'Tek şans Esad'ın Türkiye'yi dinlemesi'

'Tek şans Esad'ın Türkiye'yi dinlemesi'

T24 - Wikileaks'te yer alan Türkiye konulu belgelere yer veren Taraf gazetesi, 14 Ekim 2003 tarihinde ABD’nin Kuveyt Büyükelçisi Richard H. Jones'ın kaleme aldığı kriptoyu yayımladı. Kriptoda, Jones, Suriye'yi İran'ın yörüngesinden çıkarmak için, en büyük şans olarak Suriye Devlet Başkanı Beşir Esad'ın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a gittikçe artan güveni olduğunu söyledi.

Taraf gazetesinde "Tek şans Esad'ın Türkiye'yi dinlemesi" başlığıyla yayımlanan (29 Nisan 2011) birebir Wikileaks tercümesi şöyle:

Tek şans Esad'ın Türkiye'yi dinlemesi

ABD’li diplomatlara göre Esad’ın Erdoğan’a artan güveni, Suriye’yi Tahran yörüngesinden çıkarmak için Washington’un en büyük şansı...

Yöntem itibariyle Jakobenizmi benimseyen, ideoloji itibariyle milliyetçi ve sosyalist olan Baas hareketinin kökeni 1940’ların Suriye’sine uzanır. Baas “yeniden doğuş” ya da “rönesans” demektir; din karşısında katı laikçi bir tutum alan hareketin temel sloganları da, Fransız Devrimi’nden mülhem hurriya (özgürlük), vahda (birlik) ve iştirakkiye (sosyalizm) olarak belirlenmiştir. Şam doğumlu, Paris eğitimli Ortodoks Hıristiyan Mişel Eflak’ın 1947’de kurup “duayen” sıfatıyla başına geçtiği Baas, daha sonra “Arap toplumlarının sosyalist birliği” hedefiyle başka ülkelerde de örgütlenmiş ve mâlûm, 1963 yılında önce Irak’ta, sonra Suriye’de darbeyle iktidara gelmiştir. Baasçı devlet yönetiminin görünüşte “en parlak” olan, özünde ise Iraklı akademisyen Kenan Makiya’nın deyimiyle bir “korku cumhuriyeti” oluşturan dönemi, 1979-2003 yıllarındaki Saddam Hüseyin iktidarıydı. Saddam’ın, ABD’nin Irak’ı işgaliyle devrilmesi ve ardından idam edilmesi, bugün Arap ülkelerinde yaşanan isyanların hedefi olan bütün otoriter liderlere, sonun başlangıcı gibi göründü muhtemelen. Saddam’ın komşusu, dünyanın diğer yegâne Baasçı Devlet Başkanı Hafız Esad’ın ömrü, Irak Savaşı’nı görmeye yetmedi ama yerine geçen oğlu Beşşar, değişen dünya düzeniyle bölge dengelerinin, Sünni bir toplumda Nusayri (Alevi) azınlığı temsil eden Baasçı bir diktatör olarak kendisine pek de iyi bir istikbâl vaat etmediğini görebilecek kadar zekiydi. Beşşar, değişmek, değiştirmek ve esasen, “babadan oğula” sisteme son vermek üzere, bir noktada artık görevi bırakarak demokratik yönetimin önünü açmak zorundaydı. Suriye’de bugün yaşanan isyan ve Şam’ın onu bastırma biçimi, bu zorunluluğun hayata geçmemesinin bir sonucu. Dünkü “WikiLeaks” dosyamızda, Beşşar el Esad’ın “statükocularla mücadele eden bir reformcu” olduğuna inanan Ankara’nın, 2003’ten itibaren Şam’la yakınlaşmasının ve bu yakınlaşma kapsamında reformları teşvik etmesinin hikâyesini, Amerikan gizli belgelerinden takip etmeye başlamıştık. Bugün hem bu “Ankara-Şam Baharı”nın son dönemine, hem de diğer Arap başkentlerinin gözünden Beşşar el Esad yönetimine bakmak istiyoruz.

