T24 - TCMB Başkanı Durmuş Yılmaz, 2010 yılının ikinci çeyreğine ilişkin değerlendirmelerde buldundu. Merkez Bankası yönetiminin sık sık eleştirildiği bu günlerde, Başkan Yılmaz hükümetin uyguladığı politikaların kendilerini de etkilediğini dile getirdi. Yaptığı açıklamalarda her ne kadar referandum sürecine değinmek istemese de kendisine sorulan soru üzerine (Referandum süreci. ekonomiyi etkiliyor mu?) Yılmaz: 'Siz o dönemdeki kur hareketleriyle bu dönemdeki kur hareketlerine bakın. Nereye gittiyse o zaman bir şeyler çıkarabilirsiniz.' dedi... Milliyet gazetesi Ekonomi Müdürü Murat Sabuncu'nun bugünkü (30 Temmuz 2010) yazısı: MALİ DİSİPLİN ORTA VADEDE OY GETİRİR Merkez Bankası’nın yönetimi karşımda oturuyor. Özellikle iki kişiyi dikkatle izliyorum. Biri Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz, diğeri yardımcısı Erdem Başçı... Birikimleriyle, referans noktalarıyla, ortaya koydukları vizyonla “örnek bürokratlar”... Sadece “teoriye değil pratiğe baktığınızda da yani rakamları ortaya koyduğunuzda da “ takdir edilecek kişiler. Bir süredir hükümetin içinden bir kesim özellikle Başkan Yılmaz’ın politikalarını hedef aldı. Kur ile ilgili çok sert eleştirilere maruz kaldı. Ne kadar ilginç ki bu iki isim özellikle Yılmaz atanmadan önce sadece eşinin başörtülü olması yüzünden Ak Parti’ye yakın gösterilmiş, görevini “objektif yapamayacağı” iddia edilmişti. Ondan evvel başkanlık için adı geçen Başçı da yine eşinin örtüsü nedeniyle “veto edilmişti”. Şimdi bu isimlerin uyguladığı politikalar “hükümete karşı siyaset olarak” tarif ediliyor... Ne tuhaf... Bu tuhaflık soru oluyor tabii. Başkan Yılmaz’a soruluyor: Hükümetle uyumunuz nasıl? Hükümetin bakanlarından bir tanesi adeta size savaş açmış, öbürü Merkez Bankası’na dokunmayın diyor. Sizin uyguladığınız politikalar doğrultusunda hükümet ne yapmalı? Hükümetle ilişkiler Yılmaz şöyle yanıtlıyor: “Ekonomik politikalar birtakım tercihlerin sonucunda ortaya çıkıyor. Türkiye’de 2001 krizinden sonra bir şekilde toplumsal uzlaşma ortaya çıktı ve Türkiye bir çerçeve kabul etti. Bu çerçevenin içerisinde maliye politikasının uygulamaları var bunun içinde para politikası uygulamaları var. Buna bağlı olarak da kur politikası uygulamaları var. Dolayısıyla biz Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası olarak bu toplumsal mutabakat sonucu ve siyasi tercih sonucu ortaya çıkmış çizilen çerçevenin içerisinde hareket ediyoruz. Elimizde de bir yasa var, bu yasaya göre elimizdeki bize verilen görevi yerine getirmeye çalışıyoruz. Burada mesela kurla ilgili olarak deniliyor ki, kur rejimi değişmeden de yapabilecekleriniz var, onu yapın diyoruz, diyenler var. Biz de buna yanlış demiyoruz. Bizim elimizde de yapılabilecek olan nedir? Biraz önce söylediğim gibi faiz oranları var. Döviz piyasasıyla ilgili olarak döviz alım miktarları var. Biz de diyoruz ki şartlar elverdiğinde bize verilen görevle çelişmemek koşuluyla biz bu alan içerisinde oynamak hem bizim görevimiz hem de vazifemiz diyoruz. Şartlar olduğunda da son 7-8 yıllık tarihe bakıldığında bunları da yaptık. Bundan sonra da yapmaya devam edeceğiz. Bizim hükümetle ilişkimizi tespit eden husus bizim önümüze konulan genel makro çerçeve. Biz onun içerisinde hareket ediyoruz.” Ya mali kural. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’a rağmen sonbahara kalması yerli ve yabancı yatırımcıların kafasında soru işareti yarattı. Herkes “acaba seçim için elini rahat mı tutmak istedi hükümet?” diye sorguladı. Yılmaz bu noktada pozitif ve hükümete inanıyor: “Şu anda bulunduğumuz noktadaki varsayımımızla bu verilen sözler tutulacak ve mali kuralla ilgili yasa geçecek ve 2011 yılı bütçesinde uygulanacak. Dolayısıyla bizim elimizde şu anda özel bir bilgi yok. Biz bu varsayımdan hareket ediyoruz. Kamuoyuyla paylaşılmış bilginin dışında bir bilgi sahibi değiliz. Ve buna da inanmaya devam ediyoruz, inanmak da istiyoruz açıkçası.” ‘Ne cevap vereceğimiz belli’ Ve tabii ülkenin sıcak gündemi. Referandum süreci. Ekonomiyi etkiliyor mu? Mümkünse “son referandum süreci, cumhurbaşkanını halk mı seçsin” sorusunun sorulduğu dönemle karşılaştırma. Yılmaz önce “Bu soruya cevap vermesem daha iyi” diyor ama sonra dayanamayıp ekliyor: “Siz o dönemdeki kur hareketleriyle bu dönemdeki kur hareketlerine