Taşgetiren: Ak Parti kurulduğundan bu yana hiç bu kadar “savunma psikolojisi” içine düşmemişti

Taşgetiren: Ak Parti kurulduğundan bu yana hiç bu kadar “savunma psikolojisi” içine düşmemişti

Karar yazarı Ahmet Taşgetiren, YSK'nın İstanbul seçimini iptal eden kararını değerlendirdi. AKP için "kurulduğundan bu yana hiç bu kadar 'savunma psikolojisi' içine düşmemişti" diyen Taşgetiren, "Seçimi iptal ettirebilmek için girdiği canhıraş mücadeleden sonra YSK’nın seçim iptali ile gelen sonuç, belli ki YSK’dan çok, 'İktidar gücü'ne mal ediliyor ve epeyce bir süredir yargının girdiği türbülansla oluşan bagaj YSK kararıyla tavan yapıyor" ifadesini kullandı.

Taşgetiren'in "Rus ruleti!" başlığıyla yayımlanan yazısının bir bölümü şöyle:

Gelinen noktada en kritik soru şu: 23 Haziran’daki seçimde ya Cumhur İttifakı’nın adayı Binali Yıldırım kazanamazsa…  

Olayın bir Binali Yıldırım tarafı var, kazanılamadığı takdirde onun kariyerinde müthiş bir düşme yaşanacak, o ayrı, ama bunca tartışmanın içinden çekip çıkarılan seçim iptalinden sonra “kazanılamazsa” bu, Tayyip Erdoğan için de Devlet Bahçeli için de ciddi bir “siyasi erozyon” anlamına gelecek. 

Peki kazanılabilecek mi? Burada “Kazanır canım” cevabını verenler, “Bir şekilde kazanır” gibi, içinde her türlü kirli şüpheyi barındıran imalarda bulunuyor, ki kazansanız da kaybedeceğiniz bir siyasi hafıza biriktirecek. Kimi de “Kazanmalı” diyerek “İstanbul bu canım, başkasına verilir mi?” gibi, ya da Devlet Bahçeli gibi “İstanbul beka meselesi” diyerek, tüm şu tartışmalı sürecin altındaki “sorunlu” psikolojiyi yansıtıyor.  

***

Vakıa şu: 31 Mart’ta İstanbul’da bir seçim yapıldı ve sayım sonucunda, itirazlar vs.’nin ardından Ekrem İmamoğlu 13 bin küsur oyla seçimi kazandı, mazbatasını aldı. YSK bundan sonra tüm sandıkları sayma gibi bir işlem yapmadı, başka bir gerekçeyle seçimi iptal etti. Yani doğrudan 31 Mart seçimlerinde oy çalınması gibi bir durumdan yola çıkılmadı, kamu görevlisi olmayan sandık kurulu başkanlarının sandığında herhangi bir yolsuzluk olup olmadığı araştırılmadı, hatta o sandıklarda yüzde 50 küsur Binali Yıldırım’a, yüzde 47 Ekrem İmamoğlu’na oy çıkmış olmasına bakılmadı, memur olmayan sandık görevlilerinin tayininde kusurun seçim kurullarında olduğuna dikkat edilmedi, iptale gidildi. Bundan da başkanlık seçiminin iptali için gerekçe arandığı gibi bir izlenim ortaya çıktı.  

YSK’daki karar sürecini Türkiye, vaktiyle Anayasa Mahkemesi’ndeki parti kapatma ya da başörtüsü yasaklarıyla ilgili karar süreçlerinde yaşanan “Hâkim-Toto” duygularıyla takip etti. O zaman muhafazakâr dünya, bizler, mahkemedeki hâkim yapısını kaygıyla izler, kaç kişi “Hâkim irade”den yana kaç kişi gerçek hukuktan yana davranır sorularıyla boğuşurduk. O günlerin kahraman ismi Haşim Kılıç’tı. Tek başına bir hukuk-özgürlük savunucusuydu. Bugün “Hâkim irade” farklı görünüyor ve muhafazakâr siyaset YSK’daki yargıç dünyasının 6’ya 5, 7’ye 4 şekilde oluşmasından dolayı bayram yapıyor. Ama bu defa da geçmişte AYM’deki “Vesayet gölgesi”ni kendi siyasi ahlâkına yazıyor. 

Ak Parti kurulduğundan bu yana hiç bu kadar “savunma psikolojisi” içine düşmemişti. Seçimi iptal ettirebilmek için girdiği canhıraş mücadeleden sonra YSK’nın seçim iptali ile gelen sonuç, belli ki YSK’dan çok, “İktidar gücü”ne mal ediliyor ve epeyce bir süredir yargının girdiği türbülansla oluşan bagaj YSK kararıyla tavan yapıyor. En tepedeki Anayasa Mahkemesi çoktandır, verdiği kararlarla güvenli başvuru mercii hüviyetini aşındırmıştı. Şimdi siyasi alanın AYM’si niteliğindeki Yüksek seçim Kurulu, “Muktedir”e göre hareket eden bir kurum hüviyetine bürünmüş bulunuyor ve sonuçta bu, bir yandan yargı kurumuna olan saygıyı aşındırırken, bir yandan da siyasi iktidarın “Yargı karnesi”ni yaralıyor. Bütün TV kanallarının canlı yayını ile kamuoyu önüne çıkan, bu görüntüleriyle de bir başka “kudret gösterisi” yapan Ak Parti aktörleri bu yarayı sarabildiklerini sanıyorlarsa yanılıyorlar.     

Yazının tamamı için tıklayın