TESEV: Özel sektör, 'imaj kaygısı' nedeniyle başörtülü kadınlara mesafeli

TESEV: Özel sektör, 'imaj kaygısı' nedeniyle başörtülü kadınlara mesafeli

TESEV'in Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı’nın (TESEV) raporuna göre ‘başörtüsü’ yasağının her alanda devam ettiğini ortaya çıktı. Raporda başörtülü kadınların siyasal kutuplaşmanın bir aracı haline getirildiği, laik kesimdeki algıyı şekillendiren ve çözüme doğru ilerlemeyi engelleyen bazı kalıpların olduğu dile getirildi. Başörtü yasağının özel sektörde de uygulandığına işaret edilen raporda, yasal bir engel olmamasına rağmen işverenlerin başörtülü kadınları 'imaj kaygısı' yüzünden istihdam etmek istemediğine dikkat çekildi.

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) tarafından yayımlanan ’Başörtüsü Yasağına İlişkin Değerlendirme ve Öneriler’ başlıklı raporda çarpıcı tespitlere yer verildi.

Ebru İlhan ve Özge Genç tarafından hazırlanan raporda başörtülü kadınların kamu ve özel sektörde yaşadıkları sıkıntıların azalmadığı ifade edildi. Başörtülü kadınların Türkiye’deki siyasal kutuplaşmanın simgesi hale geldiği vurgulanırken başörtüsü yasağı nedeniyle kadın nüfusunun büyük bir oranının toplumsal hayattan uzaklaştığı belirtildi. Kamusal alanda da başörtülü kadınların varlığının çok fazla hissedilemediği vurgulanırken "Başörtüsü yasağından kaynaklanan ayrımcılıkları ele alırken, başörtüsünün inanç özgürlüğü meselesini aşan bir yönü olduğunu görmek gerekir. Başörtüsü gözle görünür olduğu için ve kadınlar tarafından kullanıldığı için, kadına yönelik ayrımcılıklarla başörtüsüne yönelik ayrımcılıklar birleşerek daha da katmerleşmekte, dahası ayrımcılığa uğrayanların, tıpkı engellilik veya siyahi olmak gibi durumlarda da yaşandığı gibi ayrımcılık yapanlar tarafından kolayca hedef alınmalarına yol açmaktadır" ifadelerine yer verildi.

Bazı fakültelerde derlere alınmıyorlar

Başörtüsü konusunda laik kesimdeki algıyı şekillendiren ve çözüme doğru ilerlemeyi engelleyen kalıpların olduğu ifade edilen raporda yasağı savunanların gerekçesi olarak ’başörtüsünün dini sembol olarak erkek egemenliğini sembolize etmesi ve kadın bedeninin hapsedilmesi" gösterildi. Raporda, 2010 yılından itibaren bazı üniversitelerde başörtülü kadınların kampüslere girmesi önündeki engellerin ’hafiflemesi’ veya ortadan kaldırılmasına karşın, halen bazı üniversitelerde özellikle fakülteler ve dersler bazında yasağın devam ettiği vurgulandı. Başörtülü kadınların milletvekili olamadığı hatırlatılırken şunlar kaydedildi: "Seçim dönemlerinde çalıştıkları partilerden milletvekili veya belediye başkanı adayı olarak gösterildiği örnekler yok denecek kadar azdır. Sonuç olarak, bugünün Türkiyesi'nde başörtüsü-siyasi parti-Meclis ilişkisi hiçbir kesimin mantıklı bir açıklama getiremediği, adeta bir Bermuda Şeytan Üçgeni’ni andırmaktadır."

Örtünmek vicdan işidir, zorla olmaz

Zorla örtünme konusunun da ele alındığı raporda kadınların baskıyla örtünmesi hakkında somut verilerin olmadığının altı çizildi. Zorla örtünenin din, inanç ve vicdan özgürlüğü ilkelerine aykırı davrandığı belirtilirken şöyle denildi: "Herkesin inanç ve vicdan özgürlüğünü savunuyorsak, başörtüsü konusunda da kadınları 'kurtarıcı' bir pozisyon almadan önce, gerçekten şartları ve durumları iyi anlamak gerekmektedir. Türkiye'de ve dünyada çeşitli Müslüman ülkelerde yapılan pek çok araştırmanın gösterdiği gibi, başörtüsü takmanın farklı motivasyonları, farklı nedenleri ve farklı inanç paradigmalarına ilişkin açıklamaları vardır. Bunların hiçbiri, başörtüsü nedeniyle toplumsal hayata katılamayan kadınların durumunun çözümsüzlüğü ve onlara karşı gerçekleştirilen akıl almaz uygulamaların devam etmesi için geçerli bir neden oluşturmamaktadır."

