Afganistan’da Taliban’ın iktidara dönüşünün yarattığı dehşetin sahnelerinden biri de, ülkenin kadın futbol ulusal takımının tahliyesi oldu. Futbolcular, aile yakınları, yardımcı personel, toplam 75 kişi, bin bir zahmetle, Avustralya’ya kaçırıldılar. Uluslararası futbolcu sendikası FİFPro, takımın ABD’li eski antrenörü, başka ülkelerde yaşayan Afgan kadın futbolcular, dünyanın birçok yerinden sporcular, insan hakları savunucuları, bu iş için seferber oldu. Dünyanın her yerinde kadınlar, genç kızlar, Afgan kadın futbol takımının “kurtulması” için sosyal medyayı birbirine kattılar.
Afgan kadın futbol takımının bu kadar ilgi görmesinin bir sebebi, Afganistan’daki Eşref Gani yönetiminin Taliban dönemi ve ABD saldırılarının yıkımı sonrasında ülkeyi yeniden inşa etme siyasetinin bir vitrini olmasıydı. Başka bir açıdan da, “modernleşme,” isterseniz “Batılılaşma” yöneliminin bir vitrini…
Fakat Afganistan’da kadın futbolunu “modernleşme-Batılılaşma” vitrinine indirgemek, haksızlık olur. Çünkü kadınların futbol oynama cehdi, onların kamusal alanda var olma mücadelesinin de bir vitriniydi. Bu mücadeleyi yürütenler de vitrin mankenleri değil, kanlı canlı insanlardı – kadınlardı. Ve o vitrinin ülkenin kadınları için eni konu yüreklendirici bir etki yarattığı anlaşılıyor.
Afganistan Futbol Federasyonu, kadın futbol takımı kurmayı 2007’de kabul etti. Bu kararın çıkması için bastıranlar, bu işe kendini adamış bir grup öncü kadındı. Khalida (Halide) Popal’ı “lider” sayabiliriz. 1996’da Taliban’ın iktidara gelmesinden önce Pakistan’a iltica etmiş, 2001’de Taliban’ın düşmesiyle ülkesine dönmüş bir ailede yetişmiş. 2004’te beden eğitimi öğretmeni olan annesinin de teşvikiyle futbola başlamış. Annesiyle beraber, Futbol Federasyonu’nu kadın futbolu branşı kurmaya ikna edenlerden biri. 2007’de kurulan ulusal takımın kaptanı yapılmış.
Halide Popal, bu vesileyle medyada sık sık görünmüş, sadece futbolla ilgili değil kadın haklarıyla ilgili söz almış, kadınların “her şeyi yapabileceği” fikrini cisimleştiren bir rol modeline dönüşmüş. Bu nedenle Taliban’ın gözde hedeflerinden biri haline gelip ölüm tehditleri alınca 2011’de Danimarka’ya iltica etmiş. (Halide’nin hikâyesini anlattığı bir kısa video var (İngilizce):
akımına aman vermemiş. Taliban Kabil’deki antrenman tesislerini bombalamış; “sıradan” Afgan erkekleri futbolcu kadınlara “ahlâksızlar, orospular” hakaretleriyle saldırmışlar. Yine de, futbolun kadınların varlık mücadelesi için bir menfez açtığı görülüyor; bu yaz ülkede civarında lisanslı kadın futbolcu sayısı 4 bine ulaşmıştı, hiç fena değil.
Afgan kadın futbol ulusal takımında, Halide Popal’ın yanı sıra başka mülteciler de yer almış. Almanya’da yetişen Shabnam (Şebnem) Ruhin, onların öne çıkanlarından biri. Hem iyi bir futbol altyapısıyla, hem feminist deneyimle mücehhez olan bu oyuncuların, takıma “dışarıdan bilinç taşıdığı” anlaşılıyor.
2018’de ulusal takımın ülkedeki baskılardan ötürü Ürdün’de düzenlediği antrenman ve maç kampı, kadın futbolcuların mücadelesinde önemli bir merhale. Şebnem Ruhin, bu kampta erkek yöneticilerin kılık kıyafetlerine ve her işlerine karışmasının, kadın oyuncular arasında huzursuzluğa yol açtığını, bir tepkinin oluştuğunu anlatıyor. Yine Ürdün kampında, havanın çok sıcak olmasının da etkiyle, oyuncular “hicap” giyip giymemeyi tartışmışlar ve Şebnem Ruhin dahil bazıları, giymemeyi tercih etmiş. Yöneticiler buna büyük tepki göstermiş ve bir iki ay sonra Federasyon, hicap giymeyi resmen zorunlu hale getirmiş.
