorum' ifadesini kullandı.
Zerrin Güngör'ün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Rize'de çay hasadı yapması da tepkilere neden olmuştu.
Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından yayımlanan "Tutanak Terimleri Sözlüğü"nde "ihsas-ı rey" kelimesi şöyle tanımlanıyor:
"Görüşünü hissettirme, sezdirme, kanaatini açıklama, bir olay hakkında hüküm verilmeden önce görüş ve kanaatini belirtme. 'Bunu bendeniz ihsası rey mahiyetinde telâkki etmiyorum."
Taha Akyol'un "Sayın Başkan" başlığıyla yayımlanan (11 Mayıs 2017) yazısı şöyle:
Danıştay Başkanı Sayın Zerrin Güngör’ü dikkatle dinledim.
Tabii her uzun konuşma gibi doğruların yanında tartışmaya açık yönleri de vardı.
Ben Sayın Başkan’ın konuşmasındaki iki konu üzerinde durmak istiyorum.
- 16 Nisan referandumunda kabul edilen yeni sistemle kuvvetler ayrılığının güçlendiğini belirtti.
- OHAL kararnamelerinin terör örgütü mensuplarından devlet kurumlarını arındırmak ve demokrasiyi korumak amacıyla çıkarıldığını, kişilerin hak ve özgürlüklerine, amaç dışında herhangi bir sınırlama getirilmediğini söyledi.
Evvela milletin yüzde 48.6’sının hayır, yüzde 51.4’ünün evet dediği, tartışmaların hâlâ sürdüğü bir konuda Danıştay Başkanı’nın “taraflı” beyanda bulunmasını yadırgadım.
İkincisi KHK’lar hakkındaki sözlerini de “ihsas-ı rey” olarak görüyorum.
Elbette yeni sistem hukuken geçerlidir. Fakat kuvvetler ayrılığını güçlendirdiği mi yoksa zayıflattığı mı konusu hem siyaseten hem hukuken tartışılıyor.
Sayın Başkan’a, “Hâkimlerin Statüsü Hakkında Avrupa Şartı”nı hatırlatmak isterim. Bu belgede yargı atamalarını yapan HSK gibi kurulların mutlaka “yürütme organından bağımsız” olması ve bunu sağlamak için “üyelerinin en az yarısının kendi meslektaşlarınca seçilmesi” hükmü vardır.
Cemaat gibi örgütlenmelerin veya Adalet Bakanlığı gibi siyasi organların seçimleri bozmaması için “tek adaya tek oy” gibi usuller de tavsiye edilir.
Bu, sıradan bir hukuki belge değildir. AYM ve AİHM tarafından referans yapılan bir hukuk belgesidir.
Buna rağmen bizde yeni sisteme göre, HSK’nın 13 üyesinden 6’sını cumhurbaşkanı belirleyecektir; bunlardan Adalet Bakanı kurulun başkanıdır üstelik.
Kalan 7 üyeyi ise başka bir siyasi organ olan Meclis belli yetersayı ile seçecek.
Yargı niye devre dışı, kuvvetler ayrılığı güçleniyor mu?
Fransa, 1998 tarihli bu “Hâkimler Şartı”nı dikkate alarak 2008’de anayasalarının 64. maddesini değiştirdiler. Fransız HSK’sının başkanı cumhurbaşkanıydı, Adalet Bakanı onun vekiliydi. İkisini de HSK’dan çıkardılar.
Fransa’da HSK’nın başkanı, Yargıtay başkanı kimse odur.
Yargı bağımsızlığı işte böyle güçlendirilir.
Bizim Anayasa Mahkememiz, Adalet Bakanı’nın HSK’ya bürokrat atamasını bile kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı bularak iptal etmişti. (Karar No: 2014/81)
AİHM Büyük Dairesi de Macaristan’da anayasa ve yasa değiştirerek yargıya müdahale edilmesini “ihlal” saymıştır. Her hukukçunun okuması gereken bir hukuk abidesidir AİHM’nin bu kararı. (İkinci Daire, 20261/12)
Bizdeki anayasa değişikliğini inceleyen “Hukuk Yoluyla Demokrasi Avrupa (Venedik) Komisyonu” da kuvvetler ayrılığının son derece zaafa uğratıldığını yazdı raporunda. (Paragraf 119)
OHAL kararnameleri elbette “devlet kurumlarını terör örgütü mensuplarından temizlemek” için çıkarıldı...
Fakat Sayın Başkan, hükümetin üç aydır kurmadığı “Ayıklama Komisyonu”kurulursa, komisyon kararlarına karşı insanlar Danıştay’a gidebilecek.
Daha davaları görmeden nasıl bilebiliriz KHK’ların hak ve özgürlükleri sınırlamadığını?
Dahası, her ihraç edilen terör örgütü mensubu mu?
Anayasa hukukçusu Prof. İbrahim Kaboğlu gibi bir insan bu bahaneyle ihraç edilmedi mi?
Hak ve hürriyetleri kısıtlanmış olmadı mı?
Bir yüksek yargı görevlisinin böyle konuşması, idari yargının muhtemel yorumları hakkında “ihsas-ı rey” algısı yaratmaz mı?
Asıl hassasiyetle vurgulamak gereken sorun, yargı kararlarının uygulanmaması değil midir?
Farklı görüşler olabilir, yeter ki hukuku üstün tutalım.