Gül Atmaca
"Kim çölde oturursa katılaşır, kim av peşinde koşarsa yitirir ve her kim saltanata geçerse bozulur…"-Hadis-i şerif*
O kadar sıcak ki, yaprak bile kımıldamıyor. Gölgeye kaçmak, zaman zaman suyla buluşmak nafile, işe yaramıyor. Yarı baygın bir şekilde gözlerimi kapattığımda çöl geliyor gözümün önüne. Krem, açık kahverengi, sarı, turuncu renklerde kumdan dalgalar. Evet etkileyici bir görüntü ama aynı zamanda yeryüzünde yaşamak için en zor yerlerden birisi. Öncelikle gündüz aşırı sıcak gece soğuk. Bitki ve besin kaynağı açısından son derece kısıtlı. Ha bir de kadın-erkek herkese kafasını, yüzünü kapattıran kum fırtınaları…
Çöl hakkında belgesel tadında bilgiler vermeye devam edebilirim ama yazının başlığından da anlaşılacağı gibi konumuz bu değil.
Doğduğunuz, büyüdüğünüz coğrafya sadece fiziksel görüşünüzü değil, ruh halinizi, düşünce yapınızı, yaşam biçiminizi yani kısacası her şeyi etkiler. Örneğin, Asya ile Avrupa arasında köprü olan Anadolu, çölün tekdüzeliğine karşı değişik iklim ve coğrafi özellikleri olan bölgelere sahip. Binlerce yıldır farklı kültürlerin geçtiği, buluştuğu ve kaynaştığı; İslamiyet'e kendine has bir yorum katan Anadolu'ya ve de Trakya'ya Arap çöllerinin köhnemiş yasalarını dayatmak haksızlığın en büyüğü değil de nedir?
Sahi bu toprakların inanç sistemiyle Afganistan'da ilkel bir şeriat sistemi kurmuş Taliban'ın ne gibi ortak yönü olabilir? Düşman ilan ettiğini "kafir" diye dizine yatırıp kesen, kadınları kaçırıp esir pazarlarında satan, binlerce yıllık tarihi alanları "putlar var" diye yerle bir eden IŞİD/DAEŞ için sadece "öfke birikmesi" demek nasıl bir bakış açısıdır?
Dünyanın değişik bölgelerinde çöller var ama konumuz bize en yakın olan Arap çölleri ve orada yaşayan bedevilerin İslam anlayışı.
Bedevi, çöl ve vahalarda develeriyle birlikte konar-göçer olarak yaşayan Araplara verilen isimdir. "Çölde yaşamak, sahrada oturmak" anlamında da kullanılan Arapça "bedavet (bidavet)" kelimesi, "yerleşik yaşam, medeniyet" anlamına gelen "hadaret" in karşıtıdır.
Bedeviler deve veya keçi kılından yapılmış, çabuk kurulup toplanabilen ve kolayca taşınabilen çadırlarda yaşarlar. Çadırlarda silahlar, ailenin ve hayvanların yiyecekleri, kırba (su kabı), tulum ve benzeri deriden yapılmış kaplar, koşum aletleri vb. zorunlu eşyalar saklanır. Yaşam zor ve basit, ihtiyaçlar da basittir.
Eski zamanlar için konuşursak bedeviler, soy-sop ilişkileriyle örülü "kabile" toplum yapısına bağlıydılar. Hükümet kurumu ve geleneği yoktu. Kabile toplumunda "devlet" olmadığı için herkesi kapsayan, genel ve objektif hukuk kuralları, kanunlar yoktu, yargı organı ve sistemi yoktu. Devlet otoritesi ve hukuk güçlü olmayınca, kabile yasaları geçerliydi!
Araştırmacı-yazar Taha Akyol'un "Hariciler ve Hizbullah, İslam Toplumlarında Terörün Kökleri"* kitabında vurguladığı gibi kabile üyesi kişiler bağımsız düşünme, "kişilik" olma olanaklarından kesinlikle uzaktır. Kabilenin bir parçası, hatta kabileye kendini adamış bir fedaidir. Kabile dışında her şey düşmandır. Kabile insanının düşünce ufku da kabileden ibarettir. Bedevi fanatizminin kökü budur. Başka bir deyişle, kabile insanı için "düşünmek" yoktur, "asabiyet/akrabalık bağı" vardır.
Kabile bireyin bütün yaşamını kapsamaktadır. "Birey yok, kabile var"dır. Kişi kabilesiyle kimlik kazanmaktadır. Örneğin, insan öldürmek bir kabile eylemidir, bireysel suç sayılmaz, kabileler arası bir davadır: Kan davasının nedeni kabile kültürüdür.
