Tanrı - generaller dönemi kapandı

Tanrı - generaller dönemi kapandı

Kurtuluş Tayiz

(Taraf, 13 Nisan 2012)

İnsanoğlunun yanılgısı işte, varlığını sonsuz sanabiliyor. Ama bu, olağan bir yanılgı aslında. Sınırsız bir evren döngüsünün içinde sınırlı bir varoluşa mahkûm olmak, insanoğlu için kolay kabul edilebilir bir durum değil. Bu yüzden kendini sonsuz kılmak arzusu az çok bütün ölümlülerin hayat etkinliğinin bir parçası. Sıradan ölümlüler çoğalarak bu duyguyu tatmak ister; sayıca daha azınlığı oluşturan bir kısım ise kendisini sonsuz kılmak gibi bir çılgınlığa kaptırır. Bu insanlar “tanrı-insan” kategorisine giriyor. Eski çağlarda bunun örneğine çokça rastlanır. “Tanrı-krallar” dönemi diye adlandırılan bir tarih aralığı bile var. Varlıklarının sonsuza dek süreceğine inanan krallar, hizmetlileri ve heykelden yapılma tam teçhizatlı ordularıyla birlikte gömülürlerdi. Çağımız insanı ise sonsuzluk arzusunu daha bilimsel yöntemlerle gidermeye çalışıyor.

28 Şubat için “1000 yıl sürecek” derken, dönemin Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu‘nun benzer sıradışı duygular içinde olduğu muhakkak. Kıvrıkoğlu’nun özgüvenine diyecek söz yok. Generaller, bütün ölümlülerin gıpta ettiği bir yetiye, zamanı kontrol etme kudretine sahip olduklarına ciddi ciddi inandırmışlar, kendilerini. Tabii, bu çağda böyle yarı-tanrısal bir tutkuya kendilerini nasıl kaptırdıkları, merak konusu. Başka bir zamanda olsa, anlamak mümkün. Fakat, yine de bunun bir açıklaması olmalı, diye düşünüyorum. Kaynağı bu dünyada olmalı. Generallerimizin “büyük tasarım” güçlerinin herhangi bir dirençle karşılaşmaması, onların, kendilerini sıradışı hissetmelerini sağlıyor, olmalı. Toplumsal ve siyasal alanı yeniden tasarlamak, kurmak, bu mekanizmayı 1000 yıl süreliğine ayarlamak, ne de olsa insanüstü bir iş.

 
28 Şubat’a giriştiler, adım adım siyasal ve toplumsal hayatı vesayet altına aldılar. Siyaset boyun eğerek alan açtı, devlet bürokrasisi ve üniversiteler ayakta alkışladı, büyük medya grupları darbecileri göreve çağırdı. Generallerin baştan çıkması için bu alkışlar yetti ve arttı bile. Bir anda insanüstü bir kudretin sahibi oldular. Onları heyecana getiren bu olmalı. “Büyük tasarım”, engelsiz hayata geçirildi. Ne bir problemle ne de bir engelle karşılaştı.
 
Evet, generallerin dünyayla, hayatın gerçekleriyle bağları tam da böyle bir “başarı” ânında koptu. O dönemin generalleri, belki de bu “bağlantı kopukluğu” yüzünden gözüme hep birer küçük tanrı gibi gözükmüşlerdi. Hatırlayın o jestleri, kameralara fırlatılan bakışları, yüksek perdeden atılan nutukları... Sanki gizlendikleri bedenlere sığamayan ve ilk fırsatta ortaya çıkan küçük tanrıcıklar vardı karşımızda.
 
İşte o generaller, bir dönemin küçük tanrıları dün gerçek hayatla karşı karşıya geldiler. 28 Şubat’ın bazı subayları dün yürütülen soruşturma kapsamında gözaltına alındılar. Kuşkusuz hayatlarımız üzerinde istedikleri gibi oynamanın bir karşılığı olabileceğini hiç akıllarına getirmemişlerdi. Bazılarının şaşkınlığı yüzlerinden okunabiliyordu. Belki de bugün 28 Şubat’ı çok ciddiye alan bizlere şaşırmışlardı. Yüzlerine takılıp kalan ifadeler hâlâ suçlayıcı. Onlar hayatlarımızı balçık gibi yoğurup istedikleri şekle sokmak istemişlerdi. Ve bu nedenden dolayı suçlanmayı hak etmediklerini düşünüyorlar.
 
Şimdi içten içe bir “tasarım hatası” yaptıklarını hesaplıyor olabilirler. Aralarında yaptıklarının değil, yapmadıklarının pişmanlığı içinde olanlar da vardır. Fakat artık hayal dünyasında yaşamadıkları kesin. Adalet karşısına çıkarılarak onlar da diğer ölümlüler gibi hesap verecek.
 
28 Şubat’ta askerin siyaset üzerindeki ağırlığını anlayabilmek için aklıma hep dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener’in hikâyesi geliyor. İrtica brifingi almaya çağrılan 81 ilin valisini uyararak toplantıya gidenleri görevden alacağını duyuran Meral Akşener’i askerin nasıl tehdit ettiğini hatırlayanımız azdır. Akşener, müsteşarı aracılığıyla “yağlı kazığa oturtulmakla” tehdit edilmişti. Dün askerin “yağlı kazığa oturtmakla” tehdit ettiği siyaset kurumunun, 15 yıl sonra bugün, o sürecin aktörleriyle kazıksızmazıksız, hukuk sınırları içinde hesaplaşma isteğini “intikam” ya da “sivil darbe” olarak nitelemek ve bunu rövanşist bulmak adaletli değil.
 
Klasik veya post-modern olsun, yakın tarihimizdeki darbelerle hesaplaşılması olumlu bir gelişmedir. Bu soruşturmalar, sivil alanın genişlemesine ve demokrasinin gelişmesine hizmet edecek ve ediyor da. 12 Eylül darbesinin yargılanmasından sonra 28 Şubatçıların da soruşturulması, bu ülkede “tanrıgeneraller” döneminin artık tümden kapandığını gösteriyor. Çevik Bir’in gözaltında olması ise bu gelişmenin sadece sembolik bir ilanı.