Her alanda yasa devam ediyor

Raporda, 2010 yılından itibaren bazı üniversitelerde başörtülü kadınların kampüslere girmesi önündeki engellerin 'hafiflemesi' veya ortadan kaldırılmasına karşın, halen bazı üniversitelerde özellikle fakülteler ve dersler bazında yasağın devam ettiği vurgulandı. Başörtülü kadınların milletvekili olamadığı hatırlatılırken şunlar kaydedildi:

"Seçim dönemlerinde çalıştıkları partilerden milletvekili veya belediye başkanı adayı olarak gösterildiği örnekler yok denecek kadar azdır. Sonuç olarak, bugünün Türkiye'sinde başörtüsü-siyasi parti-Meclis ilişkisi hiçbir kesimin mantıklı bir açıklama getiremediği, adeta bir Bermuda Şeytan Üçgeni'ni andırmaktadır."

28 Şubat'ta büyük kıyım yapıldı

TESEV raporunda, kamuda uygulanan başörtü yasağında dayanağının 12 Eylül darbesiyle iktidarı devralan Milli Güvenlik Konseyi tarafından hazırlanıp 1982 yılında onaylanan 'Kamu Kurum ve Kuruluşlarında Çalışan Personelin Kılık ve Kıyafetlerine Dair Yönetmelik' olduğu vurgulandı. Yönetmeliğe rağmen 28 Şubat süreci öncesinde Milli Eğitim Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, bazı üniversiteler ve vergi dairelerinde çalışan başörtülü kadınların çalışabildiği kaydedilirken yasakçı uygulamaların devreye girmesiyle ortaya çıkan tablo şu rakamlarla anlatıldı:

"Bu süreçte on bini aşkın öğretmenin istifa etmek zorunda kaldığı, verilen emre itaatsizlikten dolayı 200 üstündeki öğretmen hakkında ceza davası açıldığı ve 3500 öğretmen hakkında işten çıkarma cezası verildiği ifade edilmektedir."

Yönetmelik keyfi uygulandı

Yönetmeliğin 5. Maddesinde 'görev mahallinde baş daima açıktır" ifadesinin bulunduğu belirtildi. Aynı yönetmelikte ayakkabının tarzından, tırnakların, favorilerin, bıyıkların boyuna kadar pek çok detay hükümlere yer verildiğine değinilen raporda, baş örtüsü dışındaki kısıtlamalara dikkat edilmediğine işaret edildi. Raporda, "Yönetmelikteki "baş açık" ifadesi dışındaki tüm ifadelerin genel kılık kıyafet kurallarına ilişkin olması, "baş açık" ifadesinin ise inançlı kesime uygulanan ayrımcılığın yolunu açmakta olmasıdır. Yönetmelik, ayrıca Anayasa'nın 70. maddesinde yer alan "Her Türk kamu hizmetlerine girme hakkına sahiptir. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka hiçbir ayrım gözetilmez" ifadeleriyle çelişmektedir" denildi.

Anayasa'ya rağmen dışlandılar

2011 verilerine göre 2 milyon 300 bin kişinin istihdam edildiği kamu hizmetlisi pozisyonundan Türkiye'nin kadın nüfusunun büyük bir bölümünün dışlandığına işaret edildi. Başörtüsü kullanmada hizmet alma/ verme ayrımının da sadece kadınları ifşa eden ve kadınlar için geçerli bir ayıklama ve dışlama yöntemi olduğu ifade edildi. "Bu önerme üzerinden yapılan siyaset, Türkiye'deki kadın nüfusunun büyük bir bölümünün "kamusal alan" olarak da nitelenen kamu hizmetinden yoksun kalmasına göz yummaktadır. Ayrımcılığın olmadığı bir düzlemde, böyle bir yapay kategoriye ihtiyaç olmayacaktır" denildi.

"İmaj kaygısı" galip geldi

Başörtü yasağının özel sektörde de uygulandığına işaret edilen raporda, yasal bir engel olmamasına rağmen işverenlerin başörtülü kadınları 'imaj kaysgısı' yüzünden istihdam etmek istemediğine dikkat çekildi. Araştırma için görüşülen dindar muhafazakar işverenlerin 28 Şubat sürecinde işletmelerinin hedef alındığını aktararak, 28 Şubat üzerinden 10 yıl geçmesine rağmen 'yeşil sermaye' ve 'rejim karşıtı' olarak damgalanma ihtimalinden ürktükleri belirtildi. Başörtülü kadınlarla evli işverenlerin de, başörtülü kadınlara yönelik haksızlığın farkında olmalarına rağmen bu duruma tepki vermedikleri vurgulandı.

Kapıcılık yönetmeliğine bile girdi

Raporda gündelik hayatta başörtüsüne karşı ayrımcılığa ilişkin çarpıcı örnekler verildi. Üniversitelerde sadece eğitim hakkı elinden alınan başörtülü öğrencilere değil, başörtülü veliler, gazeteciler, araştırmacılar hatta yabancı akademisyenler, uzmanlar ve tüm ziyaretçilere yasak uygulandığı kaydedildi. Ayrımcı yaklaşımın gündelik hayatta değişik şekillerde kendini gösterdiği belirtilen raporda, ayrımcılığın boyutları şu örneklerle anlatıldı: "Başörtülü ziyaretçileri geri çeviren özel oteller ve fabrikalar dahi olmuş, bir apartman yöneticisi, Kapıcılık Hizmet Yönetmeliği'ne kapıcının eşinin başını örtemeyeceğine dair hüküm koyma yetkisini kendisinde görebilmişti."