 

Hatalarınızın mimarı bak işte bu adamdır..

Irak’taki Baas rejimin devrilmesinin, bölgenin Suriye’ye bakışını nasıl etkilediğine ilişkin iki telgrafla başlayalım. 14 Ekim 2003 tarihinde ABD’nin Kuveyt Büyükelçisi Richard H. Jones merkeze yazdığı “KİŞİYE ÖZEL” telgrafı, Suriye konusuna ayırdı. Altbaşlığı “Kuveyt Hükümeti Ramazan’dan Sonra Beşşar’ı Ağırlayacak” olan telgrafın giriş cümleleri şöyle:

Kuveyt hükümeti, Beşşar el Esad’ın, müteveffa babasının eski tüfeklerini (muhafazakâr kadrolarını) görevden alacak ve yeni bölgesel realiteye uyum sağlayacak güce sahip olmadığını düşünmektedir. Hükümet, Beşşar’ın Ramazan’dan sonra ziyaret etmesini bekliyor ve herhangi bir mesaj (ABD’nin vereceği bir mesaj kastediliyor) iletmekten memnuniyet duyacaktır.

ABD Dışişleri Müsteşar Yardımcısı James Larocco’nun o tarihlerde Kuveyt Ulusal Güvenlik Bürosu’nun Başkanı olan Şeyh Sabah el Halid el Hamad el Sabah’la yaptığı özel görüşmenin notlarına dayandırılan telgrafın geniş bir bölümünü, Arap âleminin iç diyaloguna kulak kabartma fırsatı verdiği düşüncesiyle aktarıyoruz:

Saddam rejiminin nisanda çökmesi sonrasında, (o zaman bu görevi fiilen üstlenmiş olan) Başbakan (Kuveyt Başbakanı) Şeyh Sabah el Ahmed el Cabbar el Sabah, Şam’a gitti ve Beşşar el Esad’la görüştü. Suriye Dışişleri Bakanı Faruk el Şara’nın da hazır bulunduğu bir ortamda, Sabah el Ahmed, Şara’yı işaret ederek, (Esad’a) dedi ki “Bütün hatalarınızın mimarı odur. Şimdi kendi istikbâlini belirlemek Suriye’nin ellerindedir. Pencere kapanmadan önce hızla hareket edin.” Sabah el Ahmed, kendisinin ateşli bir pan-Arabist olarak, Beşşar’ın babasının yanında yer aldığını da söyledi, ancak o günler bir daha geri gelmemek üzere geride kalmıştı. Şimdi bölgede yeni bir realite vardı ve Suriye’nin kendi çıkarları için, bunu görmesi gerekiyordu. Beşşar, Suriye’nin Irak’ın işgalinden önce çok büyük hatalar yaptığını söyledi ama şimdi ABD birliklerinin sınırında bulunması, İsrail’le anlaşmazlığın ülkeye hâlâ musallat olması ve Türkiye’nin sorunlar çıkarması nedeniyle yeni baskılar altındaydı. Kendisini kuşatılmış hissediyordu. Sabah el Ahmed onunla hak verdi ama çözüm için başkalarına bakmaması tavsiyesinde bulundu; Beşşar kendi problemlerini kendi girişimleriyle çözebilirdi. Kuveyt tarafı, görüşmeden Beşşar’ın bunu anladığına ikna olmadan ayrıldı.

(Artık hukuken de başbakan olan) Sabah el Ahmed’in eylüldeki Washington ziyaretinin bir gün öncesinde, Şara, birkaç saatliğine Kuveyt’e geldi. Suriye’nin sorunları konusunda, ABD’nin bunları anlamadığını söyleyerek mızırdanıp durdu: Suriyeliler işbirliği yapıyorlardı ama ABD çok şey istiyordu. Başbakan (Kuveyt Başbakanı), Şara’nın realiteyi anlamadığını söyleyerek sert bir cevap verdi: O (Şara) bizzat sorunun kesndisiydi ve hiçbir çözüm umudu yoktu. Yaklaşımını tamamen değiştirmesi gerekiyordu, çünkü zaman tükeniyordu.

