TBMM Küresel İklim Değişikliği Komisyonu’nun taslak raporundaki olası senaryolara göre; iklim krizi nedeniyle gıdasızlık ve kuraklık ile ilişkili hastalıklar artacak, 2030 yılında iklim krizinin sağlığa maliyeti 2-4 milyar dolar arasında olacak, 2050 yılında ülkedeki gıda ihtiyacı yüzde 60 artacak. Dünyadaki deniz seviyesinin yükselmesi, kuraklık, sel ve taşkınlar yüzünden 200 milyon insan göç etmek zorunda kalacak. Raporda, iklim krizinin önlenmesini amaçlayan Paris Anlaşması’na uzun süredir taraf olunmaması ekonomik gerekçelere bağlandı.
“Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıklarla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılması için Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu”; AKP Afyonkarahisar Milletvekili Veysel Eroğlu başkanlığında, toplamda 109 saati aşan 25 toplantı yaptı. Komisyon üyeleri; Kırşehir, Kayseri, Konya, Burdur ve Afyonkarahisar’da yerinde incelemeler yaptı. Komisyon üyeleri ile bakanlık müşaviri, müfettiş, mühendis, yasama uzmanlarından oluşan 37 uzman; iklim krizinin sebepleri, etkileri ve yapılması gerekenlerin yer aldığı taslak raporu hazırladı.
ANKA Haber Ajansı’ndan Şeyma Paşayiğit'in ulaştığı 680 sayfalık taslak rapor, düzenlemeleri tamamlandıktan sonra yeni yasama yılında TBMM Başkanlığı'na sunulacak.
Rapora göre; Türkiye yıllık ortalama sıcaklıkları son 50 yılda 12,5 dereceden 14,5 dereceye yükseldi. Meteorolojik afet sayıları, belirgin şekilde arttı. Yarı kurak alanlar yüzde 14 artış görüldü. Olası senaryolara göre de dünya genelinde iklim değişiklikleri nedeniyle gıdasızlık ve kuraklık ile ilişkili hastalıklar artacak. 2030 yılında iklim krizinin sağlığa maliyeti 2-4 milyar dolar arasında olacak. 2050 yılında gıda ihtiyacı yüzde 60 artacak. Yine 2050 yılında dünyadaki deniz seviyesinin yükselmesi, kuraklık, sel ve taşkınlar yüzünden 200 milyon insan göç etmek zorunda kalacak.
Raporda, iklim krizinin azaltılmasını hedefleyen Paris Anlaşması ile ilgili tespitler dikkat çekti. Türkiye için “Küresel ısınmanın 2 derece altında kalacak, hatta 1.5 derece altında çalışacak şekilde önlemlerin alınması, fosil yakıt kullanımının azaltılmasını, ormanların, su kaynaklarının ve tarım alanlarının korunmasını sağlamak için hızla iklim krizi acil eylem planını hazırlaması artık kaçınılamaz bir durumdur” değerlendirmesi yapıldı.
Öte yandan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakan Yardımcısı Alpaslan Bayraktar’ın, Paris Antlaşması’nın hâlihazırda neden onaylanmadığına ilişkin yaptığı bilgilendirmeye de yer verildi. Alparslan Bayraktar, Türkiye’nin ekonomi ölçeğinde mutlak emisyon azaltımı yapamayacağı ve Paris Antlaşması’nın bu sorumluluğu yükleme riskinin olduğunu söylemesi dikkat çekti. Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı Mehmet Emin Birpınar ise gerekçe olarak Türkiye’nin Paris Anlaşması’nda gelişmiş ülke olarak konumlandırılmamasını gösterdi.
