Tarhan Erdem: Derya Sazak patrona itaat etti; Başbakan'ı araya koyarak gazetecilerin zaaflarını örtmeyelim

Tarhan Erdem: Derya Sazak patrona itaat etti; Başbakan'ı araya koyarak gazetecilerin zaaflarını örtmeyelim

 

Radikal yazarı ve KONDA Araştırma şirketinin kurucusu Tarhan Erdem, Hasan Cemal'in yazısını yayımlamayı reddeden Milliyet gazetesi ile yollarını ayırmasına ilişkin olarak "(Milliyet Genel Yayın Yönetmeni) Derya (Sazak) Bey, yazıyı gazetede bassaydı, Hasan Cemal ayrılacak mıydı? Derya Bey, Milliyet’in sahibinden (Erdoğan Demirören) talimat almasaydı, bu mesele çıkar mıydı?" sorularını yöneltti. "Derya Bey 'Yazıyı koymayalım' sözüne karşı, 'Herkes kendi işini yapsın' diyemedi; patronunun sözüne itaat etti; gazetede kaldı!" diyen Erdem, "Başbakan’ı araya koyarak, patronun, yazı işleri müdürünün, gazetecilerin zaaflarını örtmeyelim! Zaaflarına bağımlı kişilerle kol kola, demokrasi merdivenlerinden çıkılmaz" ifadesini kullandı.

Tarhan Erdem'in Radikal'deki köşesinde yayımlanan (21 Mart 2013) "Hasan Cemal ve Özkök!" başlıklı yazısı şöyle:

Bundan üç yıl kadar önceydi; hükümet kaynaklı baskılardan yakınan bir gazete sorumlusundan; baskının failini, araçlarını, yöntemini öğrenmeye çalışmıştım.

Muhatabım, failin sesini duymadığını, başkasının aracı olduğunu, patrondan da doğrudan bir talimat almadığını belirtiyordu, ama ısrarlıydı; çeşitli yollar veya tavırla istediği yayını yapamıyordu! O gün, baskının kaynağını duymuştum ama ‘talimatı vereni’ öğrenememiştim! O gün bu gün yakınmalar arttı, son aylarda Başbakan’ın isteğiyle yazarların işine son verildiğine herkes inanır oldu, hatta Ak Partililer bile!

Hasan Cemal ve Milliyet olayı da Başbakan’a bağlandı. Önce olayı hatırlayalım:

Hasan Cemal 2 Mart günü, “Tarihin eli bir kez daha omzunuzda, barış fırsatı bu kez kaçmasın!” diye yazmış, aynı gün Başbakan Balıkesir’de “Batsın sizin gazeteciliğiniz” demişti.

Sonraki günlerde, Milliyet gazetesinin sahibi Erdoğan Demirören’in, Genel Yayın Müdürü Derya Sazak’tan, Hasan Cemal’in yazılarına son vermesini istediği, ikisine de bir iki haftalık yayım cezası verilerek, ‘krizin çözüldüğü’ yazılmıştı.

İki hafta sonra, Hasan Cemal gazetecilik anlayışını özetlediği ilk yazısını Milliyet’e gönderdi; Derya Bey bu yazıyı ‘koyamadığını’ bildirdi; Hasan Bey de gazeteden ayrıldı. Dün, Ertuğrul Özkök soruyordu: “Bu dönemin arkasında bir durumdan vazife çıkaranı mı var?

Gazetecilerin sesinin kesilmesinin arkasında onu aramayacaksak kimi arayalım. Başbakan’a en kritik konularda, en yakın arkadaş grubunu kaybetme pahasına en büyük desteği veren bir Hasan Cemal bile fikrini yazacağı 100 cm kâğıt bulamayacaksa, kim, hangi demokrasiden söz edecek ki...”

Bir iki soru da ben sorayım:

Derya Bey, yazıyı gazetede bassaydı, Hasan Cemal ayrılacak mıydı? Derya Bey, Milliyet’in sahibinden talimat almasaydı, bu mesele çıkar mıydı?

Milliyet sahibi, eğer yapıldığı söylenen baskı karşısında, “Herkes kendi işine baksın” diyebilseydi değil, düşünebilseydi, Hasan Bey gazeteden ayrılır mıydı?