Asıl vahimi, Ürdün kampının ardından, bazı yöneticilerin oyunculara tacizde bulunulduğu ortaya çıktı. Futbol Federasyonu Başkanı Keramuddin Keram dahil, birçok yönetici psikolojik ve fiziki tacizde bulunmakla, şiddet kullanmakla suçladılar. Yurt dışında yaşayan oyuncuların çoğu takımı terk ettiğini açıkladı. Şebnem Ruhin ise takımda kalarak “mücadele devam ediyor” mesajı vermeye karar verdi. Bu işin peşini de bırakmadılar. Takım menajeri görevini üstlenmiş olan Halide Popal, Federasyonu FİFA’ya şikâyet etti. 2019 Haziran’ında FİFA üç erkek yöneticiye yaptırım uygulayarak, başkana ömür boyu, iki yardımcısına beşer yıl men ve 1 milyon dolar para cezası verdi. Bu ısrarlı ifşa takibi de, futbol ortamından öte, Afganistan’da kadın hareketi için bir eşik taşı.
Velhasıl, bir vitrin idiyse eğer, Afgan kadın futbol takımı; şimdi kırılmış dökülmüş bulunan o vitrinden arta kalan hatıra, hatta cam kırıkları da, silinmez bir iz bırakmış olabilir pekâlâ.
⚽️
O esnada Batıda…
Kadın futbolunun artık kurumlaşmış bulunduğu Batı âleminde, içinde bulunduğumuz yıl, bir seneyi devriye özelliği taşıyor: Modern futbolun beşiğinde, İngiltere’de, futbolun kadınlara yasaklanmasının 100. yılı.
İngiliz Futbol Federasyonu önce 1902’de bütün kulüplere “leydi takımlarıyla müsabaka yapmayı” yasaklamış, ancak 1. Dünya Savaşı döneminde, mecbur her işe koşulan kadınlar bu yasağı delmişlerdi. Hem de ne deliş; elli bin seyircili kadın futbol maçları oynanmış o yıllarda. Ne var ki Federasyon 1921’de Federasyon yasağı tazeleyip “leydileri” sahalardan kovalamış.
Bu yıl, kadın futbolunun Batı âleminde kabullenilmesinin de 50. yıl dönümü, aslında. UEFA 1971 Kasım’ında, üyesi olan federasyonlara kadın futboluna “rıza vermelerini” tavsiye etmişti. Çünkü, kadın futbolu hareketinin ciddi bir tazyiki vardı. 1969 sonunda, Avrupa Bağımsız Kadın Futbol Konfederasyonu kurulmuş, 1970’te İtalya’da, 1971’de Meksika’da iki gayrı resmî kadın futbol şampiyonası düzenlemişti. UEFA, ’68 hareketi ve feminizmin coşkun dalgası içinde, kadınların sahayı hepten terk etmemesi için, onları “içermeye” yönelmişti. 1971’den sonra Avrupa federasyonları, art arda, kadın futbolunu “kabul ettiler.”
