Radikal gazetesi yazarlarında Yıldırım Türker, Türk magazinciliğinin geldiği noktayı, son yaşanan olaylarla açıklamaya çalıştı.
Türker'in Radikal'de yayımlanan yazısı (12.10.2009) şu şekildedir:
Çok üzücü olduğunu bilmekle birlikte adını koyalım: Türk magazinciliği, basınımızın ortalamasıdır.
Defalarca durumu özetlemeye çalıştık. Ama bu topraklarda krize bulunan çözümler krizi derinleştirmekle kalmayıp alternatif çözüm arayışlarını da krizin müsebbibi ilan eder. Cehennem miladımız olan 12 Eylül’le birlikte basının magazin alanını keşfi at başı gider. Bunda elbette şaşıracak bir şey yok.
Ümüğüne oturulan basınımızın yitirdiği sözün yerine koyduğu magazinleştirilmiş hayat resmi ile birlikte ‘entel, dantel’ ilan edilen dünyanın suretleri kapı dışarı edildi.
Basının önde gelen işlevi gerçeklikle aramıza yaldızlı bir perde germekten ibaret hale geldi. Gazetelerimiz öncelikle ‘kadın ekleri, kadın sayfaları’yla başlayıp giderek bütünü belirleyen bir dile yamandılar. Bu dilin çağırdığı okur, mütecessis, canı sıkılan, orta sınıftan, şehirli, apolitik bir vatandaş. Popüler kişilerin şahsi hayatları olarak pazarlanan ürünlere düşkün. Ama bununla kalmayıp okuduğu yazarların şahsi hayatlarını da günbegün izlemek, onlarla da sanal bir akrabalık kurmak istiyor.
Bütün gazetelerin en mutena köşesinde her gün kafasını kurcalayan şeyleri ve özel hayatının gelişen sahnelerini aktaran son derece sıradan olmakla beraber, hatta tam da onun için müthiş bir şehvetle izlenen yazarlar türedi. Genel olarak ‘içtenlik’ ülküsüyle yücelen bir konum olduğu iddia edilen bu köşelerin çoğu kadın olan yazarları gerçekten de çok okuru olan, dolayısıyla gazetenin prestijli unsurları. Bir kısmı başka bir alanın ünlüsü olup dahiyane bir fikirle kendilerine gazete yazarı olmaları teklif edilmiş. Adına ‘life style’ denilen bir konu alanı. Şık, iyi, zevkli, uygar, eğlenceli yaşamak için okura bütün bir hayatını açarmış gibi yaparak kendi deneyimleriyle yol göstermek.
Her yazıda kendini başrolde oynatan şımarık kolejli kız tiyatro kulübü yönetmeni. Gümrah gümrah pop psikolojisi. İnsan ruhunda neşeli hoşgörü turları. Uçuk taklidi son derece yavan delimsireklikler. ‘Bu sabah yataktan pek aksi kalktım. Köpeğin maması kalmamıştı’ muhabbetleri. Zeki, çağdaş, delibozuk kadın; dahi çocukluktan bu yana geçememiş, kendini tiye alabilen amerikan erkeği. Bitmek tükenmek bilmez bir soap opera. Dizi dizi pembe dizi. Şahsi dille pazarlamayı karıştıran, son derece denetimsiz bir teklifsizlikle ardında hiç malzemesi olmayan bir öznellik.
Haberlerin sunumuna da yansıdı elbet bu tavır. Kendini şan şöhretin doruklarında bulan, yazdığı sözde siyasi yorumcuklarla kendinde bir kanaat önderliği vehmeden gazete yazarları, doğru dürüst muhabirleri de kapının dışında bıraktı. Ana akım basınımızın daracık ufku, yaratmış olduğu bu saldırgan yazar müsveddelerinin ‘life style’ terörüyle sınırlı.
Sonuçta zamanla okurda böyle bir talep oluşturan basın iktidarının kendini ‘arz-talep meselesi, alan memnun-veren memnun’ türünden amiyane klişelerle savunmaya hakkı var mı? Olabilir mi?
