Umur Talu Gazete Habertürk'teki yazılarına başladı. Ve ilk yazısı 12 Eylül darbesi ve götürdükleri üzerineydi.
Talu'nun (13. 09.2009) tarihli yazısı:
TAM 12 Eylül sonrası gazeteciliğe başlamıştım. Yine tam öyle! Aradaki küçük fark
29 yıl. Yuvarla... 30. Biz yaşlanıyoruz... Evren de yaşıyor.
Yaşını büyütüp astıkları çocuğun beş katı ömür mü ne!
Biz hâlâ yaşıyoruz, Evren çok yaşıyor ama ölen çok çok oldu. Unutuldu. Ecel, erken ya da geç, sıralı ya da sırasız, malum. İnsanın bir eceli, bir de infazcının eli var; silah olmuş, bomba olmuş, suikast, cinayet, sabotaj, kundak, katliam, idam, infaz olmuş.
Tabii çok şey gelişti, değişti; çok güzel hareketler de oldu cennet ülkemde. Yine de...
Memleketim hâlâ 12 Eylül ketenperesinde...
Ve sadece güğümleri değil, 12 Eylül düğümleri de “kalaylı”.
Darbeye teşebbüs zanlısını yargılamaya teşebbüs edebilmek gibi demokratikleşme neyin bir terakki var canım...
Lakin bizatihi olmuş bitmiş bir darbenin ne önü ne sonu, ne müsebbibi ne sahibi, hemen hiçbir şeyi yargılanamamış...
Sorun şu ki, 12 Eylül sonrasından beri hemen her siyasi hareket de esasta
12 Eylül’ün bir parçası.
Hem siyasi kadroları, hem de en azından belli bir yaş üstündeki siyasi tabanı, seçmen kitlesi ile 12 Eylül’le büyük ölçüde mutabık, müttefik düşmüş; darbecinin darbeciyi koruyan
Anayasa’sına oy ve imza atmış...
Şimdi demokratikleşme deyu kıvranırken dahi, ülkeyi hak ve özgürlüklerden men eden devrin ve hukukunun işbirlikçisi, yatakçısı, yaltakçısı çıkmış...
Çoğunluk 28 Şubatçı, 27 Nisancı... Daha gerilerde 27 Mayısçı filan olmamış belki; ama büyük çoğunluk, tescilli biçimde 12 Eylülcü olmuş.
Ve işin kötüsü... Gladio, kontrgerilla, özel harp, Susurluk, Ergenekon tarihinde kilit kavşak 12 Eylül...
Bunlardan şimdi yakınanların, geçmişte bunların bir parçası oldukları sistemin kod adı da 12 Eylül!
12 Eylül, milletin en büyük ortak günahlarından biri. Milliyetçi olmakla da, muhafazakâr olmakla da, cumhuriyetçi, ulusalcı, demokrat, sosyal demokrat, liberal olmakla da sıyrılamıyorsun.
Bir şey diyeyim mi:
PKK da 12 Eylül’ün Diyarbakır Cezaevi’nde simgeleşen günahlarıyla palazlandı...
Türkiye’nin allı, yeşilli burjuvazisinin serbest piyasası da.
Kızıyorlar yahut zerre kadar bağlantı kurmuyorlar ama...
24 Ocak kararlarının “Cumhuriyetçi, Atatürkçü, bağımsızlıkçı, ayetçi, işkenceci, kontrgerillacı, Gladiocu” emir komuta düzeni içindeki askeri bekçisi 12 Eylül olmasaydı, Özal da yoktu...
O yüzden, misal, Özal’a ve temsil ettiği çok şeye tapıp 12 Eylül’e küfür etmek de kolay değil!.. Tersi zaten hiç kolay değil.
29 yıl geçiveriyor, 12 Eylül sonrası yazı yine yeniden başlıyor... Lakin; ruhunuzu, vicdanınızı, kadim acılarınızı, ülkenizin kanayan yaralarını o büyük darbe travmasından, o suç ortaklığından çekip çıkartmak kolay olmuyor.
Büyük utançlarınızla hesaplaşamayınca, ayıplar peşinizi bırakmıyor. Madem öyle...
Ayıpların peşinde olalım burada da.
Merhaba!
Suç ve ceza
EN azından 15 yıldır, iktidarlar ile medyanın “pornografik ilişki”ye gömüldüklerini bir biçimde söylemeye gayret ettim.
İyiler, hoşlar, birbirlerini seviyorlar zannediliyor... Esasında sado mazoşist bir şey olduğu (zor) anlaşılıyor.
Bugün iktidar baskısından yakınan cemaatin önde gelen aktörleri, darbeci ya da demokratik, her iktidarla oynaşmayı marifet sayanlardan oluştu... İlişki ve ganimeti asla ayıp sayılmadı; ilişikte milyar dolar baskılı günah, sehpadaki ip gibi boyna dolanana kadar.
Geçmişte onların iktidar ilişkilerini ayıplayanların, şimdi “kendi iktidarları”nın tadını çıkarmaları, iktidar yanaşmasında günahkâr taşlamaları da ibretlik!
Asıl tepemiz çürük
ONCA insan felakete kurban gittiğinde standart iktidar cevabı hazır:
Takdiri ilahi.
Sanmayın ki sadece bu iktidar böyle sallar.
Büyük depremde Cumhurbaşkanı Demirel ne demişti:
“Altımız çürük bizim.”
O gün Dipsiz Kuyu’da anında (epeyce dilde dünyayı dolaşmış) şu yazı çıktı:
“Asıl tepemiz çürük bizim!”
Bugün de öyle... Şehitlerin misli mislini toprağa, suya, yollara, enkaza,
çamura gömüp de hiçbir şey olmamış gibi yapabilen ülkem benim!
Bir iktidar lafı da şöyle:
“Amerika’da bile...”
Canım suya bakanım benim; haklısınız, tamamen öyle. Orada da sistem aynı! Yoksullar, itilenler, afetlere karşı harcanması gereken kamu kaynakları silaha ve şirket, siyaset rantlarına gömülenler, aynen böyle... Ölüyor işte!
Asıl tepemiz çürük!