Ertuğrul Bey kardeşim, Milliyet sahibi Başbakan’ın Balıkesir ve sonraki grup konuşmasından ‘vazife çıkarmış’, Derya Bey’e bildiğimiz talimatı vermiş; sonuçta, onun talimatı uygulanarak yazısı ‘konamayan’ Hasan Cemal gazeteden ayrılmıştır! Hasan Cemal’in ayrılmasıyla Başbakan arasında ilişki kurmak haklı değildir!

Başbakan’ın, halka söylediklerini eleştirme görevi başka, sözlerini tehdit veya emir saymak başka bir yaklaşımdır; ikincisi Hasan Cemal olayındaki gibi, ‘vazife çıkarma’ yolunu açar.

Çıkarılan vazife neydi? Demokrasi ve basın özgürlüğüyle mi yoksa gazetecilik dışındaki ilişki veya işlerle mi ilgiliydi?

Gazetenin patronu, Hasan Cemal’in yazdıklarının okuyucudan tepki alacağı, Milliyet’in politikalarına ters düştüğü için mi rahatsız olmuştu, yoksa Başbakan’ın bu yazılara kızdığını sandığı, hatta Başbakan yakınlarının bazılarının Başbakan’ın bu yayınlara kızacağına inandığı için mi, Hasan Cemal’in yazısının yayımlanmasını uygun görmemişti?

Basın kurumları, Başbakan’ın kızıp kızmayacağına göre karar alıyorlarsa demokrasiyi ağızlarına almasınlar! Başbakanlar yazarları okur okumaz, yazılanlara kızar kızmaz; bağırır çağırır; bize ne Başbakan’ın duygularından? Biz kendi işimize bakalım!

Bakın, Hasan Cemal yazısı konulmayınca kendi anlayışına göre ayrıldı; doğruydu, yayın müdürü arkasında olmayan bir yazar gazetede kalamazdı! Derya Bey “Yazıyı koymayalım” sözüne karşı, “Herkes kendi işini yapsın” diyemedi; patronunun sözüne itaat etti; gazetede kaldı!

Derya Bey’e baskı yapan Başbakan mıydı? Demirören miydi?

Başbakan’ı araya koyarak, patronun, yazı işleri müdürünün, gazetecilerin zaaflarını örtmeyelim! Zaaflarına bağımlı kişilerle kol kola, demokrasi merdivenlerinden çıkılmaz.

Son soru: Sayın Demirören, gerekeni, sadece doğruyu yapsaydı, şimdi Hasan Cemal’i mi konuşacaktık?

 

Sedat Ergin: Hükümete düşen görev...

