T24 - Şu an Türkiye'nin içinde bulunduğu süreci "tek partili rejim"e giden bir süreç olarak tanımlayan Nuray Mert, Kürt açılımı noktasında gelinen sürecin öncesine göre daha kötü bir yer olduğunu ifade ediyor.Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı, Radikal yazarı Nuray Mert ile Türkiye'de son günlerde yaşanan siyasi gelişmeler çerçevesinde "Demokrasi diye diye tek parti rejimine doğru koşuyoruz" (4 Ocak 2009) başlıklı bir söyleşi gerçekleştirdi.Demokrasi diye diye tek parti rejimine doğru koşuyoruzDoğru bildiğini söylemekten hiç imtina etmedi... Zamanında tümtepkilere rağmen başörtüsünü ve AKP’nin sistem içinde varlığınısavundu. Şimdi ise iktidarın hızla tek parti rejimine doğru gittiğigörüşünde. Siyaset bilimci ve yazar Nuray Mert, “Demokrasi adına,iktidar her icraatında daha da otoriterleşiyor. Basın susturulmayaçalışılıyor. Kurumlar yıpratılıyor. Bu gidişle Dimyat’a pirincegiderken evdeki bulgurdan olabiliriz!” diyor.İki koro arasında solo yapmanın müthiş ağırlığını hissedenlerden biri de siyaset bilimci Nuray Mert. Türkiye gibi onlarca sorunu çözme sürecindeki bir ülkede gerçekten de fikir yürütürken akılcı, hakça bir yaklaşım sergilemeye çalışıyor ve her seferinde birileri tarafından yanlış anlaşılıyor. Tepkiler ne olursa olsun, o duruşunu bozmuyor. Sözgelimi en son ’Ergenekon’usulandırma’ suçlamasına muhatap olduğu gibi... O, iç rahatlığıyla kızgınlığını dile getiriyor, hatta kendi deyimiyle ’Artık patlıyor’... Hatırlatma gereğini hissetmiyor, ama geçmişte belki şu anda esip üfürenlerin pek çoğundan daha net biçimde dindar kesimin hakkını savunan o değil miydi? Başörtüsü konusunda ya da “AKP, bu ülkeyi İran’a çevirecek” diye suçlandığında... Şimdi de haksızlığa uğrayan başka bir kesimi savunduğu iddia ediliyor Mert’in... Aslında kimseyi savunmuyor, sadece aklı selimden şaşmamaya çalışıyor hepsi bu. Ama ’akla kara’ diye iki kutba bölünmüş bir tartışma ortamında iktidar yanlıları tarafından olmadık suçlamalara maruz kalıyor, biraz önce verdiğimiz örnekte olduğu gibi...Çok ciddi kaygıları var Mert’in; “Bu iktidar, sivil otoriter tek parti rejimine doğru gidiyor” diyor. Üstelik tüm bu olup bitenler, daha otoriter bir siyaset yaklaşımından daha demokratik olana gitmek için yaşanıyor. Gidişattan çok endişeli, “Türkiye yokuş aşağı gidiyor. Bütün bunlar yapılırken, evdeki bulgurdan olabiliriz. Maalesef böyle bir tehlike var” diyor Mert. Mert öyle dedikçe, belli bir kesimden, adı üstünde kayıtsız şartsız iktidar destekçilerinden bol bol yafta yiyor. Gidişatı görmeyenlere son bir sözü var; “Tarih bu dönemi çok karanlık bir dönem olarak yazacak. Buna eminim!” Ama görmek, bakmak istemeyenler karanlığı bile göremez ki!Tarih bu dönemi çok karanlık bir dönem olarak yazacakSon yazınızda, “Her şeye rağmen iyi yıllar” temennisinde bulundunuz...Evet. Oldukça karanlık bir tablo çizdim. Şimdiye kadar da dünyanın en iyimser, en pembe bakan yazarı olduğumu söyleyemem ama gittikçe bu karamsar hava yazılarımda daha fazla oluyor. Çünkü şu hatayı yapıyoruz; Türkiye’de temenni ile değerlendirmeyi birbirine karıştırıyoruz. Eğer hasta ruhlu insanlar değilsek tabii ki her şeyin daha iyi olmasını umarız. Ama mevcut tablo oldukça karanlık ve gelecek yılın bir öncekinden daha iyi olacağını umut etmemiz için şimdilik bir neden yok. Türkiye’nin gidişatını, olanları hepimiz biliyoruz.Böyle düşünmenizin nedeni ne?Daha önce de söyledim, ’Demokratikleşme’ ezberimizin yeni sözcüğü, ’Sancılı süreç!’ Sanıyoruz ki, belli sözcükleri kullanırsak, sorunu tespit etmiş olacağız ve bazı sözleri yeterince tekrarlarsak selamete çıkacağız. Sancılı süreç adlandırmasını yapmak, bu süreçten selametle çıkmayı vaat etmez. Ne olacak da bu süreçten çıkılacak konusunda sahiden fikri olan var mı? Geldiğimiz noktada, tüm tarafların çözüm formülü; diğerlerinin kendi fikir ve siyasetlerini benimsemesi, hepsi bu. İktidar, ’Herkes sussun beni dinlesin, dahası medya sadece benim siyasetimi desteklesin, haberi, yorumu öyle yapsın, sorunlar öyle çözülür’ diyor. Muhalefet, ’İktidar siyasetinden vazgeçsin benim olduğum noktaya gelsin, öyle çözülür’ diyor. Kürtler, ’Herkes istediklerimizi kabul etsin, öyle çözülür’ diyor. Sizce böyle bir tablodan çözüm çıkar mı? Siz “İşler kötüye gidiyor” dediğinizde de, “Değişim sancılı olur “ deniyor. Sanki bu bir doğum anı ve doğumun doğal sancılarından sonra nur topu gibi bir geleceğimiz olacak!* Bütün değişiklikler iyiye gider gibi...Evet. Ama böyle değil. Böyle düşünen arkadaşları bir kere daha düşünmeye davet etmek isterim.‘Bence de Türkiye'nin çivisi çıktı ama...’Demokrat Parti Başkanı Cindoruk, ’Türkiye’nin çivisi çıktı, yerine çakacak kimse yok!’ diyor. Katılıyor musunuz?Evet, bence de çivisi çıktı. Ama çivisi yerinden çıktı, neler oluyor derseniz, sizi statükocu ilan ediyorlar. Eskisi iyi miydi? Hayır değildi tabii ki! Daha da doğrusu, hepimizin yıllardır tartıştığı sorunları var demokrasimizin. Zaten demokrasiler tabiatları icabı her zaman yenilenmek durumundadırlar. Yani, ‘Bu çok iyi bir nokta’ deyip orada kalamazsınız. Sürekli çıtayı yükseltmeniz lazım. Daha iyisini istersiniz ama bizim siyasi sistemimizde bunun ötesinde bazı kronik problemler var.Ne gibi?İşte, 1982 Anayasası... Daha sivil bir anayasa, daha demokratik bir çerçeve gerekiyor. Her birinin bir ihtiyaç olduğu, hedefimizin sonuçta bunlar olması gerektiği aşikâr. Fakat bugün Türkiye’de bunların bizim zannettiğimizden daha köklü değişimleri gerektirdiği de bir gerçek. Ama şu anda olan değerlendirmeler, yani işte ‘Türkiye’de taşlar yerinden oynadı, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, her şey baştan aşağıya yenilenecek’ talebinin bir toplumda öyle uhuletle suhuletle olması zor. Yani temenni edilir, bir sihirli değnek ülkeye dokunsun, orada ne aksi giderse onlar birdenbire değişsin istenir ama bu gerçekte böyle olmaz, bu süreçlerin yönetilmesi fevkalade zordur.‘Devrim olmadan devrim yapılmaya çalışılıyor'Neden?Bugün Türkiye’de istenen bir devrim olmadan, devrim niteliğinde değişiklikler olmasıdır. Ben bunu yazdım da... Çok sevinerek bu sözü en son Andrew Arato’dan duydum. Arato, sivil anayasa yapma süreçleri konusunda uzmanlaşmış bir siyaset bilimci. Benim de çok hayran olduğum isimlerden biri. Radikal Gazetesi ile Koç Üniversitesi’nin ortak bir daveti oldu geçenlerde, orada konuşmacıydı... Anayasa önerilerini, taslakları değerlendirdi ve aynen bu lafı söyledi; ”Türkiye’de devrim olmadan devrim yapılmaya çalışılıyor“ dedi. Bu lafı duydum ve çok heyecanlandım. ”Ben bunu birkaç ay önce yazdım ama Türkiye’de böyle şeyler yazanları çok suçluyorlar“ dedim. Diyeceksiniz ki, ”Bunun ne zararı var, insanlar bir şeyi hayal edemezler mi?