Aslı Tunç*
Katar’ın parlak çöl güneşini dışarda bırakıp görkemli konferans salonuna girdiğimizde bana doğru yaklaşan kadının yüzü ve tavırları ne kadar da tanıdık geldi. Onu daha önce mutlaka bir yerlerde görmüş olmalıyım. İngilizlere has kelime vurguları, eğitimli sesi, kontrollü mimikleri ile “Merhaba ben Martine Dennis” diye elini uzattı bana. ‘’Konferanstaki oturumunuzu ben yöneteceğim”. O an bu yüzü yıllarca BBC haber ekranlarında izlediğimi fark ettim. Son iki yıldır da El Cezire’nin İngilizce kanalına transfer olduğunu öğrendim. Küresel haberciliğin ekran yüzlerinden biriydi yani Martine Dennis. Ahmet Hakan’ın haber sunumuna soyunmasıyla da birlikte televizyonların bu ekran yüzlerini düşündüm tekrar.
Haber sunucuları (news anchorman/news anchorwoman) televizyon haberciliğinin ete kemiğe bürünmesinin, eğlencelik hâle gelmesinin simgeleri aslında. Kanala inandırıcılık oranı bir anlamda sunucuların tavrı ile doğru orantılı. Özellikle Amerikan televizyonculuk tarihinde bazı haberciler yıllarca en büyük trajedilerin ya da en sevinçli olayların yüzü ve sesi oldular. Mesela Walter Cronkite 1962 yılından 1981’e dek tam on dokuz yıl CBS Haberlerini sundu. Yıllar boyu tüm kamuoyu yoklamaları onu Amerika’nın en güvenilir kişisi ilan etti. Vietnam Savaşından, İran rehine krizine, Başkan Kennedy suikastından NASA’nın aya insan gönderme denemelerine kadar sayısız olayı Amerikan kamuoyuna iletti. İnsanlar Cronkite’ın haberleri eğip bükmediğini hep bildiler. Her haber programını aynı cümleyle sonlandırdı yıllarca. “Ve işte durum bu” (“And that’s the way it is”).
Cronkite’dan önce saygın haberciliğin en büyük ismi sayılan Edward Murrow ve ondan sonra gelen nesil olarak 2005 yılında vefat edene dek televizyon ekranlarında haber sunan Peter Jennings ve teker teker emekli olan Tom Brokaw ve Dan Rather da yerlerini genç meslektaşlarına bıraktılar. Bu insanlar sadece haber sunmadılar, bir toplumun kolektif hafızasını da oluşturdular, “gerçekleri” olduğu gibi iletme kaygısının simgeleri de oldular.
Yıllar ilerledikçe reyting savaşları habercilik alanında da acımasız hâle geldi. Kablolu televizyonlarla insanlar haberleri de daha eğlenceli ve şova dönük olmasını istemeye başladılar. Haber programlarının izlenme oranları hızla düşmeye başladı. Yeni kanallar haberlerden çok haber sunanları öne çıkarmaya ve bir meta gibi pazarlamaya başladı. Haber sunarken bağıran, ayakta duran, kimi zaman saldırgan, polemikten kaçınmayan, hafif skandallara karışmayı göze alan sunucular ekranları doldurmaya başladı. Artık içerik geri plana düşmüştü. Teknoloji ilerledi, yayın kalitesi arttı, stüdyolar göz kamaştırıcı hâle geldi ancak haber içerikleri boş bir balondu artık. Sunucular yüksek teknolojili stüdyolarda, pırıl pırıl bir görüntüyle sansasyonel, politik olarak yanlı “haberimsi” içerikler sunmaya başladılar. Habercilikte şov dünyası atmosferi hem Amerika’yı hem Türkiye’yi sardı.
Televizyon haberciliği ile ilgili tartışmalar Amerikan sanat ve popüler kültürüne de sızmaya başladı. Örneğin 1976 yılında Sidney Lumet’nin klasik filmi Şebeke (Network) son derece naif bir biçimde dünyayı iki tür insana bölüverdi: Olan biteni doğru ve yansız biçimde kitlelere aktarmaya çalışan idealist ve dürüst haberciler ve reyting peşinde koşan hırslı kişiler.
Yıllar sonra Newsroom (Haber Odası) adlı televizyon dizisinde ise bu keskin ayrım sorgulanır oldu. Dizideki karakterlerden biri “hem iyi hem de popüler bir haber programı yapamayacağımızı kim söylüyor?” diyordu mesela ya da hâlâ süren bir idealizmle haber editörü “bir milyon kişinin izlediği bir haber programı yerine yüz kişinin izlediği kaliteli bir program yapmayı yeğlerim” diye mırıldanıyordu.
Walter Cronkite’lı günlere olan bu özlemin sadece fantazi dünyasında kaldığı anlaşılmıyor mu sizce de? Kabul etmeliyiz ki artık farklı bir habercilik evrenindeyiz. Hele de Türkiye’de toplumun sadece siyasal görüşlerine göre haber sunucusu seçtiği bir dönemde, duyulması istenen şeyin “tarafsız” haber olmadığını herkes çok iyi biliyor. Yıllar boyunca yaratılan ve basında köşe yazarlarının kral olduğu dönemlerden haber sunucularının politik bir sözcü olduğu farklı bir döneme doğru evrildik. Haberin değil yorumun, içeriğin değil görüntünün, analizin değil göz boyamanın, niteliğin değil popülerliğin önemli olduğu zamanlar bunlar. Hepimize iyi seyirler!
* Bu yazı ilk olarak P24’te yayımlanmıştır.