Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişimiyle ilgili olarak "Şimdi karşımızda 'askeri darbe' olarak duran; yıllar yıllar öncesinde adı “devlet içinde devlet” olarak konsa da görmezden gelinmiş; ancak 17-25 Aralık sonrasında 'paralel devlet' ve FETÖ diye lânetlenmiş bu “ağaç kurdu”nu kim besledi, büyüttü, böylesi kanlı bir girişimde bulunabilecek kapasiteye getirdi?" diye sordu.
Tayfun Atay'ın, "Darbe değil, ‘dâbbe’!" başlığıyla yayımlanan (18 Temmuz 2016) yazısı şöyle:
Sözlükte “nüfuz ve sirayet eden” anlamı kaydedilmiş “dâbbe” kelimesi, bilindiği üzere Kuran’da “kıyamet alâmeti” olarak yerden neşet edecek bir yaratığı tanımlayan
“Dâbbetü’l-arz” terkibiyle karşımıza çıkar.
15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece olup biteni darbe girişimi addetmekten öte “dâbbe”, ama yerden değil gökten hâsıl olan bir dâbbe saymaya beni iten, öncelikle özel-kişisel bir sebep var.
Kendisine “yurtta sulh konseyi” adını uygun görmüş bir uğursuz girişim, haksız, hukuksuz ve izansız olmanın ötesinde, aynı zamanda daha ilk andan kolaylıkla savuşturulacağı belli bir çaresizlik ve zavallılık içinde yol almakla birlikte yine de cürmünden fazla yer yakarak geldi geçti.
Bunlar arasında en korkuncu TBMM’nin bombalanmasıydı ve ben bunu Meclis duvarının neredeyse bitişiğindeki evimde, eşim ve kızımla birbirimize sarılmış halde, odaların arasında kalan daracık koridorda sabahlayarak dehşet içinde tecrübe ettim. Tam bir kıyamet haliydi...
Ama bu özel-kişisel boyutun çok ötesinde 15 Temmuz gecesi saat 10 civarında başımızın üstünden neredeyse teğet geçen jetlerle sökün eden girişim, siyasal- toplumsal açıdan da darbeden öte bir “dâbbe” etkisi ve işlevine, yol açtığı gelişmeler itibarıyla fazlasıyla sahip oldu. Özellikle de (plebisiter ve çoğunlukçu değil) “çoğulcu demokrasi”, düşünce özgürlüğü, iç barış ve elbette laiklik açısından...
Bu darbe girişimi, yıllardır ülkede çoğulcu demokrasiye, sivil hak ve özgürlüklere, herkesin istediği gibi düşünme ve yaşama hürriyetine darbe üstüne darbe indiren bir iktidarın bu bakımlardan içine düştüğü meşruiyet krizini aşma yolunda en çok ihtiyaç duyduğu malzemeyi ona verdi.
Onun açısından söz konusu darbe bu yüzden de (en yetkili ağızca telaffuz edildiği gibi) “Allah’ın bir lütfu”dur!..
Ama demokratik çerçevede bu iktidara muhalefetini sürdüren, sürdürmeye de kararlı toplum kesimleri açısından bu darbenin “dâbbe”, yani düşünce ve eleştiri hürriyeti açısından “kıyamet alâmeti” olarak okunmasına yol açabilecek bir dolu söz, tasarruf ve eylem de günlerdir orta yerde durmakta.
Öte yandan “dâbbe”nin, bir bünyeye nüfuz ve sirayet eden yaratık olmanın yanı sıra“ağaç kurdu” anlamı olduğunu biliyoruz.
Ve tabii Türkçemizdeki şu nefis deyişi de biliyoruz:
Her ağacın kurdu, kendinden olur!..
Şimdi karşımızda “askeri darbe” olarak duran; yıllar yıllar öncesinde adı “devlet içinde devlet” olarak konsa da görmezden gelinmiş; ancak 17-25 Aralık sonrasında“paralel devlet” ve FETÖ diye lânetlenmiş bu “ağaç kurdu”nu kim besledi, büyüttü, böylesi kanlı bir girişimde bulunabilecek kapasiteye getirdi?..
Ve bugün meydanlarda demokrasiye sahip çıkmak adına “İdam isteriz” diye ortalığı inletenlerle, 3-4 yıl öncesine kadar şimdi darağacında görülmek istenen
Pensilvanya’daki zatın eteğine yüz sürmek için çırpınanlar ne oranda örtüşmekte?! Yani evet, örtüşmekte, orası kesin de bu, ne orandadır?..
Bunun cevabını içtenlikle vermeden Türkiye’de “demokrasi” adına meydanlardaki görüntüye bakarak konuşmak, herkes, ama özellikle iktidar sahipleri için büyük bir yanılgı riski taşımaktadır.
Bana kalırsa “dâbbe” etkili bu uğursuz darbe girişimi karşısında demokrasi adına bu ülkede umudu esas teşvik eden tavır, başka iki mecradan çıkış buldu.
MHP gibi CHP ve HDP de genel başkan düzeyinden aşağıya doğru tüm birimleriyleErdoğan rejimine karşı bu darbe girişime kesin bir “Hayır” tavrını, onun ağına tabanları içerisinde tek-tük bile olsa düşebilecekleri de bu tuzaktan uzak tutacak şekilde derhal ortaya koydular.
Hukuka, kişisel hak ve hürriyetlere aykırı nice demokrasiyle bağdaşmayan marifetine karşın, seçimle gelmiş meşru hükümetin yanında, gayrimeşru darbeye karşı durdular.
Aslında en büyük sınavı onlar verdiler.
Darbeye karşı salâlarla sokaklara çekilen, bu doğrultuda feci ve korkunç bambaşka hedeflere savrulması (talimatla hareket etmekten başka çaresi olmayan zavallı askerlere linç girişimlerinde olduğu gibi) an meselesi kitleler karşısında da “gerçek demokrasi” dersini onlar verdiler.
Darbe girişiminin sonuç itibarıyla hepimiz açısından “dâbbe” kaygısını bir nebze de olsa gideren, bu ülkede hâlâ azımsanmayacak bir kitleyi temsil eden bu iki siyasi oluşumun demokrasi adına “ders” nitelikli bu olgun, ilkeli ve erdemli duruşlarıdır.