Digiturk'ün savcılık kararıyla 7 kanalın yayınına son vermesini değerlendiren Hürriyet gazetesi köşe yazarı Taha Akyol, yaşananların "genel otoriterleşmenin bir parçası" olduğunu yazdı. "Hiçbir iktidar yargıya bu kadar el atmadı, dünyada hiçbir iktidar böyle totaliter bir medya yaratmadı" diyen Akyol, Türkiye'yi "guguk devleti" olarak nitelendirdi.
Taha Akyol'un Hürriyet gazetesinin bugünkü (10 Ekim 2015) nüshasında yer alan köşe yazısı şöyle:
Savcılık kendince sakıncalı saydığı TV kanallarına erişimi kısıtlattırmak için Digitürk gibi özel şirketlere emir verebilir mi? Değil emir, telkin ve tavsiyede bile bulunamaz.
Hukuk devletinde savcının tek yetkisi vardır: Soruşturma açmak.
Fakat savcılık Digitürk'e bir yazı göndererek Cemaat yanlısı 7 adet TV kanalının bu platformda yayınlanmasını engelledi! İçlerinde çocuk kanalları da var.
Savcı, yazısında Digitürk'e abanın altından sopa da gösteriyor. Cemaat'e yüklenen darbeye teşebbüs gibi çok ağır bir "fiile iştirak edilmemesi" uyarısında bulunuyor!
Savcı daha önce de Ulaştırma Bakanlığı'na aynı nitelikte bir yazı göndererek aynı TV kanallarının Türksat Genel Müdürlüğü tarafından engellenmesini istemişti. Kanuna aykırı bir istemdi bu. Nitekim Başbakan Davutoğlu da şu tepkiyi göstermişti:
"Hayır, böyle bir şey söz konusu değil. Bu yapıların yayın organları 17-25 Aralık'tan sonra da yayınlarını sürdürdüler. Bir savcının ifadesi, bildirimi değil, bir hukuki süreç (yargılama) tamamlandığı zaman o hukuki süreç herkesi bağlar." (21 Mayıs 2015)
Hukuki durum böyle aydınlanmışken savcı neden hukuka aykırı aynı girişimi dört ay sonra tekrarladı? Cumhurbaşkanı'nın Tokyo'ya giderken bu yönde verdiği işareti hatırlamamak mümkün mü?
Bakanlık ve Türksat Genel Müdürlüğü savcının yazısını yok saymıştı. Fakat daha özgür olması gereken bir özel sektör şirketi Digitürk, boyun eğdi, "Mahkeme kararı var mı?" diye soramadı!
Özel sektör nasıl bir korku içinde, görüyor musunuz?
Anayasa Mahkemesi'nin Twitter ve YouTube kararları bu konuda emsal niteliğindedir. AYM, bu kararlarında ifade hürriyetinin kullanılmasında "zamanlama"nın önemini vurguluyor. "Zamanın geçmesiyle güncelliğin kaybolması" ihtimali varsa yasağın derhal kaldırılması gerektiğini, zira güncellik geçtikten sonra yasağı kaldırmanın bir kıymeti olmayacağını belirtir.
7 kanalın kısıtlanmasıyla "1 Kasım seçimlerinin güncelliği" arasındaki ilişkiyi kim inkâr edebilir?! Bu kanallar muhalif yayın yapıyorlar.
AYM kararındaki şu tespit de hukukçuların kulağına küpe olmalıdır: Twitter veya YouTube'daki belirli içerikler yüzünden tümüne erişimin kısıtlanması, "bu yayınlardan yararlanan tüm kullanıcıların ifade özgürlüğüne yönelik ağır bir müdahaledir." (Twitter başvuru no. 204/3986; YouTube başvuru No. 2014/4705)
Savcı bu kararları bilmiyor mu? Üstelik AYM'nin YouTube'la ilgili kararı "Genel Kurul Kararı"dır, "emsal"den öteye "bağlayıcı"dır.
Twitter veya YouTube'a erişimi kısıtlamakla, TV kanallarına erişimi kısıtlattırmak hukuken aynı derecede insan hakları ihlalidir. Meselenin diğer bir yönü, savcının, asıl yetkili olan RTÜK'ü de atlamasıdır. Nitekim RTÜK'ten de savcının işlemine dönük eleştiriler geldi.
Mesele genel otoriterleşmenin bir parçasıdır.
Yapboz kanunlarıyla adaletin hizaya getirilmesi... HSYK seçimlerini Adalet Bakanlığı'nın yönlendirmesi, HSYK'nın kendi yönetmeliğini çiğneyerek atamalar yapması...
Yargıya güvenin "yerlerde sürünüyor" olması...
Bağımsız medya üzerinde artık fiili saldırı boyutlarına varan ağır baskılar... İktidar imkânlarıyla desteklenen militan medyanın linç kampanyaları, Sayın Bülent Arınç'ın deyişiyle "kan damlayan kalemler, şeref ve haysiyet cellatları" otoriteleşmenin diğer aletleridir.
Hiçbir sivil iktidar yargıya bu kadar el atmadığı gibi böylesi totaliter bir medyayı da dünyada hiçbir demokratik iktidar yaratmamıştı.
Fakat 21. yüzyılda "guguk devleti" olamaz. Er geç liberal demokrasi, hukuk devleti, basın hürriyeti gerçekleşecektir."