Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nun İslam'ın temel değerlerini insanlığın evrensel ve bölge insanının ortak değerlerini formüle edecek yetenekten uzak olduklarını söyledi.
Erdoğan-Davutoğlu ikilisinin Esad rejimine karşı Sünni-İslam değerlerini öne çıkartan akımlara sınırsız desteklerinden ötürü etnik-din çatışmasını körüklemekten başka bir şey yapmadıklarını belirten Taner Akçam, bundan sonra Türkiye'nin Kürt politikasının belirleyici olduğunu dile getirdi.
Taraf Gazetesi yazarı Taner Akçam'ın 16 Haziran 2014 tarihinde 'Bıkkınlık' başlıklı yazısı şöyle:
Ortadoğu’da kan gövdeyi götürürken böyle bir başlık atmak hoş değil. Ama eğer siz de benim gibi, 10 yılı aşkın Modern Ortadoğu Tarihi dersi veriyor olsaydınız aynı duyguya sahip olurdunuz.
2003 yılıydı; Minnesota Üniversitesi’nde, ABD’nin Irak işgali ve sonuçları üzerine bir toplantı düzenlemiştik. Orada söylediklerimi bir cümle ile şöyle bitirmiştim: “Eğer ABD ve Batılı güçler, Irak’ta 50 yılın üzerinde kalmayı becerirler ve ortak bir Irak kimliğinin yaratılmasına katkı sağlarlarsa eylemleri başarılı olabilir, yoksa Irak parçalanacaktır.”
10 yılı aşkın, konuyla ilgili her yazımda bu fikri tekrar ettim. Irak diye ortak bir kimlik yoktur; Irak İngiliz salaklığının ürünü ortaya çıkmış ancak bir diktatör tarafından birarada tutulabilecek suni bir yapıdır. Bu diktatörlük kalktığı an Irak kendi doğal yapısına dönecek ve etnik- dinsel kimlikler etrafında bölünecektir. Olan budur. Şimdi Batılı- Doğulu tüm güçlerin timsah gözyaşları dökerek, Irak’ın birlik ve bütünlüğü üzerine nutuklar atmalarına gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum.
Basit ama gerçekten çok basit gerçekler var ve bunları alt alta sıralamakta fayda var:
1) Osmanlı eğer Irak denen coğrafyayı yüzyıllarca yönetimi altında tuttu ise, bunu bu bölgeyi üç ayrı yapı olarak ele alarak ve bu üç yapı ile merkezden ayrı ilişki kurarak başarmıştır. Kuzeyde Kürtler, Bağdat merkezli Sünni Araplar ve Basra merkezli Şiiler. Bu tablo değişmez. Irak üçe bölünecektir, bölünür. Bu üç ayrı topluluk, Irak denen bir kolektif kimlik altında ileride birleşir mi, zannetmiyorum, birleşse de biz görmeyiz zaten...
2) Lübnan, Suriye, Ürdün, Irak denen devletler suni yapılardır.İngiliz ve Fransızların yedikleri haltın ürünü olarak ortaya çıkmışlardır. İngiliz ve Fransızların kör çıkarları olmasa idi, Yahudiler de dâhil, bölge halkları belki biraz birbirlerini boğazladıktan sonra, coğrafi şartlara da bağlı olarak bazı makul sınırlar içinde birlikler kurabilirlerdi.
Olur mu canım diyeceklere ve de bilmeyenlere hatırlatmak isterim; dönemin Arap hareketinin siyasi lideri Emir Faysal ile Yahudilerin sözcüsü sayılan Chaim Weizmann Ocak 1919’da bir anlaşma imzalamışlardı; ve Ortadoğu’daki (Filistin’deki) toprakların Arapların ve Yahudilerin birarada yaşamalarına yetecek kadar geniş ve büyük olduğunu dünyaya ilan etmişlerdi. Acaba bu Yahudi-Arap ortaklığını kim bozdu dersiniz?
3) Ortadoğu’da iflas eden İngiliz- Fransız dayatması Sykes- Pichot antlaşmasıdır. Sykes-Pichot düzeninin iflas ettiği ve bu antlaşmanın ürünü oluşmuş uyduruk ulus-devletlerin dağılacağı sağır sultanın bile duyduğu, bildiği bir gerçeklik hâline gelmişti. Bunu söylemeyen Ortadoğu uzmanı kalmadı galiba... Bu nedenle, Irak nasıl kurtulur, etrafında yapılan tartışmalar havanda su döğmekten başka bir şey değildir.
4) Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu son derece dar kafalı ve beceriksiz siyasetçilerdir. Akıl havzaları ve siyasi ufukları Sünni- İslam dünyası ile sınırlıdır. Bunun ötesine gidecek bir evrenselliğe sahip değildir. Daha önce de yazdım. Sykes- Pichot düzeninin çöktüğü bir ortamda, Ortadoğu’daki farklı etnik din yapıların eşit özgür ve demokratik bir tarzda birarada tutulması ve yeni bir Ortadoğu evi yaratılması mümkün idi. Ama bunun için soruna, etnik- din kimliğinin dar ufuklarının ötesinde, ulus-devlet anlayışının ötesinde bakan geniş vizyona sahip yöneticiler gerekirdi.
5) Erdoğan ve Davutoğlu’nda bu birikim ve ufuk yok. Onlar İslam’ın temel değerlerini insanlığın evrensel ve bölge insanının ortak değerleri olarak formüle edebilecek yetenekten uzak olduklarını gösterdiler ve bundan dolayı da kaybettiler. Bölgedeki güçlü etnik- din kimliklerinden sadece bir tanesi oldular. Alevileri, Hristiyanları, Arap seküler çevreleri açıktan karşılarına alacak kör bir Sünni- İslam fanatizmine düştüler. Esad rejimine karşı demokratik değerleri değil, Sünni- İslam değerlerini öne çıkartan akımlara sınırsız destek vererek etnik- din çatışmasını körüklemekten başka bir şey yapmadılar.
Bundan sonra olacaklar aşağı yukarı bellidir. Birçok şey biraz da Türkiye’nin Kürt politikasında neleri yapabileceğine bağlı olarak gelişecektir. Bu da başka bir yazı konusu olsun!