Bedeviler çölün zor yaşam koşulları; her biri başına buyruk kabileler arasındaki rekabet ve çekişmelerden dolayı sert karakterli ve acımasızdırlar. Geçim kaynakları arasında, göçebe hayvancılığı ve avcılık kadar yağma, talan ve baskınlar önemli yer tutardı. Bedevilerin yaşamsal ihtiyaçlarını elde etmek üzere komşu şehir ve köylere veya kervanlara baskın yaptıkları da olurdu. Özellikle, kuraklık baş gösterince kendi topraklarında yiyecek bulamayan bedeviler başka yerlerde bazen dostça, bazen de zorla kendilerine bir yer bulmaya çalışırlardı. Deve ve yiyecek çalmak; kadın ve çocukları kaçırmak için yapılan baskınlar sırasında, kan davasına sebep olmaması için adam öldürmemeye azami gayret gösterilirdi. Kaçırılan kadın ve çocukların fidye karşılığında iade edilmesi de bedevi geleneklerindendi. (IŞİD'in kaçırıp fidye karşılığında serbest bıraktığı yüzlerce Yezidi kadın geldi aklıma.)
Çölde eski zamanlarda kabileler arasındaki savaşlarda kadınları kaçırmak yaygın olduğu için kadının saklanmasını; çöldeki yaşam koşullarından dolayı kadın-erkek herkesin yüzünü, kafasını örtmesini anlarım da bunları 21. yüzyılda kent yaşamına dayatmanın mantıklı bir açıklaması yok! İran'da da Arap ülkelerinde de kadının dışarıdan görülmemesi için pencerelere normal cam yerine buzlu cam takıldığını çok gördüm.
Bedeviler İslamiyet'ten önce büyük bir fakirlik içindeydiler. Çadırlarından belki de sırf yağma yapmak için çıkıyorlar, ticaret kervanlarından ele geçirdikleri mallarla geçinmeye çalışıyorlardı.
Akyol'un kitabında yer verdiği, Muaviye (602-680) zamanında yaşamış Arap şair el-Kutami'nin şu sözleri oldukça çarpıcı:
"Bizim işimiz düşmana, komşumuza ve baskın yapacak kimse bulamadığımız takdirde de bir kardeşimizi bulursak kendi kardeşimize baskınlar vermektedir."
Bedeviler yaşam tarzının ve sert iklim şartlarının sonucu olarak, bilgi ve düşünceden daha çok kaba gücü, "erkekliği" yücelten savaşçı insanlardı. Onlarda ince zevkler ve nitelikli sanat da gelişmemiştir. Bedeviler çiftçilik, el işleri ve sanatları ile denizcilikten hoşlanmazlar, hor gördükleri bu işleri asil insanlara yakıştıramazlardı. Bu yüzden fukaralıkları devam ediyor, medeniyetin gerisinde kalıyorlardı. Bu durum tepkilerini arttırıyor, "gelişme"yi bozulma sayıyorlar, fanatizmleri kabarıyordu.
Örneğin, Taha Akyol'un kitabına konu olan cahil çöl Arapları Hariciler, yalnız kendilerini "hakiki mümin, kendilerinin dışında herkesi "kafir" görüyorlardı. Yabancı onlar için "düşman" demekti.
Bedevi toplumu kendi üyelerine dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı daima hazır olma gereğini telkin eder; kendisinden olmayana güvenmemeyi öğretir. Onun için bedevi ne kendisini ne ailesini ne de kabilesini hiçbir zaman güvende hissetmez; yaşamak için kendinin ve kabilesinin gücünden başka şeye güvenmez. Kabilenin temelini aile oluşturduğu için bedeviler mümkün olduğu kadar fazla erkek çocuğa sahip olmak isterler. Böylece aile güçlendiği için diğer kabile ve aileler arasında itibar ve üstünlük kazanılmış olur. Bedevilerin çok çabuk çoğalmaları da onların sık sık yer değiştirmelerine sebep olan faktörlerden biridir. Şartlar uygun olduğu takdirde küçük bir aile, çok kısa denilebilecek bir süre içerisinde kalabalık bir kabile haline gelebilir.
(Bu kadar "erkeklik" vurgusuna rağmen erkekler, basit kıyafetleri içinde oldukça zayıf fakat güçlü vücutlarına rağmen vakitlerinin büyük bir kısmını işsiz güçsüz oturarak, boğucu sıcak altında çadırlarında uyuyarak geçirirler. İşlerin çoğunu yine kadınlar yapar…)
İslam fetihleri sonucunda Arap yarımadasında bedevi nüfusu azalmış, bazı kabileler birleşmeye mecbur kalmıştır. Bazı bedeviler kervanları yağmalama, hac ve umre için Hicaz'a giden yolcuları öldürüp soymak gibi kötü alışkanlıkları İslam dininin yasaklamasına rağmen terk etmediler. Kur'an-ı Kerim'de bazı bedevilerin gerçek anlamda iman etmedikleri dahi anlatılmaktadır.
