Tayfun Atay: Muhbirsiz dersin bereketi olmaz, Prof. Zeynep Sayın gibi hocaları yaşatmak boynumuzun borcu

Tayfun Atay: Muhbirsiz dersin bereketi olmaz, Prof. Zeynep Sayın gibi hocaları yaşatmak boynumuzun borcu

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin, derste gizlice yapılan bir ses kaydında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ı eleştirdiği gerekçesiyle Prof. Zeynep Sayın Balıkçıoğlu'nun işine son vermesiyle ilgili olarak, "Bu hocaları yaşatmak boynumuzun borcu!" dedi. "Şimdi öğrenciler, bazı muhbir “dersliktaş”larının ispiyonladığı hocalarının peşinde adliye kapılarında, koridorlarında, salonlarında" ifadesini kullanan Atay, "Muhbirleri de bekleriz" dedi.

Tayfun Atay'ın "Muhbirsiz dersin bereketi olmaz!" başlığıyla yayımlanan (24 Haziran 2016) yazısı şöyle:

"Bilgi Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Zeynep Sayın’ın bir öğrenci tarafından resmi makamlara ispiyonlanması pek çok cepheden ele alınabilir. Birincisi bu olay, Türkiye’nin “akademi-politik” kısa tarihinde muhbirlik pratiği açısından 1970 ve 80’lerden bugüne nereden nereye savrulduğumuza ilişkin çarpıcı bir veri sunmakta.

Bizim üniversite öğrenciliğimiz, bazı hocaların diğer hocaları, ama bunun yanı sıra öğrencilerini de ihbar ettikleri bir akademi-politik ortamın içinde geçti.

Yan odadaki meslektaşını da, alt kattaki asistanını da, bahçedeki-kantindeki öğrencilerini de polise-jandarmaya ihbar, işaret ve teslim eden hocalar biliyorum, tanıyorum. “12 Eylül” döneminde de, sonrasında 1990’larda da…

Ama elbette öğrencisini kovalayan polise -jandarmaya engel olmaya çalışan, bu arada hırpalanan hocalar, hocalarımız da olmuştur.

Devir değişti.

Şimdi öğrenci, hocasını ihbar ediyor.

Benim akademik ömrümün bir kısmı, mahkemeye düşmüş öğrencilerimin peşinde koşmakla, onları yalnız bırakmamakla geçti.

Şimdi öğrenciler, bazı muhbir “dersliktaş”larının ispiyonladığı hocalarının peşinde adliye kapılarında, koridorlarında, salonlarında.

Bizim zamanımızda daha çok hocalar, resmiyet karşısında statükocu ve itaatkâr, öğrenciler ise radikal, eleştirel ve isyankârdı.

Şimdi hocalar radikal, eleştirel ve protest iken öğrenciler statükocu, konformist ve itaatkâr.

Aslında bunlar en çok o 1970-80’lerin öğrenci kültüründen miras, özgürlükçü ve eleştirel bir üniversite özlemiyle dersliklerin sıralarında oturup sonra kürsülere yükselme başarısı göstermiş olan hocaların başına geliyor.

Onlar, kendi öğrenciliklerinde deneyimleyemedikleri bir üniversiteyi; devleti değil toplumu, milleti değil insanı, ülkeyi değil evreni önceleyen bir “bilgi-düşünce sitesi” hayalini hayata geçirmek istiyorlar. Devletin de, hükümetin de karşısında dik durabilen, gerektiğinde onu eleştirebilen, yanlışları karşısında hesap sorabilen (eğer medya “4. Kuvvet”se) bir “5. Kuvvet” olarak anlıyorlar üniversiteyi…

Kaderin cilvesine bakın ki şimdi sınıflarında kendi öğrenciliklerinden (“hiç eser yok” demeyelim de) tam aksi istikamette motive olmuş azımsanmayacak sayıda örnek var.

İtaatkârlar sıralarda oturuyor.

Eleştirel olanlar, kürsülerde konuşuyor.

Elbette bu devlet buna izin vermeyecektir ve elbette üniversiteyi bir “devlet  dairesi”ne döndürme yolunda gerekeni yapacaktır! O yüzden dünkü Cumhuriyet’te YÖK Başkanı’na akademisyenlerle ilgili olarak disiplin cezası gerektiren eylemlerde soruşturma yetkisi veren bir yasa tasarısının şekillendirildiği haberini okuyoruz.

İtaatkâr nesil gibi itaatkâr akademisyen isteniyor ve bu yolda resmî olarak da gayrı-resmî olarak da her türlü girişim destekleniyor.

Ve malûm (akıllı telefon icat oldu, mertlik bozuldu!) sınıfta anlattığınız dersi öğrenci sizden izin almaya gerek dahi duymadan kayıt altına alıyor. Fark edip sorduğunuzda da “Sınava çalışmak için” diyor.

Yapma diyebilir misiniz, hayır. Yasak, engel, kısıt bize yakışmaz.

Ayrıca üniversite de herkesindir, ders de…

Biz tıka basa dolu amfilerin kapıları açık olarak öğrenciler koridorlara taşmış vaziyette işlenen dersler gördük örnek aldığımız hocalardan...

Bu hocaları yaşatmak boynumuzun borcu!..

Ve diyelim ki bir sosyal bilimci olarak “Toplum ve Siyaset” başlıklı bir ders veriyorsunuz. Ve de “aşiret” siyasî örgütlenmesi ile “devlet” siyasî örgütlenmesinin Ortadoğu coğrafyasında ilişki ve etkileşimlerinden bahis açtınız.

“Modern” bir ulus-devlet bünyesinde, ona göre geleneksel mahiyetli aşiret yapılanmalarının ne türden var olma stratejileri geliştirdiklerini tartışmak istiyorsunuz.

Hayata değmeyen bilgi, kazanılamaz diye de düşünüyorsunuz.

E, elinizin altında da yaşadığınız topraklarda modern zamanlarda “sönümlenmek” bir yana, bir devletle bir örgütün 30 yılı aşkın süren kanlı çatışma ortamını fırsat bilip, bundan yararlanıp daha da canlı, zinde, gürbüz hale gelmiş aşiret örnekleri var.

Anlatmaz mısınız?..

Anlatırsınız, anlatıyoruz, anlatacağız.

Muhbirleri de bekleriz!.."