T24
Diyarbakır'ın Sur ilçesinde 2015 yılında uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren eski Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi davası 10'uncu Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Eşinin ölümünden sonra devam ettiği hukuk fakültesini bitirerek avukat olan Türkan Elçi, duruşmada “Yükselen bu duvarın harcında empati yoksunluğu var. Çünkü dört yılı aşkın bir zaman sonra açılması beklenen bir davadan medet uman mağdurlar olarak sanık muamelesi gördük dışarıya atılmak istendik” dedi. Ankara, Artvin ve Kars barolarının davaya katılma taleplerini reddeden mahkeme, TÜBİTAK raporunun beklenmesine karar vererek bir sonraki duruşmayı 5 Temmuz 2023 tarihine erteledi.
Elçi’nin öldürülmesine ilişkin üçü polis dört kişinin yargılandığı davanın duruşması, Diyarbakır 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.
Duruşmada söz alan Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi, şunları söyledi: "Bildiğiniz üzere dava sürecinin üzerinden yaklaşık iki yıl geçti. Bugün iki yıllık süreci değerlendirmek bizim açımızdan zorunlu hale gelmiştir. İlk duruşmaya geldiğimiz gün yargının ülke genelindeki pratiğini bildiğimiz halde yine de adaleti bulma yönünde umudumuzun olduğunu dile getirmekte beis görmemiştik. Savaşa karşı çıktığı esnada katledilen bir hukuk insanının, bir baro başkanının katledilmesinin alelade bir dava olmadığını, bu davanın kişisel olmak kadar toplumsal ehemmiyetini, haksızlığa uğrayan her vatandaş gibi adaleti arama derdinde olduğumuzu ifade etmeye çalıştık; fakat anlaşılamadığımızı, en doğal hakkımız olan adaletle aramıza gün geçtikçe bir duvarın örüldüğünü kısa sürede idrak ettik.
Yükselen bu duvarın harcında empati yoksunluğu var. Çünkü dört yılı aşkın bir zaman sonra açılması beklenen bir davadan medet uman mağdurlar olarak sanık muamelesi gördük dışarıya atılmak istendik.
Bu duvarın harcında toplumun genelinde ve bu davanın özelinde adalet bekleyenlerin derdini anlamada kayıtsızlık, devletin yargıcı olma kaygısı, devletin polisini yargılayamama, cezasızlık geleneği, kendine yakın hissetmediklerine önyargı var. Oysaki Kuranda geçen Maide 8. Ayetinde “Ey iman edenler Allah için hakkı titizlikle ayakta tutan adalet ile şahitlik eden kimseler olun. Bir topluma olan kininiz sizi adaletsizliğe itmesin. Adil olun. Bu Allah'a karşı gelmekten sakınmaya daha yakındır. Allaha karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”der.
Bu duvarın harcında zulüm var. Vatandaş anasının ak sütü kadar helal olan adalete erişemiyorsa, ortada zulüm var demektir. Adaletin zıddı zulümdür. Adalet insaflı davranma çerçevesinde tanımlanır, zulüm başkasının hakkını yemek, hakkına engel olmak, hakkını eksik vermek, eziyet etmekle eş anlamlıdır. Aynı zamanda adalet yükümlülük olarak da kabul edilir. Biz defalarca olay anından bugüne kadar hakkımız olan adaleti dile getirdik; bu sözcüğün anlamını yitirdiğinin de farkındayız. Konfüçyüs “kelimeler anlamlarını kaybettiğinde insanlar özgürlüklerini yitirir,” der. "Adalet” sözcüğünün anlamını yitirdiğini bu salonda görebiliyoruz.
Mevlana’ya sorarlar zulüm nedir, “Zulüm bir şeyi yerinde kullanmamaktır” der. “Adalet nedir?” diye sorduklarında “bir şey yerine koymak” diye yanıt verir. Mülklerin temeli adaletle tanımlanıyorsa mülkün vatandaşlarına bu hakkı teslim etmek, dağıtmak keyfiyete göre değil, mecburiyettir…
Sokrates’e sormuşlar “bu dünyayı ayakta tutan şey nedir? “Bu dünya adaletle ayakta durur, Zulüm geldiği zaman o devletin varlığı düşünülemez.” diye cevap vermiştir.
Bizim bugün hakkımız olan adaleti teslim etmeyecekseniz zulmetmiş sayılırsınız. Ördüğünüz bu duvarın zulümden müteşekkil olduğunu da ahir ömür hatırlatacağız.
