T24- Erdal Güven Radikal gazetesinde yer alan köşe yazısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Hamas'la ilgili yaptığı açıklamaları yorumladı.Erdal Güven'in kaleme aldığı yazı şöyle:Başbakan Erdoğan, Hamas’ı terör örgütü değil, ülke topraklarını savunan bir direniş örgütü olarak gördüğünü söyledi.O bağlamdaki sözleri şöyleydi Erdoğan’ın: “Hamas, kendi topraklarını koruma mücadelesi veren direnişçilerdir, Filistinlidirler, Filistin’de seçim kazanmışlardır. Seçim kazandıkları halde hâlâ İsrail cezaevlerinde yatmaktadırlar. Ben bunları Amerika’nın yetkililerine de söyledim. Her yerde söyledim, ‘Ben Hamas’ı terör örgütü olarak kabul etmiyorum, tanımıyorum’ dedim. Bugün de böyle düşünüyorum. Düşüncem budur. Onlar topraklarını savunuyorlar. Seçim kazandılar ama onlara iktidarda kalma fırsatı bile vermediler. Hani demokrasi, ne oldu demokrasi, hani demokrasiyi savunanlar. Niye bunlara müsaade etmediniz, bırakın da bir demokratik mücadele versinler. Bak seçim kazandılar. Bir iktidar süreci tanıyın, ne yapacaklar bir görün. Ama dayanamadılar, tahammül edemediler, ekonomik yönden baskı uyguladılar, vergilerini kestiler, bu mudur adalet?”Bu ifadeler iki açıdan kayda değer. İlki, Erdoğan’ın Hamas’ı nasıl gördüğünü gayet net biçimde ortaya koyuyor. Bu netlik, AK Parti yönetimindeki Türkiye’nin Ortadoğu politikasının Filistin ayağının bugüne kadar nasıl biçimlendiğine ve bugünden sonra nasıl biçimleneceğine ışık tutuyor...İfadeleri kayda değer kılan ikinci nokta da şu: Belli ki Hamas liderliği ile 2000’lerin ortasından başlayarak yürüttüğü görüşmeler sonucunda AK Parti hükümetinde, Hamas’ın, zaman içinde koşullar elverirse Ortadoğu’da ‘çözümün bir parçası olma’ya doğru değişim geçirebileceğine ilişkin bir beklenti oluşmuş. Tıpkı zamanında Filistin Kurtuluş Örgütü’nün geçirdiği, Oslo Anlaşmaları’nı mümkün kılan, Arafat’a Nobel Barış Ödülü kazandıran türden bir değişim...Dolayısıyla ‘Hamas nedir’ sorusunun yanıtına kafa yormanın tam zamanı. Ama önce daha genel bir bakışa ihtiyaç var.Siyasi bir amaç uğruna silahlı mücadele yürüten örgütleri ‘etiketlemek’ kolay iş değil. Medyada da akademide de yıllardır tartışmalı bir konu bu. Silahlı mücadelenin amacı, kullanılan araçlar, yöntemler, saldırı için seçilen hedefler, silahlı mücadele verilen ülkedeki rejimin karakteri, aynı mücadeleyi silahsız yürütme olanağının bulunup bulunmadığı... Tüm bu etkenler etrafında dönüp durur bu tartışma. Kimin ne dediği de nerde durduğuna bağlı olarak değişir. Birine göre terörist, diğerine göre özgürlük savaşçısı olabilir çünkü. Noam Chomsky, Amerikan medyası üzerinden yaptığı analizde şu sonucu varmıştı: Sizin ülkenizin ya da hükümetinizin desteklediği dava ve hedef uğruna silahlı mücadele yürütenler özgürlük savaşçıdır; sizin ülkenizin ya da hükümetinizin karşı çıktığı dava ve hedef uğruna silahlı mücedele yürütenler teröristtir!Genelgeçer kabul edilen tek bir kıstas var terörle direnişi ayırt etmede kullanılan: hedefin niteliği. Eğer bir örgüt, kasıtlı olarak masum sivil kişi ya da kurumları hedef alıyorsa, terör eylemi gerçekleştirmiş sayılıyor ve ‘terörist örgüt’ olarak kabul ediliyor.Biraz açarsak, ilk koşul, hedefin tam da sivil olduğu için, bilinçli ve plan program dahilinde belirlenmesi. Korkutma, sindirme ya da öldürme amacaylı olabilir bu. Önemli olan kasıt. Çünkü bazı saldırılarda, aslında devlet otoritesini temsil eden ya da uygulayan resmi kişi ve kurumlar hedef alınmasına rağmen, sivil kişi veya kurumlar da zayiat (collateral damage) verebiliyor.İkinci koşul da, söz konusu sivil kişi ya da kurumların hiçbir biçimde süregiden çatışmanın etkin tarafı olmaması. Çünkü her ‘sivil’ ille de ‘masum’ olmayabiliyor (Literatürden sıkça anılan ve üzerinde mutabakat sağlanmış nadir bir örnek vermek gerekirse: 2’nci Dünya Savaşı’nda Nazi işbirlikçisi bir muhbir, eline hiç silah almamış, çoluk çocuğa karışmış, işinde gücünde bir bakkal da olsa, ‘sivil’ sayılmıyor). Hedefin niteliğine ilişkin sağlanmış görünen bu mutabakata karşın yine de direnişin nerde bitip terörizmin nerde başladığını kesin biçimde saptamak zor. Hele hele Hamas gibi bir ‘silahlı örgüt’ün çok ötesinde bir yapı söz konusu edildiğinde ve ‘İsrail işgali’ gerçeği göz önünde bulundurulduğunda tanım getirmek daha da çetrefilleşiyor. Yarın devam edelim...