Raporda, konuya ilişkin yapılan değerlendirmeler de ‘ekonomi’ temelinden şekillendi:
“Paris İklim Antlaşması’nda belirtilen hedeflere ulaşmanın ekonomik maliyetinin önümüzdeki 15 yıl içinde 16,5 milyar dolar olabileceği düşünüldüğünde, iklim krizi ile mücadelede sonuç odaklı finansman seçeneklerinin son derece titizlikle yürütülmesi gerekmektedir. Paris Antlaşması’na taraf olup olmama konusunun ileride ekonomik etkilere yol açacağı aşikârdır. Türkiye taraf olması durumunda; Paris Antlaşması ile ilgili alınacak kararlarda söz sahibi olabilecek, yeşil teknolojiye yatırım sağlamaya odaklanan çok taraflı kalkınma bankalarından faydalanmaya devam edecek, her yeni beyanın bir öncekinden daha ileri seviyede azaltım hedefi içermesi gerekecektir. Bununla birlikte, Paris Antlaşması’nın mutlak azaltım konusunda ceza uygulaması ya da belli bir emisyon azaltım seviyesini zorunlu tutma gibi bir mekanizması bulunmamaktadır.
Türkiye’nin Paris Antlaşması’na taraf olmaması durumunda ise; Paris Antlaşması ile ilgili alınacak kararlarda söz sahibi olunamayacak ve ikili ticaret anlaşmalarında Paris Antlaşması’na taraf olma zorunluluğu ya da Paris Antlaşması’nın uygulanmasına yönelik taahhüt talebi gündeme getirilmektedir. Yeşil İklim Fonu dışında, yeşil teknolojiye yatırım sağlamaya odaklanan çok taraflı kalkınma bankalarından da faydalanamama riski doğacaktır.”
Raporda; suların korunması için su kanunu çıkarılması, kullanılan suyun yüzde 77’sinin sulamada kullanıldığından suyun tarlaya basınçlı borulu sistemlerle götürülmesi için ‘damla sulama seferberliği’ başlatılması, yeraltı sularının rezerve edilerek korunması, yatırım eylemlerinin gerçekleşmesi için ulusal teşvik ve finans imkanlarının geliştirilmesi, yangını önleyici tedbirlerin alınması başta olmak üzere pek çok öneri sıralandı.
Diğer tespit, değerlendirme ve beklentiler şöyle:
Son 50 yılda Türkiye yıllık ortalama sıcaklıkları 12,5 dereceden 14,5 dereceye yükseldi. 2010 yılı en sıcak birinci, 2018 yılı en sıcak ikinci, 2020 yılı en sıcak üçüncü yıl oldu. Yağışlardaki yüzde 22 azalma ile 2008 yılı son 50 yılın en sıcak yılı oldu. Yağışlar, 2020 yılında normaline göre yüzde 13 azaldı. Türkiye’de yaz günleri, sıcak günler, sıcak geceler, tropik gün ve geceler artarken; dolu günler, serin günler, serin geceler azaldı. Türkiye geneli 1971-2020 kuraklık dağılımında da 1 yıl olağanüstü, 2 yıl çok şiddetli, 2 yıl şiddetli, 8 yıl orta kurak, 2 yıl hafif kuraklık gözlemlendi. Küresel modellemelerdeki senaryoların hepsi, ekstrem sıcaklıkların görülme ihtimalinin yükseldiğini ve daha şiddetli sıcak hava dalgalarının artacağını gösterdi. Senaryolardaki artan eğilimlerin bir başkası da şiddetli yağışlar. Ankara’da, çok şiddetli yağışlı gün sayısının 2021-2099 döneminde 6–10 gün aralığında artması ve günlük maksimum yağış miktarının 800-124 mm’ye kadar yükselmesi öngörüldü. İstanbul’da da çok şiddetli yağışlı gün sayısının 2021-2099 döneminde 18 ila 25 gün aralığında artması ve İstanbul ilinde günlük maksimum yağış miktarının 2021-2099 döneminde 94 ila 125 mm’ye kadar yükselmesi öngörüldü.