bakın. Nereye gittiyse o zaman bir şeyler çıkarabilirsiniz.” Soruyu soran meslektaşım Vahap Munyar üsteliyor: “Benim istediğim sizden politik cevap değil... Çok dikkat ettim sorarken... Murat gibi sormadım.” Burada bana atıf yapıyor. Çünkü bu sorudan bir süre önce Yılmaz’a “yurtdışında ziyaret ettiğiniz not kuruluşları size içerideki politik iklim hakkında soru soruyorlar mı, ne soruyorlar?” diye sormuştum. Başkan Yılmaz da “Soruyorlar ama biz bürokrat olduğumuz için ne cevap vereceğimizi biliyorlar. Sizin gibi sormuyorlar” diye espri yapmıştı. ‘Siyaset ekonomiyi etkiler’ Yeniden Munyar’ın sorusuna verdiği cevaba dönelim: “Siyasi gelişmeler ekonomik verileri etkiliyor. Merkez Bankası ya da karar alıcı taraf buna göre karar alıyor. Toplantıda Durmuş Yılmaz bir de “meslektaşının kendisine önerdiği bir makaleden” bahsetti. İsveç Merkez Bankası Başkanı Stefan Ingves’ten. Bu isim önemli çünkü Ingves Türkiye’yi 2001 yılındaki finansal kriz sırasında yakından izlemiş bir isim. Bakın Ingves’in önerdiği makale nedir: “90’lı yılların başında İsveçte bir bankacılık krizi yaşandı. Ve bu bankacılık krizinin çözümünde görev alan kişi şimdi İsveç Merkez Bankası başkanı. 2001’de biz kriz yaşadığımız dönemde IMF’deydi. Ondan bana bir makale geldi. Mali disiplinin siyasi etkisi konusunda. Oradan gördüğüm kadarıyla mali disiplin insanlara güven aşıladığı için ayakları yere daha sağlam bastırdığı için orta vadede daha çok fazla oy getiriyor.” Belki seçime giden Türkiye bu “makaleyi-öneriyi” dikkate alır.
Döviz alım miktarı ne zaman değişebilir? Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz “ihracat ve kur konusunda” sık eleştiriliyor. Yılmaz bu konuda şunları söyledi: “Türkiye’de Türk Lirasının değerlendiğini biz kabul ediyoruz ve ihracatçımızın da sıkıntıda olduğu hayatın bir gerçeği. Biz aka kara diyemeyiz. Buraya kadar toplumda bir mutabakat var. Fakat bunun ötesinde yapılabilecekler konusunda farklılaşma var. Bunlarda da uygun gördüğümüz şartlar oluştuğunda da tedbir alabiliriz. Mayısın 7’sinden, 8’inden sonraki bir aylık, bir buçuk aylık döneme baktığımızda döviz piyasasında bir sıkılaşma söz konusuydu. Döviz piyasasında bir sorun söz konusuydu. Bugün itibariyle geldiğimiz noktada Türkiye açısından baktığımızda özellikle son bir hafta 10 günlük döneme baktığımızda döviz girişlerinde bir artış söz konusu. Turizm mevsimine giriyoruz. Belki eylüle kadar bu şekilde devam da edebilir. Fakat yine de biz bunun ne kadar kalıcı olduğu, gücünün ne olduğu konusunu çok iyi kestiremiyoruz. Eğer bu dönemde elimizdeki veriler biraz daha özellikle bugün aldığımız döviz mevduat zorunlu karşılıklarının artırılmasının etkisini de gözlemledikten sonra eğer kalıcı olarak döviz likiditesinde bir giriş, artış söz konusu olursa biz bunu tekrar dikkate alabiliriz ve dolayısıyla döviz alım ihalelerindeki miktarlar üzerinde bir değişikliğe gidebiliriz. Ama bugün itibariyla bizim şu andaki elimizdeki veriler bize bunun yapılabileceğini göstermiyor. Gün gün bu değerlendiriliyoruz unutulmasın.” Krizi evinde öğrendi 2006 yılından bu yana İsveç Merkez Bankası Riksbank’ın başkanlığını yapan Stefan Ingves, bu görevinden önce ve Türkiye’nin 2001 krizini yaşadığı sıralarda Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) Mali ve Finansal Sistemler Bölümü’nün direktörü olarak görev yaptı.Ingves, IMF’ye katılmadan önce ise Riksbank başkan birinci başkan yardımcısı, İsveç Maliye Bakanlığı Finans Piyasaları Dairesi müdürü ve müsteşar yardımcısı olarak çalışmıştı. Ekonomi alanında doktora sahibi olan Ingves kariyeri boyunca ülkesinde iki ekonomik kriz yaşadı. “Krizlerle ilgili ilk dersini 1990’ların başında İsveç’te yaşanan bankacılık krizinden aldım” diyen Ingves, bu dönemde İsveç’in uyguladığı çıpalı kur rejimi tıkanma noktasına geldiğinde enflasyon hedeflemesine geçişte önemli rol oynamıştı. İsveç, para politikasını enflasyon hedeflemesine göre şekillendiren ilk ülkelerden olmuştu. Tıpkı son krizde ABD ve Avrupa’da birçok hükümetin yaptığı gibi o dönemde de İsveç hükümeti, zor duruma düşen bankaları desteklemek için bu kuruluşlara sermaye enjekte etmişti. Sistem yeniden sağlığına kavuştuğunda ise devlet, bankalardaki hisselerini yeniden satmış, vergi ödeyen vatandaşların kaynaklarıyla yapılan bu müdahale geri alınmıştı.