Cumhuriyet gazetesi yazarı Tayfun Atay, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin desteğiyle Dabık'a ilerleyen ÖSO unsurlarının IŞİD’in elindeki Dabık'ı alırsa, "bir Mehdici-Kıyametçi beklentinin daha çöküşüne şahit olacağız" dedi."Dabık, doğruluğu tartışılır bazı hadislerde “Mehdi” ile “Deccal”in ordularının birbirine gireceği kıyamet alâmeti “Büyük Savaş”ın mekânı olarak geçmekte" değerlendirmesini yapan Atay, "Demek ki “açlık” oldukça birileri bu tür senaryoları işlemeye de, başkalarını işletmeye de devam edecek. Mehdi bugün IŞİD’le, yarın MIŞİD’le beklenecek" diye yazdı.
Tayfun Atay'ın Cumhuriyet gazetesinde IŞİD bitse de ‘Mehdi’ bitmez! başlığıyla yayımlanan yazısı şöyle:
IŞİD’in elindeki Dabık düşerse bir Mehdici-Kıyametçi beklentinin daha çöküşüne şahit olacağız.
Ama bu, böylesi beklentilerin sonu olmayacak. Yaşadığımız “yanlış hayat”, onları yeniden üretmeye devam edecek ve IŞİD’in kıyametçiliğinin yerinde başkaları bitecek.
Son günlerde yerli ve yabancı basında üzerinde durulan konulardan biri, Dabık’a ilerleyen TSK destekli ÖSO unsurlarının burada çok sert bir IŞİD mukavemetiyle karşılaşma ihtimali.
Çünkü deniyor, burası IŞİD için sadece askeri ve stratejik açıdan değil, ideolojik ve“teolojik” açıdan da çok büyük önem arz etmekte. Çünkü diye devam ediliyor, burası IŞİD’in elemanlarını motive etme yolunda işlerliğe soktuğu “Kıyametçi” söylemin odak noktası.
Dabık, doğruluğu tartışılır bazı hadislerde “Mehdi” ile “Deccal”in ordularının birbirine gireceği kıyamet alâmeti “Büyük Savaş”ın mekânı olarak geçmekte. IŞİD burayı kaybederse varlığını ve mücadelesini dayandırdığı temel apokaliptik söylem çökecek ve ondan kurtulmuş olacağız!..
Acaba öyle mi? Kıyamet beklentisi çöker, Mehdi gider, IŞİD biter mi? Tarihe bakınca böyle olmadığını görüyoruz.
İslâm’da Mehdi, Yahudilik-Hıristiyanlıkta Mesih, diğer pek çok irili ufaklı inanç sisteminde de başka figürlerle karşımıza çıkan, “cennetin dünyada belirmesi”ne inanç denilebilecek “Milenaryan” beklentilerin ilki bu olmadığı gibi sonuncusu da olmayacak.
Tanrı tarafından görevlendirilmiş bir “kurtarıcı”nın (mehdi ya da mesih) kıyamete yakın dünyada huzur ve adaleti sağlayıp inananları selâmete kavuşturacağı şeklindeki milenaryan inancın en çarpıcı karakteristiği, onun gerçekleşmediği takdirde dahi son bulmamasıdır.
O, evrilir, dönüşür, yumuşar veya daha da sertleşir ve tekrar kendini gösterir. Mesele, onu var eden gerçek, somut, maddi yaşam koşullarının aynen yerinde durup durmadığıdır çünkü.
Benim bizzat şahitlik ettiğim örnek, 1990’ların başında Batı’da yaygın bir şebekeye sahip Şeyh Nazım Kıbrısî’nin Nakşibendi çevresindeki Mehdi beklentisidir. Bu beklentide dikkati çeken, onun on yıllara ve boşa çıkmış bir dolu kehanete meydan okumasıdır. Dünyada kendisini gösteren her yeni kargaşa, Mehdi söyleminin, birbirini izleyen farklı yorum ve kehanetlerle tekrar tekrar yenilenmesine, müritler tarafından aynı şevk ve aşkla benimsenmesine yol açmıştır.