“ Edebilirler tabii de bunun riski şudur; önünüze çıkacak sorunları görmezsiniz. O zaman da bu kadar zorlu süreçleri hafife alırsanız, yani ’Oldu da bitti maşallah’ modunda bakarsanız olaylara, hiçbir sorunu görmezseniz ya da görmezden gelirseniz, daha sonra süreç içerisinde önünüze çıkacakları da hiç öngöremezseniz, süreçlere ilişkin sorunları önceden görüp yönetebilmeniz mümkün olmaz. Öyle olunca da bu ülkede yaşayan herkes için çok riskli bir tablo çıkar ortaya, yani yönetilme krizi çıkar.Habur sınır kapısından gelişlerden sonra yaşananlar gibi galiba...Evet. Kürt meselesi iyi bir gösterge; çünkü görünür bir sorun. Bir işe girişip yönetemezsiniz, riskleriniz büyüyor. Yani o yönetememe işi sorunu daha da büyütüyor. Yanlış anlaşılmasın, kimse ”Kürt meselesi olduğu gibi kalsın“ demiyor. Ama o süreçleri dönüştürebilmek için o süreçleri yönetebilmeniz lazım. Siyaset, öngörülü bir yönetebilme işidir, yoksa her olana bitene, her rüzgara göre savrulacaksanız ona ‘siyaset yapma becerisi’ demiyoruz.Benzer bir yönetememe süreci şimdi askerle iktidar arasında yaşanıyor diyebilir miyiz?Evet. Uzunca bir süredir, ortalıkta ’vesayet siyaseti’ eleştirileri dolaşıyor. Ancak, uzun vadede, gerçekten vesayet siyasetinden kurtulmanın yolu, sadece askeri kendi sınırına çekmek değil, sivil siyasetin kırıp dökmeden yönetebilme kabiliyetine sahip olmasıdır. Yoksa, asker gider, sivil dikta gelir. Mevcut iktidar karşısında mevzilerini kaybedenler, Türkiye’de olan biteni kavramaktan aciz düştükçe nasıl binbir komplo teorisine başvuruyorsa, şimdi de iktidar çevresi olan biteni kavrayıp, yönetmekte acze düştükçe karşı komplo teorilerine dayanır oldu. Bunun sonu yok. Daha doğrusu var da, bu son acı bir son. Sancılı bir süreçten geçtiğimiz doğru. Ama, dediğim gibi ’sancılı süreç’ demekle iş bitmiyor. Bunu söyleyerek, insanların sokaklara döküldüğü, herkesin kendi komplo teorisine inandığı, birbirini dinlemez hale geldiği bir ortamı olağan karşılamak mümkün değil. Böylesi bir sancıyı gidermenin yolu, giderek daha fazla inkar, susturma ve daha fazla yönetme zaafına düşmek olmamalı. Sindirerek yönetmeyi herkes becerir, demokrasi ile yönetmek zor iştir. Buna talip olan ve en çok demokrasiden bahsedenler, sıkıştıklarında kendileri dışında herkese ateş püskürür, herkesi susturmaya girişirlerse bir vesayetin yerini bir başkası almış veya almaya çalışıyor demektir. Biz demokratik çerçevede siyasetten bahsediyoruz, yoksa yönetme işi hot zotla da, zorbalıkla da olur, ama biz ona ’demokrasi’ değil, ’otoriter siyaset’ diyoruz. Yani ipin ucunu kaçırmayalım.‘Kürt meselesinde artık daha kötü bir noktadayız’Biz niye böyle bir ciddi dönüşüm süreci istiyoruz? Daha otoriter bir siyaset yaklaşımından daha demokratik olana gidebilmek için. Ama eğer işin sonunda evdeki bulgurdan olacaksak bunun hiçbir anlamı olmaz. Kalkış noktamızı unutmayalım, yani statükoyu beğenmiyoruz, daha iyisini istediğimiz için yola çıkıyoruz. Eğer bunun sonunda daha iyisi değil, statüko bile değil, daha da gerisi olacaksa bunun için kaygı duymamız gerekir.Böyle bir ihtimal görüyor musunuz?Tabii görüyorum. Birincisi yönetememekten dolayı görüyorum, işte Kürt meselesi! Artık daha kötü bir noktadayız.