Tayfun Atay: Apo'dan olsa olsa 'postmodernist' olur

Tayfun Atay: Apo'dan olsa olsa 'postmodernist' olur

Tayfun Atay

(Radikal - 30 Mart 2013)

 

Bu yazıyı aslında Abdullah Öcalan’ın Newroz vesilesiyle yaptığı, özünde PKK’nın silah bırakmasına yönelik açıklamasının hemen ardından kaleme almayı çok istedim ama kısmet olmadı. Önceki gün Radikal’de de yer alan bir haber, yazma isteğimi yeniden kamçıladı. Habere göre Meclis kulisinde CHP’li Ali Özgündüz’le BDP’li Sırrı Süreyya Önder arasında “Apo İslâmcı mı sosyalist mi” tartışması yaşanmış. Özgündüz, Önder’e “Hayırlı olsun İslâm ittifakınız” demiş ve şöyle devam etmiş:

“PKK ile AKP’nin İslâm cumhuriyeti konusundaki anlaşması hayırlı olsun.” Önder, “Ne alaka, nereden çıkarttın” mukabelesinde bulununca da “Ne okuduğunu fark etmedin mi?” diye ağır bir ifadeden sonra şunları ekliyor Özgündüz:

“Kullandığı dil, bin yıllık İslâm şemsiyesi altında buluşmak, İmralı notlarını da üst üste koyduğunda sosyalist Apo, İslâmcı Apo olmuş gibi görünüyor. (...) Şeriatçı Kürt siyasetçiler sizin yerinizi alacak. Apo sizi de PKK’yi de tasfiye ediyor.” Sonrasında Önder’in Öcalan’ın sözlerini tefsir ederek öyle olmadığını anlatma çabası var ama Özgündüz, “Ne zamandan beri sosyalist Apo İslâm’ı referans olarak kullanıyor?” şeklinde bir yorum-soruyla pozisyonunu sürdürmekte. Öcalan’ın stratejik amaçlı, dolayısıyla esnek, köşesiz ve yumuşak ifadelerle kaleme aldığı bu metinde İslâmcılık gibi ‘sert-ideolojik’ bir vurgunun yer alması mümkün mü? Böyle bir metinde sosyalist olduğu kadar İslâmî jargona da dayalı gönül alıcı ifadeler olur. Hatta Türk milliyetçiliğini okşayıcı motifler bulunabilir (‘Çanakkale’, ‘Misak-ı Milli’, ‘Türkler’, ‘Türkmenler’, ‘Milli Kurtuluş Savaşı’ gibi...) Ama ne yaparsak yapalım bu metinden bir ‘İslâmcı Apo’ çıkarmak maharet ister!.. Fakat Öcalan’ın metninde bir teorik-ideolojik ‘yönseme’ hiç yok da denemez. Bunun için farklı yerlere, popülizmden uzak, hatta akademik ağırlığı olan bir ifadeler setine bakmak gerekiyor. ‘Apo’ rastlantı diye düşünmenin çok ötesinde kararlı/bilinçli tekrarlarla ‘modernite’ kavramına, onu sorunsallaştırarak vurgu yapmakta. Bu metnin ne milliyetçilikle, ne sosyalizmle, ne İslâm ne de İslâmcılıkla bir alıp vereceği var. Olsa olsa ‘modernite’ ile bir derdi var. Metinde muhtelif yerlere serpiştirilmiş sözleri bir araya getirelim: “Etnik ve tek uluslu coğrafyalar oluşturmak, bizim aslımızı ve özümüzü inkâr eden modernitenin hedeflediği insanlık dışı bir imalattır. (...) Kapitalist moderniteye dayalı son yüzyılın baskı, imha ve asimilasyon politikaları, halkı bağlamayan dar bir seçkinci iktidar elitinin tüm tarihi ve de kardeşlik hukukunu inkâr eden çabalarını ifade etmektedir. (...) Tüm ezilen halkları, sınıf ve kültür temsilcilerini, en eski sömürge ve ezilen sınıf olan kadınları, ezilen mezhepleri, tarikatları