Resmi kabulden sonra da, erkek futbol dilinde kadın futboluna karşı feci alaycı bir tutum, uzun süre devam etti. Kadın futbolunun göğüs reklamına uygun olmadığını, yazıların yamulacağını, doğru düzgün okunamayacağını falan söylediler, mesela. Futbol ulularının utanç verici laflarından sayfalar boyu uzayan bir seçki yayımlanabilir. Ben Almanca konuşulan dünyayı izliyorum, oradan şöhretli bir örnek vereyim. Büyük golcü Gerd Müller gayet açık demişti ki: “Kadının yeri tencerenin başıdır; ben futbol oynayacak olsa karıma izin vermezdim.” Çok daha ileri bir zamanda, 1999-2004 arası Cumhurbaşkanlığı da yapacak olan Johannes Rau, neden hiçbir stada bir kadının adının verilmediği üzerine tartışılırken, “ne diyeceğiz yani,” demişti, “Ernst Kuzorra’nın Karısı Stadyumu mu?” (Ernst Kuzorra, Schalke 04’ün efsanevî yıldızlarındandır.) Günümüzde, kadın futbolu kendini kabul ettirmekte hayli mesafe almışken de, hâlâ yüklü bir ayrımcılık ve eşitsizlik gündemi bulunuyor. Mesela, kadın çalışanların en iyi koşullarda % 10’dan fazla olmadığı spor medyasındaki “temsilin” erkek egemen niteliği. Sözgelimi spikerlerin “adam adama markajdan” söz etmesi, aksiyondan ziyade “güzelliğin” görüntülenmesi, cinsiyetçi dilden vazgeçilmemesi… Mesela, kadın futbolcular hakkındaki lezbiyenlik “varsayımı” – ve bu önyargının eşcinselliği aşağılayan, alaya alan kalıpları çoğaltarak işlemesi…
Birkaç yıldır kadın futbolu profesyonelleri “eşit işe eşit ücret” talebini öne çıkarttılar. Son iki dünya şampiyonasını kazanan ABD takımı, –ki ABD’de futbol esasen kadın sporu olarak biliniyor–, bu talebin öncüsü. 2017’de Danimarka ilk adımı attı, 2019’da Avustralya. 2020’de Brezilya futbol federasyonları erkek ve kadın ulusal takımlarının primlerini eşitlediler.Bu kazanımları zafer olarak görenlerin yanında, eşit ücret talebine odaklanmayı “pop feminist” bir takıntı sayan feministler de var. (“Franchise feminizmi” tabirini de kullanıyorlar.) Onlara göre, eşit ücret talebi sadece bu işin zirvesindeki profesyonelleri ilgilendiriyor; üstelik “esas para” reklam ve sponsorlukta olduğu için, kadın yıldızların gelirlerini “bir Ronaldo” seviyesine yaklaştırmaları zaten mümkün değil. Eşit ücret talebine odaklanılmasını eleştiren feministler, bunun yerine altyapı koşullarının, tıbbî desteğin, doğum öncesi ve sonrası sosyal hakların, sözleşme hukukunun yoluna koyulmasının öncelikli olduğu kanısındalar. Sadece eşit ücrete değil genel fırsat eşitliğine duyarlı reformlar yapan Avustralya, bu bakımdan örnek gösteriliyor. (Avustralya Futbol Federasyonu, 2010 Gençlik Olimpiyatlarında İran kadın ulusal takımının başörtülerinden dolayı müsabakalardan men edilmesine de karşı çıkmış, Avustralya’da kadın futbolcuların isterse başörtüsü takabileceğine dair karar almıştı…)
Bu feminist eleştiri, genel olarak kadın futbolunun erkek futboluna “yetişmeye” çalışmasının yanlış bir yönelim olduğunda ısrar ediyor. Kadın futbolunun, endüstriyel futbolun yapılarına ve zihniyetine karşı, hem anti-kapitalist, hem de kazanmaktan öte oyun zevkine ve neşesine odaklanan bir anlayışı geliştirmesi gerektiğini, çünkü buna istidatlı olduğunu savunuyor. Tümüyle futbolun ruhunu kanatlandırmaya açılabilecek bir ufuk. Kadınların eşitliğinden gayrı farkına odaklanan başka bir tartışmaya da değineyim. Futbol ortamında bazı feministler, tenisi ve kayağı örnek alarak, fizikî kapasite farklarını hesaba katan kural değişikliklerinin düşünülebileceği kanısındalar. Saha ölçülerini azıcık ufaltmak gibi…
Özetle, kadın futbolunun “tanınmasıyla” iş bitmiş değil; kadın futbolu etrafında geniş bir feminist tartışma zemini var. Bu bakımdan ilginç bir girişim, İsviçre’de bu yıl başında kurulan (ve yanda da amblemi görülen) Feminist Futbol Birliği. Resmî statüsü yok, daha ziyade bir platform işlevi görüyor. Kurucusu olan iki genç kadın futbolcu, hem futboldaki cinsiyetçilikle mücadele etmeyi, hem de futbolu “ilkel” ve kafadan olumsuz görenlere onu anlatmayı hedefliyorlar. Futbolun kadın-erkek ikiliğine göre örgütlenmesini de sorguluyorlar.
⚽️
Futbolun budalalığına takılan meşhur nüktenin yeni versiyonu var, belki duymuşsunuzdur, onunla bitirelim: “Şu futbol ne saçma bir oyun yaa, yirmi iki kadın bir topun peşinde koşuyor…”
*K24'te yayımlanmıştır