 
Hürriyet gazetesi yazarı Sedat Ergin ise köşesinde Hasan Cemal'in ayrılmasına ilişkin olarak "Hükümet çevrelerinin bu durumun kendilerinden kaynaklanmadığını belirtip, sorumluluğu medya patronlarına atarak işin içinden çıkmaları pek inandırıcı görünmüyor. Eğer gerçekten öyleyse hükümete düşen görev, ifade özgürlüğünün üzerini kaplayan bu iklimi dağıtmak olmalıdır, kürsülerde sergilenen tavırların tam aksine..." dedi.
Ergin'in "O liste" başlıklı yazısı (21 Mart 2013) şöyle:
ÇOKTANDIR dış dünyada Türkiye’de ifade özgürlüğünün, dolayısıyla demokrasinin gerilemekte olduğunu göstermek için başvurulan referanslardan biri “tutuklu gazeteciler” dosyasıdır.
Özellikle son iki yıldır bu konuda hazırlanan raporlar ve bunlar üzerinden cereyan eden tartışmalar demokratik sicili açısından AK Parti hükümetinin Batı dünyasındaki algısını zedelemiş, Türkiye’nin uluslararası camiadaki görüntüsüne gölge düşürmüştür.
Türkiye’nin demokratik güvenilirliğini çok yakından ilgilendiren bir başka liste daha var. Üstelik tutuklu gazeteciler raporlarında olduğu gibi her seferinde tartışmaya yol açan ‘Ama onların sarı basın kartı yok’ ya da ‘Onlar aslında terörist’ türünden itiraz marjları da yok bu listenin.
Daha önemlisi, neredeyse her ay yeni isimlerin katıldığına tanık oluyoruz bu listeye. Sizin anlayacağınız, kontenjanlar devamlı artıyor.
Bu, “duruşları” nedeniyle kendilerini oyun sahasının dışında bulan gazetecilerin listesidir.
* * *
Aralarında köşe yazarları da var, yöneticiler ve TV şahsiyetleri de... Keza listenin televizyonlardaki tartışma programlarının katılımcılarına kadar yayıldığını söylemek de hata olmaz.
Bu listedeki isimlerin ortak özelliği, bakışlarının genellikle siyasal iktidarın çizgisinden farklı olmasıdır. Çoğunluğu hükümeti eleştiren ya da mesafeli kalmayı tercih eden isimler ama bazen hükümeti genel olarak desteklediği halde salt bir konuda eleştiri yönelttiği için mağdur olanlar da var.
Bu sıralamada gökkuşağı gibi siyasi yelpazenin her renginden gazeteci bulabilirsiniz. Solcular da var, kendini yalnızca liberal ya da hem liberal hem demokrat olarak nitelendirenler de... Bazıları ulusalcı çizgide. Hatta hükümet çizgisinde muhafazakâr-demokrat isimlere bile rastlayabilirsiniz.
Özetle, bir araya getirebilmeniz pek mümkün olmayan şahsiyetlerden söz ediyoruz. Ancak hepsinin ortak paydası, bir şekilde iktidar söyleminin dışındaki bir mercekten bakıyor olmalarıdır etraflarında olup bitenlere...
Aralarında “birilerini” kızdırmış isimlere de rastlıyoruz bu listede. Bu çerçevede bir bölümü zaten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından işaret edilmiş isimlerdir. Örneğin Nuray Mert, bu şekilde 2011 seçim kampanyası sırasında Başbakan’ın kürsüden sert bir çıkışına hedef olduktan sonra önce NTV’deki programından, ardından Milliyet’teki köşesinden olmuştur.
Son olarak Başbakan’ın 2 Mart tarihinde Balıkesir’de halka hitaben konuşması sırasında kendisini eleştirdiği yazısından alıntılar yapmak suretiyle adres göstererek ağır bir dille yüklendiği (eski) Milliyet yazarı Hasan Cemal bu listeye dahil olan son köşe yazarıdır.
Genel yönelişe baktığımızda, listenin önümüzdeki aylarda yeni katılımlarla daha da genişleyeceğini varsaymak için yeteri kadar neden var. Çünkü listenin genişlemesi, süreklilik arz edecek şekilde birbirini tekrarlayan olgularla desteklenen ve belirgin bir yoğunlaşmaya işaret eden bir yöneliştir.
Böyle bir yönelişin herhangi bir demokrasi açısından olağan bir durum olduğu söylenemez.
* * *
Gelişkin demokrasilerin temel koşullarından biri, eleştiriye, düşünce ayrılıklarına tahammül etme olgunluğudur. Çok sayıda meslektaşımızın başına gelenler, Türkiye’nin bugün böyle bir hoşgörü eşiğinin çok uzağında olduğunu gösteriyor.
Yaşanan sıkıntının önemli bir sakıncası daha var. Hükümeti eleştirmenin riskli bir iş olduğu yolundaki algı ortalığı kapladığında, bunun bütün basın üzerinde bir “caydırıcı etki” yaratması kaçınılmazdır. Bu durum, kuşkusuz toplumun haber alma hakkını yakından ilgilendirecek şekilde bağımsız haberciliği de olumsuz yönde etkileyecektir.
Hükümet çevrelerinin bu durumun kendilerinden kaynaklanmadığını belirtip, sorumluluğu medya patronlarına atarak işin içinden çıkmaları pek inandırıcı görünmüyor. Eğer gerçekten öyleyse hükümete düşen görev, ifade özgürlüğünün üzerini kaplayan bu iklimi dağıtmak olmalıdır, kürsülerde sergilenen tavırların tam aksine...
Ayrıca, hepimiz aynı arenadayız, her şeyi görüyoruz.