Çölün yaşam şartları, alışkanlık ve kültür, Müslüman olduktan sonra da bedevilerin dar kafalı, sert, bağnaz olmalarına neden olmuş, kent yaşamına ve hukuk kurallarına uyum sağlamalarını engellemiştir. Akyol'un cümleleriyle söylersek, "Basit çöl yaşam tarzının yüzeysellik karakterini dindarlıklarına da yansıtan bu insanlar dinin inceliklerini anlamakta güçlük çekiyorlardı…"
Palmira: Çölün Gelini yaralarını sarıyorÇölle en yakın temasım 2009'da Suriye Çölü ortasındaki Palmira Antik Kent'ine giderken gerçekleşti. Türkiye'de deve var ama yolda deve sürüsünü ilk kez orada görünce heyecanlanmıştım. Mola yerinde deve sütünden yapılmış peyniri tatmıştım. Kalede, seyyar satıcıdan yaban hurma çekirdeğinden yapılmış kolyeyi almadığıma ise hâlâ yanarım. Ve nihayet Palmira'ya varınca yani Çölün Gelini'ni görünce tek kelimeyle hayran kalmıştım. Üç çocuğunu dede ve ninesine bırakıp Suriye gezisine katılan İskenderunlu genç çift Kerem ve Jülyet gezime renk katmışlardı. Kerem Arap kökenli ve Aleviydi, eşi Hıristiyan Arap idi. Anadolu'nun dini ve etnik zenginliğinin bir örneğiydi bu çift. Ama Palmira, Çölün Gelini ne yazık ki ilkel çöl yasalarının kurbanı oldu. UNESCO Dünya Miras Listesi'nde yer alan; geçmişi MÖ 19.yüzyıla kadar giden Roma kenti IŞİD'in eline geçti hem de iki kez. IŞİD, ilk 2015'te girdi bu tarihi kente. Balyoz ve dinamitlerle saldırdı Palmira'ya. Yaşamını Palmira'ya adayan ve adı Palmira ile özdeşleşen arkeolog Halid Esad, 2015'teki saldırıda, tarihi eserlerin yerini söylemediği için 82 yaşındaki kafası kesilerek öldürüldü. Suriye Ordusu, Rusya'nın yardımıyla IŞİD'i çıkardı buradan ama kabus 2017'de döndü Palmira'ya. 21. Yüzyılın dinci barbarları insanlığın ortak mirasına daha fazla zarar vermek için acele ediyorlar, bunu da görüntüye alıyorlardı. (Hatırlayın Taliban 2001 yılının Mart ayında Afganistan'ın Bamyan kentinde 6. Ya da 7. Yüzyıldan kalma iki dev Buda heykelini dinamitle parça parça etmişti. Şimdi o koca oyuklara heykellerin 3 boyutlu görüntüleri yansıtılıyor.) Palmira'ya dönersek, Doğu Roma'nın en görkemli kentlerinden birisi olan, dönemi için Doğu-Batı mimarisinin harmanlandığı bu muazzam eser sanal ortamda olsa da yeniden canlandırıldı. UNESCO'nun çağrısıyla Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Prof. Dr. Ahmet Denker, Finli Minna Silver ve İtalyan Gabriele Fangi ile birlikte dijital ortamda üç boyutlu rekonstrüksiyon projesine imza attı. Projede, Denker öğrencileriyle birlikte mühendislik bilgilerini konuşturmuş, arkeolog Silver ve Fangi arşivleriyle katkıda bulunmuş. Kitapla birlikte verilen CD'yi açtığımda MÖ bir tarihte Palmira kenti üzerine uçan bir kuş gibi hissettim kendimi. Nehri görünce şaşırdım ve Denker'e, "Hocam, ben tarihi kenti gezdiğimde nehir olduğunu fark etmedim" dedim. Şimdi nehir olmayabilir ama çöl de olsa su olmayan yerde böyle bir kent kurulamayacağını da unutmamak lazım. Daha önce Artemis için de benzer bir çalışma yapan Denker ve meslektaşlarının Palmira çalışması sayesinde, yıkılan yerlerin orijinal taşlarıyla olmasa bile en azından orijinal görüntüsüyle yeniden inşa edilebileceğini bilmek bir parça teselli ediyor insanı… |
Kaynakça