İktidarın kötü işaretleri okuyabilmesi lazımdı ama artık çok geç!Reuters geçen hafta, “Türkiye’de halk artık kime inanacağını bilmiyor” yorumunu yaptı...Bunu çıplak gözle de söyleyebiliriz. Böyle bir ülkeyi yönetemezsiniz, kim olursanız olun yönetemezsiniz. Bu noktaya gelinmesi çok vahimdir. Hem kimin neye inanacağı belli değil, hem de ortada bir belirsizlik, güvensizlik, kurumlar arası herkesin görebileceği aşikâr bir kavga var. Böyle bir ülkeyi ne bu iktidar, ne de başka birisi kalkıp bu noktadan itibaren, bir rehabilitasyondan geçirmeden yönetebilir. O yüzden gidişatın fazlasıyla yokuş aşağıya olduğunu düşünüyorum. İktidarla asker ağız dalaşına girişmiş vaziyette, ordu ile emniyet kavga ediyor, bunlar bir dedektiflik hikayesi gibi gazetelerde yer buluyor, yok efendim takip edilen araçlardan patatesler çıkıyor veya daha vahimi kozmik odada devlet sırları ortaya dökülüyor... Her ülkenin dünya şartlarına göre güvenlik konsepti değişebilir. Ama güvenlik konseptiniz değiştiyse bu böyle ‘Bülent Arınç’a suikast yapmak isteyen biri şemayı yutarken yakalandı’ filan gibi bir olayla başlayıp ortalara dökülerek olmaz...Galiba daha önceleri AKP’ye inanç daha fazlaydı. Mesela "e-muhtıra"da büyük olay olmuştu. Şimdi suikast falan dendi mi insanlar pek de ilgilenmiyorlar?Evet, ciddi bir şey de olsa inanmıyorlar. Asıl tehlike budur. Yani bu ülkede çok ciddi, çok gerçek bir şey de söylense, artık bir taraf söylediğinde diğeri, bir diğeri söylediğinde ise öbürü inanmıyor. Bu ülkede domuz gribi aşısında bile bu hale gelindi. Aşı önemsizdi ama ayrışmanın biçimi ve derecesi önemliydi. Televizyonda ilkokul çocuklarına soruyorlar, ‘Aşı oldunuz mu?’ diye. Çocuk hangi evden geldiyse ona göre cevap veriyor. ‘Olmayacağız, yan etkisi varmış’ falan diyor. Ne anlar o çocuk yan etkisi neymiş, ne değilmiş, kendi de karar vermiyor ki evde öyle konuşuluyor çünkü. Aklı başında insanlar bile tıbbi bir olay olarak almadılar bunu. “Madem ki onlar aşı olun diyor, olmayalım” dediler. Başbakan da “Olmuyorum” diyerek biraz durumu karmaşıklaştırdı ama öyle algılanmadı sonuç itibarıyla. “Değil mi ki bu hükümet bunu bir kampanya haline getirdi vardır bir bit yeniği” dendi. Bu kadar apolitik bir konuda, sağlık konusunda bir ülke bu hale gelir mi? Geldi! Bunlar hep kötü işaretler, iktidarın bu işaretleri okuyabilmesi lazım. Aslında ‘lazımdı’ diyeceğim, çünkü artık o kadar geç kalındı ki, ben çok kolay da geriye adım atılacak bir noktada olduğumuzu düşünmüyorum açıkçası.Sonu nereye varır peki?Halihazırda mucizevi bir şey olmazsa, herkes birden aklını başına alıp kendini yeniden yaratmazsa tüm taraflar yokuş aşağıya gidiyoruz. Gidişin sonuçlarını da maalesef 2010’da göreceğiz.Sizce sonuç, bir sivil dikta mı, darbe mi olur?Vallahi şimdiki iyi gidiş diye takdim edilen şey, zaten hali hazırda bir tür sivil otoriter tek parti rejimine doğru bir gidiş. Halihazırdaki bu. Yani demokratikleşiyoruz diye başladığımız değişimde gelinen noktada böyle büyük bir savruluş yaşanıyor. Bir taraftan toplumda inanılmaz gerilim, güvensizlik, kavga diğer taraftan da bu karanlık tabloyu örtmek, bastırmak üzere harekete geçen ve iktidar gücünü böyle kullanan bir siyaset tablosu var. Medya bu sorunları sizin istemediğiniz, beğenmediğiniz bir şekilde dile getirebilir, abartır da hatta ama bunların yolu o medya kurumlarını yok etmek veya susturmak mıdır? İşin kötüsü medyanın da bir kısmı olan bitene kafa yormak yerine sadece ve sadece Ergenekon davasından söz edip, iktidarı destekliyor ve Türkiye’nin sorunlarından diğer meslektaşlarını sorumlu tutuyor. Böyle tuhaf bir tablo olabilir mi? Bu içinde yaşadığımız günleri tarih yazacak. Biz görürüz göremeyiz bilmiyorum ama çok tuhaf, çok karanlık dönemler olarak yazacaklar bundan eminim!