Türkiye'de rock müziğin özgün seslerinden Teoman, apolitik olduğu konusunda eleştirilere, "İçimde, aklıma gelen şeyleri bir yerlere yaymak gibi bir ateş yok artık çünkü. Yorgunum. Dünya da, Türkiye de benim çok korktuğum bir yere doğru gidiyor. Türkiye’nin geleceğine dair umutsuzum. Üzülüyorum ülkem için. Ama çıkış yolu ne desen, onu da bilmiyorum" yorumunda bulundu.
Posta gazetesinden Işıl Cinmen'in sorularını yanıtlayan Teoman, mart ayında anılarını yazdığı bir kitabın çıkacağını da söyledi.
Teoman'ın Cinmen'in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
“Hayalim bu albümün evde, gözler kapalı, dikkatlice dinlenmesi” dedin. Hayalini gerçekleştirdim. Derin bir mutsuzluk, büyük bir yalnızlık hissettim. Cidden kopkoyu bir Teoman… İnsan tek boyutlu değil. Bir sürü farklı hali, rolü var. Bir de korkutucu, karanlık bir tarafı var ki, oralara pek hakim değiliz. Karanlık taraflarımızı bastırmaya, oraları pek göstermemeye çalışıyoruz. Facebook’ta, Instagram’da herkes mutluluktan ölüyor neredeyse ama bu, yalan işte. Birebir ilişkide anlıyoruz nasıl birileri olduklarını… Ben kendi hesabıma, derin sohbetlere girdiğimde, herkes yelkenleri suya indirip kendi gerçeğini gösterdiğinde kopkoyu şeyler görüyorum, genelde de derin bir mutsuzluk.
Senin kendi kara deliğinde ne var?
Huzursuzluk, amaçsızlık, dünyanın gidişatına karşı korku, can sıkıntısı, yalnızlık var. Gelecekten ödüm patlıyor. Dünyanın hali pek iç açıcı değil. Her şeye rağmen bu koyuluğu, ‘Koyu Teoman’ı seviyor olabilir misin?
Ben ‘koyuluk’ taraftarı değilim, hatta o koyuluk perspektifinden çıkmaya çalışmak tam zamanlı bir iş benim için. Genelde problemlere yoğunlaşan, güzel şeyleri ıskalayan biriyim. Öyle biri olmamaya çalışıyorum düşüncelerimi kontrol etmeye çalışarak. Koyu Teoman denilen şey; ne yazık ki negatif bir bakış açısından doğuyor. Kendimizi var ederken algıladığımız dünya bizlerin perspektifini yontup duruyor. Çocukluğun akıl ve duygu yürütmelerinin etkilerini kazık kadar adam olsak da aşamıyoruz işte. Ama bana şarkıları yazdıran da o ‘koyu’ bakış açım.
Bu albümü hazırlarken geriye dönüp bakmak zorunda kalmış olmalısın. 50 yıllık hayat, 21 yıllık kariyer, doğurduğun 10 albüm-bebek. Hayatının özetinde ne buldun?
‘Koyu Antoloji’ albümüyle beraber başka bir çalışma içindeydim aynı zamanda. 21 yıllık röportajlarım, tüm basın arşivim tarandı bir ekip tarafından ve derlenip toparlandı. Albüm için yıllardır yazdığım şarkılarımı da didiklediğimden, neredeyse bütün hayatımı yoğun biçimde tekrar yaşadım. Bir de yazdığın anılar var…
Evet… Mart’ta kitabım çıkacak. Orada hayatıma dokunan şeyleri anlatıyorum. İşte bu döneme anılar da eklenince olay çığrından çıktı. Kendime çok yakından bakmak zorunda kaldım. Nasıl biri olduğumu daha da iyi analiz ettim.
Ne gördün?
Pek iç açıcı gelmedi bana. İnsan tabii ki değişiyor, gelişiyor ama yine de bunca yılda bir sürü problemimi de halledemediğimi gördüm. Galiba insan gerçekten yedisinde neyse, yetmişinde de o. Yıllarla köşeleri daha da sivriliyor. Kendimi değiştirme, geliştirme konusunda amaçladığım bir çok konuda bir arpa boyu yol gidememişim. ‘Koyu Antoloji’nin 26 parçasından tek birinin sözlerini, müziğini, ruhunu herkes anlayabilecek, iliklerine kadar hissedebilecek olsa, o şarkı senin ‘hayatının şarkısı’ olarak kalacak olsa hangisini seçerdin?