Sabah el Halid (Kuveyt Ulusal Güvenlik Bürosu Başkanı) Müsteşar Yardımcısı Larocco’ya, Kuveyt yönetiminin Beşşar’ın geçen ayki kabine değişikliği sırasında Şara’dan kurtulacağı yönünde büyük umudu olduğunu söyledi. Şara’nın kabinede kalmış olması, Beşşar’ın gerekli değişiklikleri yapamayacak kadar güçsüz olduğunu Kuveytlilere göstermişti. Eski tüfekleri (Old Guard) uzaklaştırması gerekiyordu ama göründüğü kadarıyla bunu yapamıyordu. Kuveytliler, Suriyelilerin gelecekte yapacaklarından büyük endişe duyuyorlardı. Geçen hafta İsrail’in Suriye’ye düzenlediği hava saldırısı sonrasında, Kuveyt hükümeti Beşşar’a bir mesaj göndermişti: Dikkatli ol, hiçbir şeyi aceleyle yapma. Kuveytliler, buna gerek duydukları için, Şam’la ilişkide kalmayı sürdüreceklerdi. Şara’nın Kuveyt gibi küçük, zayıf bir ülkeye bu şekilde gelme ihtiyacı hissetmesi durumun hüzün verici bir yansımasıydı: Bu, Suriye liderliğinin ne kadar zayıfladığını gösteriyordu. Beşşar, Kuveyt’in Ramazan’dan sonra iki günlük bir ziyaret yapma davetini kabul etmişti. Kuveyt hükümeti kendisine her türlü mesajı iletmekten memnuniyet duyacaktı.

 

İhvan’dan korkmayın, Esad’ı devirin...

Suriye’de Baas rejiminin temel direklerinden Faruk el Şara, tam yirmi iki yıl aralıksız dışişleri bakanlığı görevinde kaldıktan sonra 11 Şubat 2006’da nihayet koltuğunu bıraktı. Ama Kuveyt’in (ve ABD’nin) umduğunun aksine, Şara yönetimden uzaklaştırılmamış, Baas’tan ihraç edilerek bu görevi bırakan ve Esad karşıtı muhalif örgütlenmeye giden Abdül Halim Haddam’ın yerine Devlet Başkan Yardımcılığı’na getirilmişti. Şimdi, ABD’nin Kuveyt Büyükelçisi Richard Jones’un yukarıdaki mesajından iki buçuk yıl kadar sonrasına, Şara’nın görev değişikliğinin ise bir ay öncesine, 17 Ocak 2006’da ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Zalmay Khalilzad’ın merkeze yazdığı “KİŞİYE ÖZEL” telgrafa bakalım. Telgrafın başlığı, “Dışişleri Bakanı Zebari: Türkiye Daha Gerçekçi, Suriye Rejim Değişikliğine Hazır.”

Başlığından anlaşılacağı üzere, Kürdistan Demokratik Partisi’ne mensup Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’nin Khalilzad’la görüşmesine dayanan bu telgrafta, Türkiye’nin Irak Kürdistanı ile ilişkilerinin daha “gerçekçi” bir noktaya gelmesi ve ikili ticaretin artması, Zebari’nin ağzından “olumlu” gelişmeler olarak aktarılıyor. Telgrafın Suriye kısmına geçmeden küçük bir “parantez” açıp, Türkiye’yi ilgilendiren bölümdeki en çarpıcı cümleleri aktaralım:

Zebari, Kürt bölgesinin Türklerin birkaç “kırmızı çizgisini” aşmış olmasına rağmen, Türkiye’nin buna karşılık vermediğini söyledi. (Not: Ancak Zebari, bu “kırmızı çizgilerin” ne olduğunu özel olarak belirtmedi. Notun sonu.)