Timuçin Esen linçi
Andıçlarla, alçak teşhir ve yaftalama numaralarıyla siyaset alanında üretilen sözü zapturapt altında tutmaya çalışan basınımız, bir yandan da kahraman-delikanlı magazin mücahitlerinin palazlanmasına yol açtı.
Şahsi hayat pazarlaması pazar oldukça eli otomatik kameralı bir güruh gece sokaklarında önlerine çıkana kök söktürüyor doğal olarak. Çünkü sıcacık evlerinde-bürolarında kendilerinden nasıl ve ne yolla olursa olsun ‘haber’ bekleyen amirlerinin elinde, sendikasız ekmek paraları.
Üstelik marifetlerini ‘aç sınıfın laneti’ne dönüştüren bir dil de dolaşımda. Yağmur çamur demeden günde 24 saat ağır kameralarının altında ezilerek haber bekleyen emekçiler tanımı, onları dokunulmaz kılıyor.
Antalya Film Festivali’nin gala gecesine katılan Nugül Yeşilçay ve Cem Özer kollarına siyah bantlar takarak Timuçin Esen’e reva görülen zulmü protesto etmiş. Bantların gerekçesini öğrenen magazin basıncıları da onları kamera ve mikrofonlarını yere bırakarak protesto etmiş. Aman da ne onurlu bir direniş!
Oysa kendilerini yalvar yakar uzaklaştırmaya çalışanların karşısında kamera ve mikrofonlarını yere bırakmak ne kelime, insanların kafasına indirmeyi de iyi biliyorlar. Timuçin Esen, genç bir oyuncu. Şimdiye dek magazincilerle hiçbir enseye tokat göze parmak ilişkisine girmediğini biliyoruz. Kendini ve hayatını korumaya çalışan, şan şöhret peşinde çırpınmayan bir vatandaş olarak ne bir söyleşi ne bir demeçle ödüllendirdi magazincileri. Başına gelen ve sonunda basın etiği tartışmalarına neden olan olayları mahcup maskeli basınımız yine de bölük pörçük, basbayağı montajlı veriyordu.
Olan biteni kendisinden dinledim. Onun da izniyle sizlerle paylaşmak isterim. Esen, ‘abi’ diye hitap ettiği elli yaşının üstünde iki arkadaşıyla birlikte bir yerde müzik dinleyip birkaç içki içiyor. Gazeteciler bekliyor diye uyarıldığı için mekanın arka kapısından çıkıyorlar. Ama beş altı kişi ellerinde kameraları ve gözlerine patlattıkları ışıklarla kendilerini bekliyor. Esen, hep yaptığı gibi sorulara cevap vermeden yürümeye koyuluyor. Arkadaşları da. Onurlu basın emekçisi kardeşler, onları ite kaka etraflarını sarıp ısrarla görüntülüyor. Esen’in arkadaşlarından biri, ‘artık çekmeyin, konuşmuyor işte’ diye kameraların önüne dikiliyor. Emekçiler birden hakaret etmeye, ‘Sen kim oluyorsun ulan, vs.’ muhabbetine geçiveriyor. Çünkü biliyorlar ki ekmek aslanın ağzında. Timuçin arkasına döndüğünde arkadaşının üstüne çullanmış olduklarını görüyor ve sabrı tükenerek onların üstüne atılıyor.
Dalaştan sonra ayrılan gruplar yollarına gidiyor ama direnişçi basın emekçileri çoktan arkadaşlarını çağırmış, neredeyse 40 kişilik kameralı bir grup olarak Timuçin’lerin peşine düşmüş bile. Bu arada yakın ilişkide oldukları anlaşılan Beyoğlu Karakolu’nu da ayağa kaldırmışlar. Artık gazetecilerimiz polise de bir rol yüklemişler, bu muhteşem senaryonun her anını kaydediyorlar. Başka kurbanların anlatımlarından da biliyoruz. Haber üretmenin önde gelen yolu, ‘filanca sarhoş, olay çıkarıyor’ diye polis çağırıp polisin gelmesiyle birlikte pusulardan fırlayıp kayda geçmek. Nitekim, onların kışkırtmasıyla polis Beyoğlu polisi olduğunu gösteriyor, Timuçin Esen’i tartaklayarak, yerlerde sürüyerek, kelepçeleyerek karakola götürüyor. Bizim emekçilerin tezahüratları eşliğinde.