Neredeyse bütün şarkılarım hayatımı anlatıyor. Genel geçer sözler yazmaktansa, gerçek olayları, duyguları detaylarıyla, saklamadan, kendimi de övmeden anlatmaya çalıştım. Her şey nasılsa öyle gözüksün istedim. Eskiden, dinleyiciyken birçok şarkıyı beğenmezdim, hiç özel şeyler anlatmıyorlar, sadece insanları eğlendirmek için yazılıp, söyleniyorlar diye. Ben farklı şarkılar yazmaya çalıştım. Yine de birini seç lütfen…
Çocukluğumu anlattığım bir şarkım var: ‘İstasyon İnsanları’. Ama şu ana kadarki hayatımı anlattığım bir şarkı var son stüdyo albümümde: ‘Hem Hayattan, Hem Ölümden Korkarak’ adı. Galiba beni en iyi anlatan şarkı o.
Senin bedenin kaç yaşında, ruhun kaç yaşında sence? Kan değerlerime bakarsan gençmişim. Bunca yıl hor kullanılan bir beden için çok çok iyi bir sonuç. Ama ruhen yaşlı hissediyorum. Birçok şeyin hazzı, anlamı yok olmuş benim için. Üzerine konuştuğumuz bu antoloji veya geçmişimi yazdığım o kitap, röportaj derlemeleri falan hep o duygunun ürünü. Yeni bir şeyler yapmaktansa, geçmişi geleceğe taşımakla ilgiliyim. Ruhen yaşlananların yaptığını yapıyorum, geçmişte yaşıyorum. Bana göre ise 50 yaşına geldin ama büyümedin, daha doğrusu yaşlanmadın. Hâlâ seninle büyüyenlerin yaşındasın sen de. ‘Büyümeyenler Derneği’ var, sen de başkanı gibisin. Kimse sana Teoman Amca diyemez mesela…
O konu çok eğlenceli benim için. Hatta etrafımdaki birçok kişi bununla ilgili şeyler söylüyor bana. Hüseyin diye bir arkadaşım var, benden bir hayli küçük. Geçen gün beraberdik, yanımıza bir sürü genç geldi, onun arkadaşları. Ona ‘abi’, bana ise ‘Teo’ muamelesi çektiler. Hüseyin pek bozuldu. Nedenini bilmiyorum, herhalde yaptığım işin gençlerin kafasında oluşturduğu algıyla ilgilidir. Ya da pek olgun bir tipim olmadığı içindir.
Bu büyümemek meselesi kafamı kurcalıyor bir süredir. Etraf 30’larında ama hâlâ gençlik kodlarıyla yaşamakta diretenlerle dolu. Evet, hayat daha parlak, daha eğlenceli ‘görünüyor’ ama bir taraftan herkes mutsuz. İçki, uyuşturucu bağımlısı olanlar var. Neden böyle oldu?
‘Büyümeyenler Derneği’ dedin ya… Bu sanki pozitif bir ifadeymiş gibi geliyor kulağa ama bence öyle değil. Hayatlarının sonuna kadar hayata, kendilerine, işlerine, ilişkilerine bağlı, başarılı insanlar var ve keyifleri de gayet yerinde. Çok azlar sadece. Bahsettiğin o ‘gençlik kodlarıyla yaşamaya devam eden, parlak ve eğlenceli hayatlar yaşar gibi görünen’ kesim ise mutsuz. Neden ama?
Çünkü gri bir bölgede yaşıyorlar. Ne gençliklerindeki hazzı alıyorlar hayattan, ne de olgunlar dünyasına ait olduğu varsayılan huzur, dinginlik gibi şeyleri hissedebiliyorlar. Bir şeyi daha vurgulamak istiyorum bu mutsuzluk konusunda… Bugünün psikolojisi, sosyolojisiyle ilgili araştırmalar okuyorum uzun zamandır. Artık yaş, coğrafya, ekonomik durum gibi parametrelerden bağımsız olarak insanlığın genel mutsuzluğu ve tatminsizliği vurgulanıyor birçok gözlemde. Bir kriz yaşandığı konusunda çoğu kişi mutabık. ‘Büyümeyenler Derneği’ belki çok göz önünde olduğu için onu konuşuyoruz ama aslında konuşulması gereken insanlığın durumu. Herkes çok mutsuz.
Hayat sence kısa mı yoksa çok mu uzun geliyor sana?