ve diğer kültürel varlık sahiplerini, işçi sınıfının temsilcilerini ve sistemden dışlanan herkesi çıkışın yeni seçeneği olan Demokratik Modernite Sistemi’nde yer tutmaya, zihniyet ve formunu kazanmaya çağırıyorum. (...) Ortadoğu ve Orta Asya kendi öz tarihine uygun bir çağdaş modernite ve demokratik düzen aramaktadır.” Bu ifadelerin (her ne kadar bir başka, ‘demokratik’, ‘çağdaş’ modernite vurgusu olsa da) esasen, insanlık tarihinin son 500 yıllık döneminde şekillenip dünyanın her köşesine yayılmış bir insan, toplum ve yaşam projesi olarak ‘Modernite’ye yönelik ‘postmodern düşünsel itirazlar’dan beslendiği aşikâr. Bilindiği gibi bu, iktisadi birimi kapitalizm, politik birimi ulus-devlet, ideolojik birimi milliyetçilik olan; Tanrı, ‘vahiy’ ve gelenek karşısında insanı, aklı ve bireyi öne çıkaran; belli bir yere-zamana (15.-19. yüzyıl Batı Avrupa’sı) özgü kültürel ‘tekilliği’, genel insanlık hali kılmaya yönelen o projenin kendi içinden çıkmış bir itirazdır. Bununla birlikte, göreliliği mutlaklaştıran, farklılıkları kışkırtan, çokkültürlülüğü teşvik eden ve evrenselci iddiaları reddedip yerel, geleneksel, otantik olanın peşine düşen postmodernizmin, ‘anti-modernizm’ olmadığını unutmamak gerekir. Çünkü postmodernizmin pratikte ve pragmatik olarak kapitalist sistemin ‘uluslarüstü’, küresel (ve ‘tüketimci’) aşamasıyla çakışma, örtüşme ve işbirliği içinde olduğu da ortadadır. Sermayenin uluslarüstü akış kazandığı; ulaşım ve iletişim teknolojisinin (ulusal) sınır tanımaz bir işleyiş içinde olduğu; dayanışmanın ‘uluslararası’lıktan çıkıp ‘yerler-arası’ hale geldiği dünyada ‘ulus-devlet kapitalizmi’nin içinde nefes alıp verdiği ‘modernite’dir artık pek yürürlükte olmayan… Öcalan’ın bahsettiği ‘kapitalist modernite’, aslında böylesi bir ‘ulus-devlet kapitalizmi’nin modernitesi. İmralı’daki mahpusluğun tefekküre yatmaya dönüştüğü, bu süreçte ‘postmodern okumalar’ın yapıldığı sır değil. Sanırım bu faaliyet içerisinde Öcalan, Kürtler’in ‘ulus-devlet’e geç kaldıklarını iyice kavradı. O yüzden de ‘bitmekte olan bir hayat’a talip olmaktan vazgeçmiş görünüyor. Çünkü ‘demokratik modernite’, ulus-devletlerin varlıklarını sürdürseler de halklar ve kültürler üzerinde ağırlığının azaldığı; türdeşleştirici bir ‘ulusal kültür’ empozesine gitmek yerine küresel, bölgesel, yerel kültür(ler) arasında ‘koordinatör’ konumuna çekildiği postmodern-küresel kapitalizm aşamasında muradımız olabilir ancak. Dolayısıyla ‘Apo’nun ‘modern ulus-devlet kapitalizmi’ni aşmış bir zihinsel (ideolojik) performans sergilediği söylenebilir. O, bir zamanlar sosyalistti; sonrasında isterseniz ‘ulusalcılığa vurdu’ deyin. Ama onun bugün sosyalizmi de, Kürtlüğü de, Türklüğü de ve tabii ki İslâm’ı (İslâmcılığı) da ‘kolajlamış’ bir postmodern(ist) gözle dünyaya ve Türkiye’ye baktığını düşünmek bana daha uygun görünüyor.