Prof. Dr. Selva Demiralp
Bankaların tahsil edemediği krediler ya da takipteki alacaklar, Türkiye ekonomisinde önemli bir tıkanıklık yaratmaya başladı.
Bankaların finansal sistemin can damarını oluşturduğu ülkelerde ekonomik büyüme ile kredi büyümesi arasında çok yakın bir ilişki mevcut. Türkiye de bu ülkelerden birisi.
Böyle ülkelerde kredi büyümesinde yaşanan aksamalar ekonomik büyümenin de sekteye uğramasına sebep oluyor. İşte bu nedenle, kredi büyümesinin önündeki en önemli engellerden biri olan takipteki alacak sorununu anlamak ve etkin çözüm önerileri geliştirmek oldukça önemli.
Takipteki alacaklar, bankanın bir süredir ödeme alamadığı ve kredinin tamamının ödenmesinden ümidini kesip gözden çıkardığı miktar kadar provizyon ayırması gereken kredileri gösteriyor.
Takipteki alacaklardaki artış ise:
gibi nedenlerle bankaları temkinli olmaya ve kredi arzını kısmaya itebiliyor.
22 Kasım'da Koç Üniversitesi-TÜSİAD Ekonomik Araştırma Forumu'nun düzenlediği panelde de bu sorun ve çözüm önerileri konuşuldu.
Hızlı büyüme dönemleri, ekonomide iyimserliğin hakim olduğu, kredi standartlarının gevşediği ve risk iştahının yüksek olduğu devrelere karşılık gelir.
Bu tür dönemleri takiben ekonomi kaçınılmaz olarak yavaşlamaya başladığında ise takipteki alacaklarda artış görülür.
2017 sonrası büyüme odaklı politikalarla aşırı ısınıp sonrasında yavaşlamaya başlamış bir ekononomide takipteki alacaklarda olası bir artışın öngörülebilir olduğunu söyleyebiliriz.
Hızlı büyümeye ilave olarak, 2010 sonrası dönemde dış borcu giderek artan özel sektör, Ağustos 2018'de yaşanan kur şoku sonrasında borç yükünde ani bir artışla karşı karşıya kaldı. Nakit sıkıntısı çeken şirketler banka borçlarını ödeyemeyince takipteki alacaklar artmaya başladı.
Banka kredilerinin yavaşlaması ekonomide arzu edilen canlanmanın gecikmesine sebep olur. Krediler sadece yatırımlar için değil günlük aktivitenin finansmanı için de gerekli olduğundan krediler kanalının durması daha fazla firmayı iflasın eşiğine sürükleyebilir.
Borç alan firma açısından bakıldığında, alınan kredinin takipteki alacağa dönüşmesi teminatı bağladığı için yeni fonlama ve yatırım imkanları kısıtlanır. Borcu biriken firmanın yatırım iştahı ve kredi talebi azalır. Kredi talebindeki azalış banka karlılıgını düşürür. Bu da bankanın takipteki alacakları temizleme kapasitesini azaltarak bir kısır döngüye sebep olabilir.
Takipteki alacaklar sistemde bir tıkanıklık yarattığından bu kredilerin temizlenmesi sistemin önünü açmak açısından elzemdir.
Takipteki kredi oranı, aktif bir çaba ile bu kredilerin bilançolardan çıkarılması ile düşeceği gibi ekonomik büyümenin hızlanıp sağlıklı kredilerin artması ile pasif olarak da düşebilir.
Aktif bir çaba durumunda, sözkonusu kredilerin bilançolardan ne şekilde temizlendiği önemlidir. Amaç hızlı bir şekilde, büyük iskontolarla bu kredileri bilançodan çıkarmak olmamalıdır. Çünkü net defter değerinin ciddi şekilde altında satılan kredi, banka açısından zarar olarak kaydedileceğinden sermayedeki olumlu etki baskılanabilir.
Sorunun çözümünde ilk adım bankaların şeffaf ve güvenilir bir şekilde varlık kalitelerini değerlendirmesi ve gerekli provizyonları sağlamasıdır. Takipteki kredilerin bir yan etkisi güven ortamını zedelemesi olduğundan şeffaflık bu güvenin tekrar kazanılmasında kritiktir.
Sermaye sıkıntısı çeken bankalar varlık değerini olduğundan yüksek göstermek isteyebilir. Bu nedenle gerektiğinde bağımsız üçüncü bir partinin değerlendirme yapması uygun olabilir.
Takipteki alacakların temizlenmesi öncelikle bankaların sorumluluğu olmakla birlikte bu iş tamamen bankalara bırakılamayacak kadar kritiktir.
BDDK'nın Eylül ayındaki açıklamasında olduğu gibi, tarih konularak bankaların belli kredileri takipteki alacaklara aktarması ve provizyon hedeflerinin belirlenmesi çözümü hızlandıracak adımlardır.
Bu noktada kurumsal güvenilirlik, açıklanan rakamlara güvenin sağlanması ve takip sürecine olan inancı güçlendirerek ekonomik toparlanmanın hızını artırır.
İlave olarak, çözüm sürecini geciktiren yasal ve yapısal engellerin ortadan kaldırılması hem daha hızlı sonuç alınmasını sağlar hem de net defter değerinin altında satışları sınırlar. İflas kurallarının etkin ve gecikmesiz işlemesi, gerekli olduğunda teminatın öngörülebilir, hızlı ve şeffaf bir şekilde temini, sorunlu kredilerin satılacağı piyasanın likit ve etkin işleyişinin sağlanması hükümete düşen birincil sorumluluklardır.
Dünya örneklerine baktığımızda, bu tür tıkanıklıkların çözümünde kamunun kimi zaman takipteki alacaklara garanti vererek, kimi zaman sorunlu krediler için borç yönetim şirketleri kurarak, kimi zaman hissedar olarak çözüme farklı yollardan destek olduğunu görüyoruz.