İki yıldır meslektaşlarım bu duvarı aşmak için ellerinden gelen çabayı avukatlık etiğine dikkat ederek, davayı şova dönüştürmeden, sadece hukukun gerektirdiği bir çabayla emek sarf ettiler, bu çabalarından dolayı da ayrıca onlara şükran borcum var.
Bu salonda, hakkımız olan adalete ulaşamayacağımız yönünde hukuksuzluklarla çizilmiş huzura uzak olduğumuzu anlatan karanlık bir tablo hasıl oldu. Bugün burada bu tabloyu tarife çalışıyoruz. Bu tabloya bir toplumun beklentileri, insanca bir hayat tahayyülü, barışçıl dünya talebi, şiddetin savaşın karşısında aydın bir insanın kendini yükümlü hisseden iffetli ve cesaretli duruşu hapsolacaktır.
Sivil insanların ölümüne karşı çıkan, toplumsal barışın ve huzurun tesisi için gadre uğramış birinin katlinden sorumlu tutulanların nasıl bir senaryoyla suça bulaştıklarının ifşası konusunda hakkıyla bir yargılama yapılmadığını, bir eşten daha ziyade bir insan olarak hak etmediğimiz hukuksuzlukları dürüstçe dile getirmek konusunda mecburiyet hissediyorum. Aksi takdirde üzerinize kalacak vebale ben de ortak olmuş sayılırım. Şahsi menfaatinden çok uzak, inandığı bir ideal için katledilmiş birinin yakını olarak başkalarının vebalini boynumda taşıma niyetimin olmadığını bir kez daha dile getirmek isterim. Albert Camus’un biyografisinde şöyle bir paragraf geçer. “Ama bir insanın öldürülüşünü görmezlikten gelmek, kolay iş değil. Açıkçası böyle bir şey ancak söz konusu insana insan gözüyle bakmadığınız zaman mümkündür.”
İnsana insan gözüyle bakabilmemiz de ancak içimizde taşıdığımız vicdanla mümkündür. Victor Hugo’nun dediği gibi “En mükemmel adalet vicdandır.” Mahatma Gandhi, “Her tür mahkemeden daha yüksek bir mahkeme vardır, o da vicdandır. O, diğer bütün adalet sistemlerinin üzerindedir,” demiştir. Vicdan sözcüğüne evrensel ve ulusal hukuk uygulamasında özel anlam atfedildiği de unutulmamalıdır.
Hukukun, kanunların, toplumun tanrısal bir paye biçmiş olduğu bu makamın bağımsız, objektif, kendi şahsi menfaatlerinden çok uzak, tarafsızlığını hissettirmesi vereceği karar kadar, kararın oluşturulduğu süreçte de tarafsızlığını hissettirme sorumluluğunun olduğunu hatırlatmak istiyoruz. İki yıllık sürecin sonunda yargının tarafsızlığına güvendiğimizi dile getirmeyi çok isterdik. Kendimizi huzurlu ve hakkı teslim edilmiş bir vatandaş olarak hissedebilmemiz için aleyhimize işleyen her durumda umudumuzu kaybetmeden hakkımız olan adaleti karar anına dek bu salonda düşlemekten ve talep etmekten geri durmayacağımızı bir kez daha dile getireceğiz.”
Türkan Elçi'nin ardından Diyarbakır Baro Başkanı Nahit Eren, mahkeme heyetine, dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu'nun “Tahir Elçi’nin siyasi bir cinayete kurban edildi” sözlerinin neden dinlenilmeye değer olmadığını sordu. Mahkemenin yargılamayı adil yürütmekten uzak olduğunu ve ceza yargılama ilkelerini gözetmediğini yargılamanın konusu Kürtler olunca hukukun işlevini yitirdiğini, mahkemenin hukuki dayanaktan yoksun kararlar verdiğini, birilerinin dosya savcısına talimat verdiğinin anlaşıldığını, mahkeme heyetinin davayı aydınlatmayacaksa çekilmesi gerektiğini ifade etti.
Mahkemenin duruşmaya bir süre ara vermesinin ardından Ankara, Kars ve Artvin baroları davaya katılma talebinde bulundu.
Savcılık, suçtan doğrundan zarar göremeyen baroların katılma taleplerinin reddini talep etti. Duruşmaya yarım saat ara verildi.
Verilen aranın ardından mahkeme, TÜBİTAK raporunun beklenmesine, katılma taleplerinin reddine, mülkiye raporunun ses ve görüntü kayıtlarının celbine, olay görüntülerinin kesik olduğu hususu nedeniyle araştırma taleplerinin reddine karar verilerek bir sonraki duruşmayı 5 Temmuz 2023 tarihine erteledi.