Esen’in sorgusunu, bir memur, bankın üstünde yapıyor. Komiser görünmüyor. Ama komiserin makamına rahatlıkla girip çıkan magazinciler adeta nispet yapıyor.
Burada bitse. Alkol muayenesi için, nedense, Esen’i İncirli’ye götürüyorlar. Öyle kolay olmuyor ama. Esen bindirildiğinde, kapıda bekleyen magazinci ordusu bu kez polis minibüsünü yumruklayıp sallıyor. Bir yandan da küfürler savuruyorlar. Elbette ana temaları, ‘seni biz yarattık’. İlginçtir, minibüsü yumruklanan polis, magazincilere engel olmuyor. Timuçin, neden engel olmadıklarını sorduğunda memurlardan aldığı cevap da pek ilginç: “Emir, büyük yerden.”
Taa İncirli’de alkol muayenesi yapılıyor. Timuçin, ilk arbedede kafasının yarılmış olduğunu fark ediyor. Taksim İlkyardım’a gitmeleri gerek, dikiş atılsın diye. Ama çıkışta, magazinciler yine kapıda. Bununla da yetinmeyip otobanda polis minibüsünü yakın takibe alıyorlar. Polisler de hız yapıp onlardan uzaklaşmaya çalışıyor. Kısacası, polisimiz gazetecilerin şerrinden kaçıyor. Takip edemesinler diye polis minibüsü İstiklal Caddesi’ne giriyor. Ama gazeteciler de. Yasak tanıyacak halleri yok ya. Taksim İlkyardım’da Acil’de bir doktor Esen’e ‘sabahlara kadar çıkar gezerseniz böyle olur’ muamelesi çekince orayı terk edip Karakol’a dönülüyor. İfade verildikten sonra dikişler Amerikan Hastanesi’nde atılıyor.
Bize kadar yansıyan görüntüler, elbette montajlanmış. Fedakâr magazin emekçileri çoktandır kurmuş oldukları düzen sarsılsın istemiyor elbet. Polis ağabeyleriyle birlikte kurdukları tuzaklarla daha yakacakları çok can var.
Kendilerinde vehmettikleri güç, gazetelerindeki büyük ağabeylerinin de kendilerinde hissettikleri zorbalık hakkı. “Seni biz yarattık ulan” diye haykırdıkları adamın kendilerine şimdiye kadar bir kelime demeç bile vermemiş olması da mutlaka öfkelerini kışkırtmıştır. Hepsinin büyüyüp yerine geçmeyi umduğu Bakan edalı Kenan Erçetingöz olay üstüne ne demiş: “Ne oluyor böyle anlamadım? Bunlar, ‘zavallı’, şöhretini kaybetmiş ya da eski şöhretini koruyamamış, aile yapısı bozulmuş, kendini alkole vermiş kişiliklerin davranışları. Ahh bu magazinciler. Ne hallere düştüler. Şuraya bak, şamar oğlanı gibi gelen vuruyor, giden vuruyor. Böyle giderse, yakında ipini koparan saldırmaya başlayacak ve kötü durumlar yaşanacak. Benden söylemesi...”
Kısacası, bunlar aynı zamanda ahlâk polisi. Emniyet’le bu kadar iyi anlaşmalarının nedeni de budur mutlaka. Sen de içki içme kardeşim, demeye getiriyorlar.
Bu arada, bize defalarca üst üste gösterilen, Teoman’ın apansız arkasına dönüp gazeteci yumruklama görüntüleri vardı ya. Hani saygısız popçu gazeteci dövüyor, görüntüleri. Biliyor muydunuz, meğer hiçbir sözlü tahrike gelmeyince Teoman’a fiziksel tacizde bulunmuşlar. Adamın kıçına el atmışlar. İyi mi?
Haydi, basın özgürlüğünden konuşalım.