Khalilzad’ın telgrafının Suriye’yle ilgili kısa ama çarpıcı paragrafını da aynen aktarıyoruz:

SURİYE REJİM DEĞİŞİKLİĞİNE HAZIR

Zebari eski Suriye Devlet Başkan Yardımcısı Abdül Haddam’ın, Devlet Başkanı Beşşar el Esad hakkındaki açıklamalarını çok ciddi diye nitelendirdi. Zebari, Beşşar’ın, eski Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin ölümüne ilişkin Birleşmiş Milletler soruşturmasına delil sunacağını ama bunu yavaş yapacağını söyledi. Zebari, Avrupa Birliği ve ABD’nin, Haddam’ın Şam’da rejim değişikliği yönündeki çağrısını değerlendirmesi gerektiğini bildirdi. Zebari dedi ki, (böyle bir durumda) illâ ki Müslüman Kardeşler (İhvanü’l-Müslimin)yönetime gelmeyecektir. Zebari, bu anlaşmazlıkta İran’ın Suriye’yi destekleyeceği öngörüsünde bulundu.

 

Şam’ın çıkarları İran’la ortak değil

Komşu Irak’ın Dışişleri Bakanı, komşu Suriye’nin Devlet Başkanı’nın devrilmesi için beş yıl önce AB ve ABD’ye çağrı yaparken, Ankara, son yıllarda Şam’la diyalogunu, herhangi bir dış müdahale olmaksızın Suriye’nin kendi içinde reformlar yapmak suretiyle muhtemel bir siyasi krizi önlemesi çabasında yoğunlaştırdı; dahası, bu seçeneğe siyasi ve iktisadi yatırım yaptı. Şu anda Suriye’de yaşananlar, bu yatırımın amacına ulaşmadığının kanıtı sayılabilir. Ancak bu sonuç, bizce, Türkiye’nin çabasını tümden değersizleştirmiyor.

Şimdi, dün başlangıcını anlattığımız “AnkaraŞam baharı”nın son birkaç yıldaki seyrini, yine Amerikan kriptolarından izleyelim. 5 Şubat 2007 tarihinde, ABD’nin Ankara Büyükelçiliği Siyasi Müsteşarı Janice Weiner’ın kaleme aldığı “KİŞİYE ÖZEL” telgraf, Suriye Dışişleri Bakanı Velid el Muallim’in 1 şubatta Ankara’ya yaptığı ziyarete ilişkin notları kapsıyor.

Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül’le biraraya gelen Muallim’in, Esad’dan özellikle Irak konusunda mesaj getirdiği telgraftan anlaşılıyor:

Muallim’in bir günlük üst düzey görüşmelerinde, göründüğü kadarıyla çığır açıcı bir gelişme olmadı ama öncelikle, Türk ve Suriye hükümetlerinin diğer bölgesel ortaklarla da işbirliği yaparak Irak’ın istikrara kavuşmasına ve aynı zamanda bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumasına yardımcı olmasının yolları üzerinde duruldu.

Büyükelçi Ross Wilson’ın onayıyla Washington’a gönderilen telgrafın devamından, Irak konusunun yanı sıra Lübnan ve Filistin meselelerinde de, Ankara ile Şam’ın kapsamlı bir görüş alışverişi yaptıklarını öğreniyoruz. Dışişleri Bakanlığı Ortadoğu Dairesi Başkanı Sedat Önal’ın anlatımlarında dayanan kriptonun bizim buradaki konumuz açısından en ilginç bölümü ise sondaki iki paragraf. Aynen aktarıyoruz:

SİZİ İRAN’DAN DAHA ÇOK SEVİYORUZ

Önal, son olarak, Muallim’in yaptığı her bir görüşmede, Suriye hükümetinin Türkiye ile ilişkilere verdiği önem kadar Suriye hükümetinin çıkarlarının İran’ınkilerden nasıl ayrıldığını anlatma çabası içinde olduğunu aktardı. Muallim, çoğunluğun Sünni olduğu Suriye ile çoğunluğun Şii olduğu İran’ın mezhepsel yapıları arasındaki farka ve Suriye hükümetinin mezhepçiliğiyle kıyaslandığında İran rejiminin İslamî tabiatına işaret ederek, “Suriye ile İran arasında yüzde yüz bir örtüşme yok” dedi. Esasen, Muallim Suriye hükümetinin Türkiye-Suriye ilişkilerinin şu anda Suriyeİran ilişkilerinden çok daha iyi olduğunu ve Suriye hükümetinin İran’la son yıllardaki ilişkisinin “Batı’nın Suriye’yi yalnızlaştırma politikasının doğal bir sonucu” olduğunu söyledi. Muallim, Suriye hükümetinin Ortadoğu’daki bütün ülkeleri istikrarsızlaştıran bölgesel sorunların çözümüne yardımcı olması için daha ziyade Türkiye’ye baktığını ifade etti.

YORUM: Muallim’in ziyareti, iki ülkenin üst düzey yetkililerinin son aylarda karşılıklı olarak gerçekleştirdikleri bir dizi ziyaretin sonuncusuydu. Muallim’in Ankara’da görüştüğü konular arasında çığır açan bir şey bulmakta epey zorlanıyoruz ama bu ziyaretin gerçekleşmiş olması -–aynı zamanda, Muallim’e gösterilen üst düzey kabul de– iki ülkenin birbiriyle daha düzenli bir şekilde görüşme yönündeki uzun dönemli çabasına uygun düşüyor. Suriye mümkün olan her yolu kullanarak kendi izolasyonuna son vermek isterken ve Türkiye’yi, bunun yapmanın en elverişli aracı olarak görürken, Türk hükümetinin öncelikli motivasyonu ise, bölgede süren istikrarsızlığın Türkiye için ne anlama gelebileceği konusundaki baskın korkusudur. Türkiye, mezhepçiliğin ve aşırıcılığın bütün bölgeyi yakıp kül etmesini önlemek için, Şam-Tahran eksenine son vermeyi denemekte bir değer görüyor ve tanıdığı şeytanla (Esad) iş yapmayı tanımadığı bir şeytanla (bir rejim değişikliği halinde Esad’ın yerine geçmesi muhtemel olan lider kastediliyor; burada “Müslüman Kardeşler” iması olduğunu söyleyebiliriz) iş yapmaya yeğliyor.

 

Esad’ı Tahran’dan Erdoğan koparır

Amerikan kriptolarında, Türkiye ile Suriye arasındaki yakınlaşmanın “ikili” nitelikte kalmadığının, bölgesel bir işlev üstlendiğinin birçok işaretini bulmak mümkün. 1 Ekim 2009’da ABD’nin Riyad Büyükelçiliği Başmüsteşarı Susan L. Ziadeh’nin kaleme aldığı, “Esad’ın Ziyareti: Suudi-Suriye Yakınlaşması Yeniden Rayına Mı Giriyor?” başlıklı telgrafta, örneğin, Türkiye’nin Riyad ile Şam arasındaki diyalogun güçlendirmesi ve Esad’ın 23 eylülde Suudi Kralı Abdullah’la buluşmasını sağlamak için çalıştığı anlatılıyor:

Büyükelçiliğimizin irtibatta olduğu kişiler, bu ziyaretin gerçekleşmesinde Türk arabuluculuğunun da rol oynadığını teyit ettiler ve Suudilerle Suriyelilerin artık birbirlerinin beklentileri hakkında daha net bir resme sahip olduklarını söylediler.

Şimdi de bu satırlardan dört hafta kadar sonra ABD’nin Şam Büyükelçiliği Maslahatgüzârı Charles Hunter’ın kaleme aldığı “GİZLİ” ibareli uzun telgrafa bakalım. 28 Ekim 2009 tarihli kriptonun başlığı: “Türk Desteği Esad’ı Cüretlendiriyor Ama Suriye’yi İran’dan Uzaklaştırmak Açısından En Büyük Umudu Oluşturuyor.” Bu uzun telgrafın başındaki “ÖZET” bölümü şöyle:

