Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, 'kurban' ile 'akraba' kelimelerinin Arapça k-r-b köklerinden geldiğini vurgulayarak ''Kurban, Allah ile akrabalık kurmaktır'' dedi. ''Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail’in boğazına bıçağı gözünü kırpmadan dayayabilmesindeki motivasyon da böylesi 'ilahi akrabalık' inancının tutkulu bir dışavurumudur'' diyen Atay, ''Kurbanda aslolan karşılıklılıktan ziyade ibadet, yani bir anlamda karşılıksız vermektir. Tekraren ifade etmek gerekirse bu, Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi bir 'imtihan'dır'' diye yazdı. Atay, ''Allah’la yakınlaşmak mı istiyorsun; o halde kendinden bir parçayı ona başka hiçbir niyet gözetmeksizin içtenlikle kurban et!.. O yüzden, 'para ile akraba' olanların kurbanı kabul olmaz'' görüşünü savundu.
Tayfun Atay'ın Cumhuriyet gazetesinin bugünkü (12 Eylül 2016) nüshasında yer alan 'Para ile akraba olanın kurbanı kabul olmaz!' başlıklı yazısı şöyle:
Kurban, Allah ile akrabalık kurmaktır
Arapça “k-r-b” kökü, hem kurban, hem de akraba sözcüklerine doğuş verir. Ölüm, Allah’a ulaşmanın yolu olduğu için yaşayanlar, kendilerinden bir varlığa ölümü tattırarak onu Allah’la ilişik kılmış, böylece Allah’a yakınlaşmış, onunla “akraba”olmuş olurlar. Kur’an'da ibadet anlamında kullanılan “kurbet” de aynı kökten çıkar ve Allah’a yakınlaştıran ibadetleri işaret eder.
İslâm dışında da hemen tüm din ve inanç sistemlerinde böyle bir motif ve pratik, o ya da bu şekilde kendisini gösterir. Doğaüstü bir varlık ya da güçle yakınlık kurma yolunda “aracı”, kurbandır. O yüzden bazı eski toplum ve kültürlerin inanç sistemlerindeki insan kurban etme pratiğinin temelinde de böylesi doğaüstü yahut yaratıcı bir güçle “akrabalık” hedefinin gözetildiği söylenebilir.
Hz. İbrahim’in, oğlu İsmail’in boğazına bıçağı gözünü kırpmadan dayayabilmesindeki motivasyon da böylesi “ilahi akrabalık” inancının tutkulu bir dışavurumudur. Bu doğrultuda denilebilir ki Kurban Bayramı’nda kurban kesen her Müslüman, İbrahim’in yaptığını yapabilmeye, Allah ile yakınlaşma uğruna en değerli varlığını bile gözden çıkarmaya hazır olduğunu simgesel olarak örneklemektedir. Kurban sözcüğünü Müslümanlar, Yahudi ve Hristiyanlarla ortaklaşır. İbranice, Aramice, Asurca dillerde Tanrı’ya yakınlaştıran anlamına gelen sözcük, Arapça ile aynı köktendir ve Eski Ahit’te “gorban” olarak geçer.
Süryanicede “Kurbana”, Hristiyan Komünyon (“Evharistya”) ayini için kullanılan sözcüktür. İsa’nın havârileriyle birlikte yediği ve kendi kanının insanların günahının bağışlanması için döküldüğünü söylediği “Son Yemek”te ekmeğin onun bedenini, şarabın da kanını simgelediği inacından çıkış bulan ayin, bu dinde kurban ritüeline tek karşılık gibidir. Yani İsa’nın haç üzerinde ölümü, onun “Tanrı-Baba”sına kavuşmak üzere kendini kurban etmesi sayılır. İsa, Hristiyanlıkta ilk ve son“kurban”dır.
Kurbanın insan toplumsallığının en temel ilkelerinden “karşılıklılık”la (“reciprocity”) bağlantısı üzerinde de durulur ki aynı ilke, sosyal bilimcilerce akrabalığın kurumlaşmasında da asli belirleyici olarak kaydedilmektedir. “Ben sana vereyim ki sen de bana ver” düşüncesi doğrultusunda Tanrı’ya hediye vermekle ondan rahmet, yardım, lütuf, bereket, af ve mağfiret talebinin de kurban pratiğinde içkin olduğu ileri sürülür.
Ancak yaratıcıya yönelik bu türden “takdime”lerin, kurbandan farkına vurgu yapılması da söz konusudur. Nitekim Kur’an (Hac: 37), kurban kesildiğinde Allah’a ulaşacak olanın et ya da kan değil, kurban kesenin “takva”sı (dinin gereklerini yerine getirme konusunda hassasiyeti) olacağının özellikle altını çizmektedir. Dolayısıyla kurbanda aslolan karşılıklılıktan ziyade ibadet, yani bir anlamda karşılıksız vermektir. Tekraren ifade etmek gerekirse bu, Hz. İbrahim örneğinde olduğu gibi bir “imtihan”dır. Allah’la yakınlaşmak mı istiyorsun; o halde kendinden bir parçayı ona başka hiçbir niyet gözetmeksizin içtenlikle kurban et!..
Bu itibarla şu hususlara dikkat çekmek gerekir: Birincisi, her Kurban Bayramı’nda ortalıkta gördüğümüz bazı feci manzaralar, böylesi Allah’a yakınlaşmaya dönük bir ibadet niyetine halel getirmektedir. Ürküp kaçan kurbanlık hayvanların binbir türlü eziyete uğratılarak sağa-sola sıkıştırılıp, iplerle devrilip, uyuşturucu iğnelerle kendinden geçirilip yakalandıktan sonra kesilmesi, onların kurban edilmesi değil, katledilmesi demektir.
Benzer şekilde her yıl özellikle İstanbul’da sokakların kan deresine, denizlerin kan deryasına dönüşmesi de kurbanı ibadet olmaktan çıkaran bir başka feci görüntüdür. Bu görüntüye sebebiyet verenlerin de, engel olamayan yetkililerin de “hayvan katliamı yapılıyor” yorumlarına kızmaya-köpürmeye hakkı yoktur.
Ve son olarak şunu kaydetmek gerekir: Evet, kurban “malî bir ibadet”tir ve bir asgari zenginlik ölçüsü gerektirir. Ancak zenginliği ibadet haline getirmiş, paraya tapar hale gelmiş, servete servet katmak uğruna yeryüzünü, taşı-toprağı, ormanı-denizi talan etmiş olanların kurbanı ne kadar makbul, orası hayli tartışmalıdır. Hele ki Peygamber’in “şefaat”iyle yetinmekten uzaklaşıp ha bire “İnşaat yaResulûllah”, ondan öte “Nükleer ya Resulûllah” deme noktasında olanların kurban kesmesinden hayır beklemenin hiç mi hiç âlemi yoktur. Ne demiştik en başta, kurban, Allah ile akraba olmaktır. O yüzden, “para ile akraba” olanların kurbanı kabul olmaz.
Herkese iyi bayramlar!..