Yaşlıları da inceliyorum şu sıralar. Kitaplar okuyorum. 5 bin yıllık kaynaklarda bile aynı problemlerden bahsediliyor, şu anda insanların uğraştığı. Belki de çağımızda bu konuda çok sızlandığımız için kendimizi farklı zannediyoruz. Belki genel insanlık durumu budur. Sevdiğim bir söz var, devamlı tekrarladığım: “Mutluluk, mutluluk umudunda” diyor Zygmunt Bauman. Yaşlılar o umudu kaybediyorlar herhalde. Canları çok sıkılıyor. Ölümden de ödleri patlıyor. Sıkıcı bir durum olsa gerek. Yaşadığımız sürece hayatın keyfini çıkarmak lazım. Ya da keyfini çıkardığımız kadar yaşasak iyi olur. Yaşadığımız yılların adedi çok önemli değil, kalitesi önemli galiba. Oflaya poflaya yaşamak hoş değil.
90’larda herkes daha acayip, daha renkli, daha özgürlüğüne düşkün, daha içten gibiydi. Ne eksildi?
Temkinli bir cevap vereceğim sana. Şu an över gibi yaptığın 90’lar gençliğinin, bir önceki jenerasyon tarafından eleştirildiğini hatırlıyorum çünkü. Toplumsal olaylara, siyasete uzak oldukları gibi gerekçelerle. Kendi dönemini yeni dönemden üstün gören o heriflere benzemek istemiyorum ben. Her dönemin bir ruhu var, şu anın ruhu da bu. Ben ‘şu anın ruhu’nu temsil eden biri değilim. Eski kafalıyım. Ama kendi jenerasyonuma da, bu jenerasyona da aynı uzaklıktan bakıp anlamayı tercih ediyorum dünyanın halini. ‘Şu anın ruhu’nu da, ‘kendi jenerasyonumun ruhu’nu da istemiyorum bulunduğum konum olarak. Eskiye ihtiyacımız var mı?
Hayat güzelleşsin diye eskiye ihitiyacımız olup olmadığını soruyorsun… Bilmiyorum. Değer sistemleri değişiyor, bizlerin ‘değer’ diye kabul ettiğimiz bazı şeyler gülünç ve saf, naif bulunuyor şu an için. Yapacak bir şey yok. Katlanacağız.
Yeni şarkılar yazacak mısın?
Yeni şarkılar yazmayı düşünmüyorum. Şu an müzikal olarak beni motive eden tek şey, geleceğe güzel şarkılar bırakmak. Eskiden yazdığım şarkıları derleme toplama işine o yüzden girdim. ‘Koyu Antoloji’ albümü bunun başlangıcı. Nasıl devam edecek?
Birkaç projem daha var ama bunlar Türk Popüler Müziği’nde sevdiğim şarkıları kaydetmekle ilgili. Başkalarının yazdığı şarkılar ama onları gerçekten çok beğeniyorum ve benim sesimle de kalsınlar istiyorum geleceğe. ‘Cover’ tabir edilen albümlerden olacaklar. Hem zevkli hem de kolay projeler bunlar benim için. Sadece prodüksiyonla uğraşacağım, şarkı yazmayacağım. Neden istemiyorsun şarkı yazmak?
Çünkü şarkı yazma işi eğer single değil de albüm yapıyorsanız ruhen yorucu bir iş. Neredeyse iki senenizi alıyor. Tabii ki her an çalışmıyorsunuz ama kafanız hep onda oluyor. Sürekli bir şarkının, herhangi bir problemini düşünürken buluyorsunuz kendinizi. Gerçek bir şarkı yazarı, şarkı yazmadığı zaman kendini değersiz hissetmeye başlıyor. Delilik ama öyle. Şarkı yazsanız da, ruhunuzun karanlık taraflarında, sizi duygulandıran anılarınızda çok zaman geçirir oluyorsunuz. O duygu durumuna geçmek de sizi ruhen yoruyor. İşte bu nedenlerle şarkı yazmak istemiyorum. Belki eşle dostla şarkı yaparım diye arada hayaller kuruyorum. Hatta Kenan Doğulu ile konuşuyoruz, ona şaka yollu ama aslında gerçek, “Hadi bana reggae bir şarkı yapalım, hiç reggae şarkım yok” diyorum. Bakalım yapacak mıyız?
Deniz Akkaya bir röportajda bana konu açılınca demişti ki: “Teoman’ın duruşunu, tavrını belli etmesi için ağzını açıp bir çıkış yapmasına gerek yok. Bir mesele hakkında Teoman’ın tavrını zaten bilirsin...”
