Kürşat Bumin (Yeni Şafak, 11 Haziran 2012)
CMK 250'de değişiklik bakalım nasıl sonuçlanacak. Bu çerçevede asıl yapılması gerekenin "özel yetkililer"in yetkilerinin sınırlanması değil, bu paralel ağır ceza mahkemelerinin –atası olan- DGM'ler gibi varlıklarına son verilmesidir.
Ancak ortada Terörle Mücadele Kanunu durduğu müddetçe, bu düzenlemenin de toplumun "terörize edilmesi"nin önüne geçebilmesi imkânsız.
"Terör-terörizm-terörist" tanımı daha önce birçok yazıda da belirtmeye çalıştığım gibi zor bir iş. Sadece Türkiye'den söz etmiyorum, bu iş dünyada da zor. Dolayısıyla, bizde Terörle Mücadele Kanunu'nun ilk maddesinde karşımıza çıktığı gibi bu tanımın son derece alaturka (yani "Türk işi") biçimde yapılmış olması bu "tanım sorunu"nu ortadan kaldırmıyor.
Bu "tanım sorunu"na ilişkin Irak'taki eski Amerikan misyonunun şefi (dana sonra büyükelçi) Edward Pekc tarafından dile getirilen çok hoş bir hikaye var. Peck, 1985'de Reagan'ın başkan olduğu dönemde "Task Force"'un başkan yardımcısıyken, kendilerinden her yönetim tarafından kullanılabilecek bir "terörizm" tanımı yapmaları istendiğini söylüyor. Grup istek üzerine 6'ya yakın "terörizm" tanımı taslığı sunuyor. Ancak ne hikmetse öneriler her defasında reddediliyor. Neden acaba? Çünkü önerilen bütün taslaklar eğer dikkatlice incelenince, ABD'nin tanımı yapılan aktivitelerden birisine bulaştığı anlaşılıyor.
Bugün demokrasiler de -özellikle 11 Eylül sonrası ortaya çıkan- "terörizm" konusunda uzmanlaşmış mahkemelerin olduğu doğru. Ancak burada unutulmaması gereken husus, bu mahkemelerin önüne gelen dosyaların bizdeki gibi "Türk işi" bir terör-terörizm tanımından hareket etmiyor olmaları.
Terörle Mücadele Kanunu ciddi biçimde sorgulanması gereken bir nitelik taşıyor. TMK'nın "Terör Tanımı"ndaki en önemli ve en dikkat çeken yanlış, terör ve dolayısıyla terörizmden korumak için özen gösterilenlerin başında "Devlet"in gelmesidir. Kanunun bu tercihi şaşırtıcıdır, çünkü dünyada yapılan tanımlarda terör/terörizmin uyguladığı şiddetin herkesten önce "masum sivil halk"ı hedef aldığı belirtilip bu çerçevede ilerlenirken, Türkiye'de dikkatler "Devletin varlığı"nın korunmasına çevrilmiştir..
İsterseniz gelin, TMK'nın 1. maddesini bu çerçevede bir kere daha (bıkmadan-usanmadan) hatırlayalım:
"Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir."
Maddenin "terör" eylemlerinin hedeflerini nasıl bir öncelik sırasıyla sıraladığına dikkat edelim. Madde, "terör-terörizm" söz konusu olduğunda ilk akla gelmesi gereken zarar görenler hanesini ancak sonuncu cümlecikte hatırlamaktadır. Şunu yani: "kamu düzenini ve genel sağlığı bozmak amacıyla..." Çünkü söylediğim gibi "terör-terörizm"in asıl amacı masum sivil halkı güvensizlik duygusuna sürüklemek ve dolayısıyla kamusal düzenin-barışın bozulmasıdır. Tamam bu amaçlar içinde maddede yer alan "devlet otoritesini zaafa uğratmak" da yer alabilir. Ama bu amacın (yine Madde'de söylendiği gibi) "...veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini..." şeklinde uzatılması doğru değildir, çünkü "devlet otoritesinin zaafa uğramaması" da masum sivil halkın güvenlik duygusunun sarsılmaması için gereklidir. Dolayısıyla "terör tanımı"nda devletin "yıkılması" ya da "ele geçirilmesi" gibi ancak "Savaş" söz konusu olduğunda akla gelebilecek ihtimallerin sıralanması gereksizdir.
Madde 1'e devam edelim: Terör-terörizm gerçekten de -Maddede belirtildiği gibi- "Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek.." amacını-tehlikesini taşıyabilir mi? Bu soruyu karşılaştırmalı olarak cevaplamaya çalışalım: New York - 11 Eylül 2001 sonrasında ABD yetkililerinden bu büyük terör eyleminin ülkenin "Anayasada belirtilen Cumhuriyetin nitelikleri değiştirmek..." türünden bir amaç taşıdığına dair tek bir söz işittik mi? İşitmedik, çünkü binlerce masum sivilin hayatına mal olan bu terör eyleminin söz konusu "nitelikleri" değiştirebileceği yönünde akıl yürütmeye çalışmanın abesle iştigal etmekten başka bir anlamı olmayacaktı. Demek ki terör-terörizmden söz ederken "tanım" doğru yapılmalı ki, bu tanımdan hareketle getirilecek düzenleme ve uygulamalar da bu alanın dışına taşmasın.
Devam edelim: Terör-terörizm gerçekten de –Maddede belirtildiği gibi- "Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak" amacı-tehlikesini taşıyabilir mi? Bu soruya cevaben de "Ne münasebet!" diyeceğim. Çünkü en başta söz konusu "bölünmez-bütünlük" zaten "terör-terörizm" sorunu olmasa da kendi başına demokrasi çerçevesinde son derece yersiz-lüzumsuz kaçan bir yazım hatası taşımaktadır. Demokrasi gelişmiş haliyle asıl olarak "Devlet" ve "Toplum"u ("Millet" yerine bu terimi kullanmak zorundayız artık) tek bir "töz" olmaktan çıkartmaya çalışmak ise –ki öyle- bu şekilde devlet-ülke-toplumun "bölünmez bütünlüğü"nden hâlâ dem vurmak –yeni-anayasada kısmetse- süratle terk edilmesi gereken, bize haklı olarak "totalitarizm"i çağrıştıran bir klişeden ibarettir. Hem söyler misiniz: "Terör-terörizm" bu "bölünmez bütünlüğü" nasıl bozabilir? "Evet tabii ki bozabilir" diyorsanız, bu "bozucu" unsurun siyaset teorisindeki adı başka bir şey değil midir?