Zeynep Oral*
Bu başlık 3. İstanbul Tasarım Bienali’nin başlığı... Sakın, sakın ola ki, bu “sanatsal bir meseledir” diye, bir “lüks”ten, bir ikincil sorundan, bir “ayrıntıdan” söz ediyor sanmayın! Tam aksine, yaşamın ta kendisinden söz ediyor. Bizi bedenimiz üzerine, gezegenimiz üzerine, zaman ve zamansızlık üzerine, yaşam üzerine düşünmeye, sorular sormaya çağırıyor, zorluyor.
Satır başlarıyla şöyle açıklayalım:
-Bienal, adı üzerinde, genelde yaşanan son iki yıl üzerine yoğunlaşır. Bu farklı: Bu bienal yaşadığımız son iki saniyeden 200 bin yıl öncesine uzanan zaman dilimine odaklanıyor: Alt başlığımız: “2 saniye, 2 gün, 2 yıl, 200 yıl, 200.000 yıl” (Yaşasın Göbeklitepe!)
-Tasarım, insanın günlük eşyadan şehirciliğe, zihninde canlandırdıklarını uygulaması ve imgelem gücüyse de, bu Tasarım Bienali, tasarımın bizi ve dünyayı nasıl ele geçirdiğini, ne gibi eşitsizliğe, sömürüye alet ettiğini; bırakın nesneleri, kentleri, politikayı ve ekonomiyi, iklimi ve insanın genetik yapısını nasıl tasarladığımızı da ele alıyor.
-Bu Bienal yaşam üzerine: Gezip dolaştığım günden beri kafamdaki soruları çoğaltırken karşılaştığım iki gazete haberi: 1) Meteoroloji Genel Müdürlüğü, IŞİD’in Musul’da yaktığı kükürt tesisi nedeniyle Türkiye’de risk bulunmadığını ilan ederken, Çevre Mühendisleri Odası aksini ilan edip tepki gösterdi. 2) Dünya Doğayı Koruma Vakfı, 2020’ye dek yaban hayatının üçte ikisinin yok olacağını açıkladı... Buyurun, buradan yakın... Ya da Bienal’den yakın... Bu üç ana izlek peşinde, dünya nereye, insan nereye demekten kendinizi alamıyorsunuz..
İKSV’nin gerçekleştirdiği beş ayrı mekânda dolaşırken birbirinden çarpıcı örneklere rastlıyorsunuz (Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, İstanbul Arkeoloji Müzesi, DEPO, Alt Bomonti, Studio-X). Yerim sınırlı; işte bunlardan birkaçı:
-Galata Rum İlköğretim Okulu’nda sizi William Forsythe’ın “Soyutlar Kenti” karşılıyor ve hareket ederek kendi bedeninizin tasarımcısı olmanıza davet ediyor...
-Alman bilim adamı Franz Tschacker’in 1927’de gerçekleştirdiği “Cam Adam” gerçek boyutta bir insan modeli. 1938’de İzmir Fuarı’nda sergilenmiş. Başlangıçta bedeni tanımak amacıyla yapılmış ama “makine-insan”ın tasarımı için de kullanılmış!
-Madeline Vriesendorp’un “El”i, minyatür ellerin “düşünen organ” halleri ve simge, tavır, jest olarak değerlendirilmesi...
-Ali Kazma’nın birkaç işi var. “Güvende” en etkileyicisi: Norveç’te, karlar, buzullar altında tohum depolama tesisi. 2008’de gezegenin ekin biyo çeşitliliğinin “nihai yedeklemesi” olarak açılmış. Uzak geleceğe yönelik... Gelin görün ki, 2015’te Halep’e yedek tohumlar sağlamak için daha şimdiden kullanılmış.
kıtadan tasarımlar bir araya geliyor Bienal’de. Artan savaşlar, katliamlar, mayın tarlaları karşısında bedenlerin protez ihtiyacının yükselmesi... Ama öte yandan “daha güzel daha genç” görünmek için estetik ameliyatlar... Bedene müdahaleler, değiştirmeler... İnsan da hayvan da tasarımcı. Hayvanınki daha acil gereksinime yönelik.
İnsanla hayvanı birbirinden ayıran bir özellik: İnsan kızarıyor... (Neyse ki hâlâ kızarma yeteneği ve onuru birçoğumuzda var... Ama hayvanlarda bu özellik yok.) Ebola salgınından ölümü tasarlamaya, Afrika’dan Myanmar’a örnekler... İletişim ağları, elektromanyetik ağlar, teknokültürel ağlar, ozonda delikler, havada ve toprakta, sularda ve uzayda hem kendi türümüze hem öteki türlere oluşturduğumuz tehditler... İmdaaaat! Hepsi 2016 Tasarım Bienali’nde... Kabataş Stüdyo X’teki “Türkiye Tasarım Kronolojisi” ilginç ama eksik; neyse ki proje devam edecek... Bakarsınız bir müzeye bile evrilir... Gördükleriniz kimi zaman sizi dehşete düşürse de güncel politik kısır kavgaların dışında kendimize ve çevremize, geniş açıdan bakmak, sorgulamak, insanda yeni ufuklar açıyor... Bienal 20 Kasım’a dek sürüyor. Kaçırmayın. NOT: Eczacıbaşı VitrA Kadın Voleybol Takımı, Dünya Kulüpler Şampiyonası’nda ikinci kez şampiyon oldu... Dünyada bir ilk! Varsa yoksa futbol diyen ülkemde bu başarının yeterince keyfi çıkarıldı mı? Sanmıyorum. Başka bir ülkede olsa kıyamet kopardı! Yazık!