Devlet Başkanı Esad’ın 16-17 eylülde İstanbul’a yaptığı çalışma ziyareti, üst düzey stratejik işbirliği komisyonu kurulması, Suriye ile Türkiye arasında vizesiz seyahat ve Suriye’nin, PKK’nın Suriyeli mensuplarının rehabilitasyonu için çalışma teklifi sonucunu verdi. Bu somut sonuçlar ikili ilişkilerin güçlendirilmesinde mütevazı bir adım oluşturuyor ama Ankara’nın, Suriye’nin bölgeye yaklaşımında daha ön planda olacağı bir stratejik koordinasyonun derinleşmesini sembolize ediyor. Türk ve Suriyeli bakanların 13 ekimde Halep ve Gaziantep’te yaptıkları toplantıda, enerji, su, ticaret, kültürel ve güvenlik işbirliği alanlarında Başbakan Erdoğan ile Devlet Başkanı Esad tarafından, Erdoğan’ın aralıktaki Suriye ziyareti sırasında resmîyete dökülecek ihtiraslı bir eylem planı üretildi. Türkiye’nin Şam’la ilişkileri metodolojik biçimde derinleştirmesi, Suriye’ye uluslararası baskıya karşı stratejik bir tampon ve Suriye’nin Irak, Suudi Arabistan ve hatta Lübnan’la gerginleşen ilişkilerini tamir etmesi için yardıma hazır bir arabulucu sağlıyor. Şu anda, Suriye hükümeti Türkİsrail gerginliklerini Türkiye’nin Suriye ve Filistinlilerle dayanışmasının bir göstergesi olarak nitelendirirken, bir yandan da, 2006’dan beri dikkat çekici biçimde güç kazanan İran-Suriye-Hizbullah askerî işbirliğini sürdürüyor. Önümüzdeki en zorlu sınav, Suriye’nin Türkiye’yle daha yakın ilişkileri ABD’nin nüfuzuna direnmenin bir yolu olarak kullanmasını ve kapsamlı bir barışı daha zor hale getirebilecek politikalar izlemesini önlemek olacak. Uzun vadede, Esad’ın Başbakan Erdoğan’a artan güveni, Suriye’yi Tahran’ın yörüngesinden çıkarmak için bizim en büyük şansımız.

ABD’nin Şam Büyükelçiliği Maslahatgüzârı Hunter’ın telgrafının orijinalinin tam metnine Taraf’ın internet sitesinden erişebilirsiniz. Biz, buraya, telgrafın en çarpıcı bulduğumuz bölümlerini almakla yetineceğiz. Bu bölümlerden ilki, AKP hükümetinin “Kürt açılımı”nı Esad’ın 16-17 eylül 2009 İstanbul ziyaretinde gündeme getirdiğini, yani bu çalışmayı en başından itibaren Suriye ile koordine ettiğini göstermesi açısından ilginç:

Suriye’nin, Türkiye’nin Kürt topluluklarına el uzatmasına ve PKK militanlarını “rehabilite” etme çabalarına nasıl yardımcı olabileceğine ilişkin tartışmalar da yapıldı. Medyada çıkan haberlere göre Esad, Türkiye’nin liderliğini takip etmeyi ve 1500-2000 Suriyeli PKK üyesine, Irak’tan Suriye’ye dönmeleri halinde, şiddeti reddetmeleri ve kendilerini Suriyeli yetkililere teslim etmeleri koşuluyla müspet muamele yapılmasını kabul etti. Buradaki (Şam’daki) Türk Büyükelçiliği’ne göre, Esad ve Başbakan Erdoğan, Suriye’nin Suriye’yi Suriye Kürtleri için daha cazip hale getirecek önlemleri ele alması gereğini de konuştular.