Misal, “Büyük Savaş” (Armageddon) beklentisi, 1980’lerin ortalarında o zaman Afganistan’ı işgal etmiş Sovyetler’in sırasıyla İran’ı ve Türkiye’yi de işgal edeceği kehaneti üzerinden şekillenmişti. Ortada Sovyetler’in kalmadığı “Yeni Dünya Düzeni”nde “senaryo”nun rotası önce Birinci Körfez Savaşı’na (1990-91) kırıldı. Sonra ondan da beklenen verim alınamayınca bu savaşın ileride çok daha amansız şekilde başlayacağı beklentisine doğru yelken açıldı (ki gerçekten öyle de oldu, İkinci Körfez Savaşı yaşandı!).
Araştırmamdan şu anekdot, o zamanki “senaryo”yu yansıtır:
“Saddam daha önce sakladığı gerçek nükleer silahlarını kullanacak ve hem İsrail’e hem Riyad’a saldıracak. Bunun üzerine Amerika’nın başını çektiği kâfirler cephesi Türkiye’yi bu savaşa bulaştıracak. Türkiye savaşa bulaşınca Rusya daha fazla tarafsız kalmayıp hem Türkiye’ye saldıracak, hem de komünizme geri dönecek. Rus askerleri İstanbul’u işgal edecek. Savaşın bu esnasında Mehdi belirecek.”
Mehdi nereden, nasıl mı belirecek, sonra neler mi olacak? Buyurun:
“Mehdi Medine’de ortaya çıkacak ve ‘La havle ve lâ kuvvete illa billah’il aleyhilazim’diyerek derhal Şam’a geçecek. İnananlardan her kim onu duyarsa kendini Şam’da bulacak. Sonrasında Mehdi yedi adımda Şam, Humus, Trablus, Halep, Konya, Bursa yolu ile İstanbul’a varıp Mukaddes Emanetler arasındaki Peygambercübbesini, kılıcını, sancağını alacak. Deccal’in İran-Horasan’dan ortaya çıkmakta olduğunu ilan edecek. Yahudilerin Kudüs’te Deccal’i beklediğini söyleyecek. Ve merkez karargâhı olan Şam’a dönüp Deccal’e karşı gerçek cihadı başlatacak.”
Çıktı mı bu söylenenler, çıkmadı. Peki, beklenti bitti mi, tabii ki bitmedi. Adım gibi eminim, aynı çevrelerde bugün de Suriye’de olanlar üzerinden IŞİD’inkine benzer senaryolar eşliğinde Mehdi beklentisi capcanlı sürmektedir. Tek fark, Nakşilerinki pasifist ve edilgen bir beklenti iken IŞİD’inki aktivist ve militan bir Mehdicilik.
Fakat işin özü belli: Ekonomik- teknolojik ve toplumsal-kültürel bakımdan hızlı değişimlerin, topyekûn altüst oluşların yaşandığı, buna bağlı tahribat ve ümitsizliklerin yaygınlaştığı zaman ve zeminler üretir, besler, sürekli kılar bu kıyametçi savruluşları…
Ya da araştırmam sırasında Mehdi’nin “zuhuratı”na dair sürekli “tehir”lere ilişkin bir müridin şu “samimi” yorumu da ışık tutar işin özüne:
“Eğer karnın açsa ve birisi sana biraz sonra nefis bir yemek geleceğini söylerse kendini çok daha iyi, ferah, güçlü ve iştahlı hissedersin. Olay budur. Asıl gaye,herkesi sürekli bir beklenti içinde hırslı, enerjik, dinç tutmaktır.”
Demek ki “açlık” oldukça birileri bu tür senaryoları işlemeye de, başkalarını işletmeye de devam edecek. Mehdi bugün IŞİD’le, yarın MIŞİD’le beklenecek.