Meteorolojik afet sayıları, belirgin şekilde arttı. 2000’li yıllarda 146 adet afet varken, 2020 yılında 984 afet meydana geldi. 2020 yılı, 1940’tan bu zamana kadar meteorolojik afetlerin en çok görüldüğü yıl oldu. Uzun yıllar dağılımına göre şiddetli yağış, sel ve fırtına afetlerinin bütün afetler içindeki oranı yüzde 28’lik oranla ilk sırada; dolu afeti ise yüzde 19’luk oranla üçüncü sırada yer aldı. Son 10 yılda her yıl yaklaşık 100 ve daha fazla sayıda sel olayı gerçekleşti. Yine 2020 yılı 1940 yılından bu zamana kadar sel afetinin en fazla görüldüğü üçüncü yıl oldu. Tarım başta olmak üzere birçok alanda önemli zararlara sebep olan dolu afeti de son 10 yılda artış eğilimiyle kayıtlara geçti. 2020 yılı kayıt tutulan yıllar içerisinde en fazla dolu afetinin gözlemlendiği yıl oldu. 2020 yılında çıkan 3 bin 399 adet orman yangınında toplam 20 bin 971 hektarlık ormanlık alan zarar gördü. 2020 yılı çıkan orman yangınları, son 16 yıllık kayıtlar içerisinde yangın sayısı bakımından yüzde 9 ve yanan alan miktarı bakımından ise yüzde 14’lük kısmı ile ikinci sırada yer aldı. Ciddi tehdit oluşturan çığ afeti de 13 afet ile en fazla 2020 yılında görüldü.
İklim modelleme çalışmalarının ortak sonuçları çerçevesinde; yağışların azalması, sıcaklık ve buharlaşmanın artması, sıcak hava dalgaları ve kuraklık olayların hem sıklığı hem uzunluğu, Akdeniz’deki birçok ülke gibi Türkiye’yi de etkileyecek. Özellikle yoksul kesimler için gıda temin sistemi işlemez hale gelebilecek ve gıda güvenliğinin tehlikeye girmesi riski artacak. Bunun bir örneği Türkiye’de 2020 yılı mayıs ayının 15-25 tarihlerinde yaşandı. Dört mevsimin görüldüğü 10 günde yaşanan ani hava değişimi sebebiyle; bazı bölgeler aşırı sıcaktan, bazı bölgelerde ise aşırı soğuk, don, dolu ve fırtınadan dolayı tarım ürünleri büyük zarar gördü. Önce 40 dereceyi gören aşırı sıcak hava ve hemen sonrasında eksi 1 dereceye kadar düşen aşırı soğuk havanın yanı sıra dolu, don ve fırtına birçok bölgede bitkisel ürünlere büyük zarar verdi. Felaketlerden 50’den fazla il etkilendi.
Dünyada kara alanlarının yüzde 25’ini kapsayan çöller, 168 ülkede 1 buçuk milyar nüfusu doğrudan tehdit ediyor. Her yıl 12 milyon hektar tarım arazisi bozuluyor. Türkiye’de konumu itibariyle çölleşmeden etkileniyor. Orman alanlarının yüzde 4.17’si, tarım alanlarının yüzde 38,71, meraların yüzde 53,66’sı orta ve şiddetli ölçekte erozyona maruz kalıyor. Toprakların yüzde 86’sının erozyon tehdidi altına olması çölleşmenin en önemli sebebini oluşturuyor. 1950-1980 ve 1981-2010 karşılaştırıldığında ülkede yarı kurak alanlar yüzde 14 artış görülüyor.
İklim değişikliğinin sağlığa doğrudan zarar maliyetleri, 2030 yılına kadar 2-4 milyar dolar arasında tahmin ediliyor. Gıdasızlık ve kuraklık ile ilişkili hastalıklar, değişen bulaşıcı hastalık etkenleri, vektörlerle ilişkili hastalıklar, yeniden ortaya çıkan ve yeni hastalıklar bekleniyor. Ekonomik olarak geri kalmış, dezavantajlı kesimler, çok daha fazla etkileniyor. 2016 yılındaki en büyük 10 göç hareketliliği iklim sebebiyle meydana geldi. Bu göçlerden en çok etkilenen ülkeler Filipinler, Çin ve Hindistan oldu. İklim değişikliği sebebiyle çok büyük kitlesel nüfus hareketleri gerçekleşecek ve 2050 yılında deniz seviyesinin yükselmesi, kuraklık, sel ve taşkınlar gibi sebeplerden 200 milyon insanın yaşadıkları yerleri terk ederek göç etmek zorunda kalması bekleniyor. Gıda üretiminde düşüş olacağından gıdaya erişiminin daha zor olacağı öngörülüyor. Gıda atıklarında azalma olmadığı sürece mevcut gıda tüketim eğilimleri göz önüne alındığında 2050 yılında gıda ihtiyacı yüzde 60 artış göstereceği tahmin ediliyor.”