 

Ankara, Şam’da etkili ve kıskanç

Şam çıkışlı bu Amerikan kriptosunun, Türkiye-Suriye yakınlaşmasını İran’la bağlantılı olarak ele alan ve bir bakıma, Ankara’nın 2000’lerin başından itibaren Şam’a gösterdiği ilgiyi ABD’nin nasıl değerlendirdiğini ortaya koyan son bölümünü aynen aktarıyoruz:

SURİYE’Yİ İRAN’DAN UZAKLAŞTIRMAK

Türkiye’nin Suriye’yle ilişkileri inşa etmeye yönelik on yıllık sabırlı ve temkinli yaklaşımı, burada (Şam kastediliyor) çok az ülkenin sahip olduğu bir rahatlık düzeyi sağlıyor. Devlet Başkanı’nın (Esad kastediliyor) Türklerin tavsiyesini dinlemeye hazır olması ve Türk tercihlerine açıkça saygı göstermesi, Esad’ın İranlı muadilleriyle, bir zorunluluk duygusuyla katlanır gibi göründüğü, şekil icabı birlikteliklerle tezat oluşturuyor. Kuşkusuz, İran’ın iç sorunlarına ve bölgesel çatışmayı kışkırtan dış odaklanmasına karşı Türkiye’nin iç istikrarını ve bölgesel barışı destekleme çabasını, bizim gibi, Esad da not etmektedir. Esad artık, kendisini nükleer dosya konusunda İran ile Batı arasında arabuluculuk işindeymiş gibi göstermiyor ve onun baskın çıkarı, eğer İsrail günün birinde İran’ın nükleer tesislerine saldırmaya karar verirse, Suriye’nin bundan zarar görmemesini sağlamak.

Açık olmak gerekirse, Suriye-İran güvenlik ilişkilerinin her zamankinden daha güçlü olduğu değerlendirmesini yapmaktayız, ama İran’ın içerideki bölünmeler ve Suriye’nin izolasyonunun son bulması, Şam’a yeni seçenekler sunuyor. Suriye’nin artan güveni AB ile bir ortaklık anlaşması imzalamayı ertelemesinden, Suriye hükümetinin, Şam’ın Lübnan’daki siyasi tıkanmada hiçbir sorumluluğu olmadığı yönündeki —şimdi Fransız yetkililerince de desteklenen– iddialarından ve Suriye’nin son zamanlarda İsrail’e karşı söyleminin sesini ve frekansını yükseltmiş olmasından da belli. Şam, şu anda, Türkiye’nin desteğini taktik avantaj için ve eğer günün birinde İsrail’le barış anlaşması imzalayacak olursa gerekli hale gelecek stratejik seçeneklerden uzak durmak için kullanmaktan memnun görünüyor. Daha az net olan, Suriye hükümetinin, otuz yıl boyunca İran ve Hizbullah’a dayandıktan sonra stratejik yönelimini, bunu kendisi istese bile, değiştirmeyi becerip beceremeyeceğidir. Esad, Suriye’nin İran’la ilişkilerini devam ettireceğinin işaretini verdi ama eğer bir gün bir barış anlaşması sağlanırsa, Suriye’nin barıştaki çıkarı bu ilişkilerin tabiatında bir değişikliğe yol açabilir.

Türk hükümetinin kuvvetli etkisi olmaksızın Suriye’nin böyle bir karar noktasına erişmesi neredeyse kesinlikle imkânsız olacaktı. ABD ve Türkiye bölgesel kapsamlı barış ve istikrar konusunda aynı baskın hedefleri genel olarak paylaşsalar da, buradaki Türk yetkililer, Suriye’yi belli konularda (mesela İran ve Lübnan) etkilemek için daha yakın bir ABD-Türkiye ilişkisi ihtimalini ileri sürdüğümüzde donup kalıyorlar. Ankara’nın Suriye konusundaki, Fransa’nın ve AB’nin Şam’la ilişki kurma çabalarına da eşit ölçüde yansıyan bu kıskanç yaklaşımı düşünüldüğünde, bizim için zorlu sınav, Ankara ile taktik yaklaşımlarımız farklı bile olsa, derinleşen Suriye-Türkiye ilişkilerini, ortak hedeflere ulaşmamız için gerekli olan stratejik Suriye tercihlerine doğru yöneltmektir. HUNTER.