Hoşuma gitti benim için söylenen bu söz. Yaşantımla veya röportajlarda söylediklerimle filan olabildiğimce açık ve dürüst olmaya çalıştım hep. İnsanlar ben konuşmadan bile ne düşündüğümü tahmin ediyorsa, bundandır herhalde. Hiçbir mesele hakkında konuşmuyorsun uzun zamandır…
İçimde, aklıma gelen şeyleri bir yerlere yaymak gibi bir ateş yok artık çünkü. Yorgunum. Dünya da, Türkiye de benim çok korktuğum bir yere doğru gidiyor. Türkiye’nin geleceğine dair umutsuzum. Üzülüyorum ülkem için. Ama çıkış yolu ne desen, onu da bilmiyorum.
Aşk nasıl bir şeymiş sence?
Aşk konusunda artık pek konuşmak istemiyorum. Aşk derken ne anlıyoruz? Romeo ile Juliet’inkini mi, magazin eklerindeki “Bilmem kimin yeni aşkı, 10 gündür tanışıyorlar” haberindekini mi? Aşk sözcüğünün çok kolay kullanıldığını düşünüyorum. İlişkilerimde hep temkinli davrandım. O yüzden de aşklarını onlu sayılarla ifade edenlerden değilim. Birkaç tane sadece. Nasıl anladın onların aşk olduğunu?
Bir şeyin ‘aşk’ olduğunu kabul etmem zor oldu hep, ayrılışlarım da sancılı oldu. Belki sancı meselesi iyi bir açıklayıcı olur. Ayrılış sancılıysa aşk, değilse değil. Gereksiz seks diye bir şey var mı? Yani ilişki yaşamaya müsait bir karakteri olmayan insanın yalnızlık duygusundan kurtulmak için ya da ‘sevgi shot’ gibi, geçici sevgi almak için insandan insana koşması işe yarıyor mu? İnsanın, insandan insana koşması şarkımdan aldın bu kullanımı… Bu, bir yarayı kapatmak içinse boş bir çaba. Ağrıyı geciktiriyor ama azaltmıyor. Hatta boşluk duygusunu çoğaltıyor. Ama kalbimiz yaralıyken ya da birini sevecek mecalimiz yokken ya da yalnızlık çekilmezken birilerinin varlığına yine de ihtiyaç duyuyoruz. Seks isteği, şefkat ihtiyacı gibi nedenlerle boşu boşuna çabalıyoruz. Uzun süreler boyunca böyle yaşadıkça da ağrı kesici niteliğini kaybediyor bu ilişki biçimi. Yalama oluyorsun.
Bir keresinde bana “Paparazziler birçok kez beni alkollüyken yakaladı ve sonuç olarak Türk müzik tarihinde serseri diye anılacağım” demiştin. Bu neden rahatsız ediyor seni, ne var biraz serseri olmanda?
Ortaokul yaz tatillerinden beri çalışıp, para kazanan, okuyan, kendi kendini var etmiş azimli biriyim. Dikkatli bakılırsa, birçok kişiye örnek olarak gösterebileceğiniz şeyler var geçmişimde. Ama serseriyim biraz. Hayatım boyunca hem çok çalıştım, hem de eğlendim. Yine de eğlence gibi gurur duymadığım bir özelliğimle anılmak hoşuma gitmiyor. Artistik ve ekonomik olarak başarılı bir kariyerim, onun öncesinde de çok yoğun kendimi var etme çabam var benim. Belki biraz da Zeyno için... 4 yaşında oldu şimdi. Babasına ne öğretti bu küçük yaşında?
Bir çocuk insanın hayatına çok şey katıyor. Ya da şöyle söyleyeyim, benimkine kattı. Dünyaya bakış açınız değişiyor. Bir sorumluluğunuz oluyor ve dünyadaki her şey önemini yitiriyor o sorumluluğun yanında. Bir taraftan yaşam amacınız oluyor, bu çok iyi bir şey, bir taraftan da korkutucu bir yanı var. Artık eskisi gibi cesur değilsiniz, “Bana ne olursa olsun” diyemiyorsunuz, korkaklık başlıyor. “Dünya, Türkiye acaba nasıl olacak çocuğum büyüyünce” diyorsunuz. Bir de… Çok dürüstler, her istediklerini söylüyorlar. Yavaş yavaş sahtekarlığı öğrenip bize benzeyecekler. Bir şarkında anlatıyorsun, acınmanın seni en çok acıtan olduğunu…. Bunu Hiç acındı mı ki sana? Nereden biliyorsun o duygunun seni acıttığını?
Bana acınması çocukken canımı çok acıtırdı. Babamın öldüğünü duyanlar yüzüme karşı “Ah vah” dediklerinde kırılırdım. O insanlardan da nefret ederdim. Oradan biliyorum acınma duygusunun acıttığını. Ruh bizden sonra var olmaya devam ediyorsa… Seninki senin mezarının başında durup ne derdi? “Geldi, geçti işte!”