TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Mücella Yapıcı, Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından "Yalvarıyorum, deliller düzgün şekilde toplanmadan enkaz kaldırmayın" çağrısını yaptı.
Yapıcı, "Yılda yaklaşık bin projeye imza atan meslektaşlarımız bile var. Oda denetimi de olmadığı için, bu iş dağıtımı büyük bir eşitsizliğe, kontrolsüzlüğe ve kalitesizliğe neden oluyor. Eğitime bakarsan, apartman üniversiteler, hoca desen yok. Mimarlık, mühendislik, plancılık eğitimi ana nosyonlarından kopmuş, çocuklar geometri okumadan mimar oluyor. Meslek etiği mi? O ne? İnsanı hapse attırır. Vaziyet özetle böyle, suçlu kim? Hepimiz..." dedi.
Yapıcı, 6 Şubat'ı kendisi gibi Gezi davası nedeniyle cezaevinde bulunan Çiğdem Mater’in sorularını yanıtladı.
- Hem TMMOB'un hem de bilim insanlarının yıllardır uyardığı, "bile bile" gelen bu depremi, dizlerini döverek karşıladığına şahidim. Süleyman Demirel'in 1999 depreminden "ders çıkardık" dediğini de anımsayarak, dersi çıkardığımızı varsaysak bile, ödevlerimizi yaptık mı?
Bir önceki sorudaki yanıtlarıma dönmeden, tekrara kaçmadan özetlemeye çalışacağım. Affet. Beynim bir haftadır yılların birikiminden, olur olmaz bilgilerin düzensiz bombardımanı altında. Yöntemsel bir sıralamaya sokamıyorum, bir nevi kapalı alanda fikir firarı...
Bu coğrafya deprem derslerini neolitik çağlardan beri alıyor. Mesela Göbeklitepe. En iyi ders 1939 Erzincan Depremi'nden alındı. O nedenle, belki de dünyadaki en ileri afet yasaları hazırlandı. Ardından diğer büyük dersler... Her birinden alınan dersler yazıldı, çizildi, kurallar konuldu, yönetmelikler yenilendi. Ancak, özellikle 1970'lerden itibaren içine girilen neoliberal ekonomik ve ideolojik yeniden yapılanma sonrası kamu idaresi zihniyetinde çok köklü bir değişiklik yapıldı. 1980 darbesi ile, hiçbir altyapı değişikliği yapılmadan ve destekleyici önlemler alınmadan, anti-demokratik yöntemlerle yerleştirilen bu yeni sistem, öncelikle üretim ekonomisinden çok tüketim ekonomisini esas aldı. Kentler ve kırsal araziler, kamunun dahi olsa, inşaata dayalı ekonominin en büyük sermayesi haline geldi. Ayrıca "çılgın" ve "mega" projelerle, uluslararası sermayenin de cazibe merkezi olmak hedeflendi. İktidarlar, iş başında kalabilmek adına bu yeni sermaye grubuyla çok sıkı ilişkiler kurdu. Bugün bahsettiğimiz bütün sermaye çeteleşmeleri o dönemin ideolojisinin sonucudur. Bu arada 1999 depremi yeni bir iş alanı açtı: yıkılan kentler, yıkımı bekleyen yerlerin yarattığı korku, bu sektör ve bilimsel neoliberal ideologlar sayesinde hâlâ son derece yanlış anlamlar yüklenen "kentsel dönüşüm." Aslında "yerleşmelerin güçlendirilmesi, sağlıklaştırılması ve rehabilite edilmesi" anlamında kullanılması gereken bu kavram, yanlış bir tercüme ve anlayışla, yeni inşaat sektörünün elinde adeta "mucize" bir kavram haline getirildi. 1999 depreminden hemen sonra bütün meslek ve bilim insanları tarafından önerilen "ucuz ve hızlı güçlendirme planları ve teknikleri" hızla rafa kaldırıldı. Zaten varolan sıkışık yapılaşma, toplum tarafından da gönül rızasıyla kabul edilen müteahhit kâr paylarıyla, neredeyse on misline katlanarak arttı, semtler, mahalleler yeniden inşa edildi. Genelde de aslolarak rehabilite edilmesi gereken yerler değil, rantı yüksek olan alanlar seçildi. TOKİ çıkarılan yeni kanunlarla kamunun bütün arsa stokların sahip oldu ve bu alanları yeni müteahhitlerin "kâr projelerine" açtı.
Sosyal kiralık konut politikası tamamen terk edildi, 775 sayılı yasa ortadan kaldırıldı. Bütün bu eylemleri rahatça yapabilmek için "deprem" bir bahane olarak kullanıldı, binlerce kanun ve KHK çıkarıldı. Kamu ihale yasası benim bildiğim 195 kere değiştirildi. Devlet Planlama Teşkilatı lağvedilerek ülke planlamasıyla fiziki planlamanın bağı koparıldı. Belediyelerin bütün planlama yetkileri parça parça Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın emrine, daha doğrusu tek bir yetkinin emrine sunuldu. Planlı bölgelerdeki bütün planlar plan değişiklikleriyle delik deşik edildi. Bütün bu olanları anayasal yetkilerini kullanarak hukuk yoluyla engellemeye çalışan meslek odalarının tüm denetim yetkileri ellerinden alınmaya çalışıldı, düşman ve vatan haini ilan edildi. Barolar parçalandı, hukuk bu yeni anlayışa uygun olarak "dönüştürüldü." Bu hukuksal dönüşüm kalkınma raporlarında (mealen, malum cezaevindeyim, tam maddelere erişimim yok) şöyle yer aldı: "Bugün asıl yapılacak iş uluslararası ve yerel sermaye için gerekli kolaylıkları sağlamaktadır. Belediyelerimiz bu anlamda promosyon kuruluşları haline getirilecektir. Hukuk sistemimiz bu yeni duruma göre reforme edilecektir."
-Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı'nın Türkiye'de 6,5 milyon binanın deprem yönetmeliğine uygun olmadığını yakın zamanda söylediğini biliyoruz. Denetlenmiş/denetlenmemiş/meslek odaları tarafından inatla reddedilen imar aflarından yaralanmış binalar yerle bir oldu. Hatalar/ihmaller zincirini proje aşamasından başlayarak nasıl anlatırsın?
%75'i deprem kuşağında olan bir ülkenin planlanması ülke düzeyinden başlayarak yapılır. Nerelerde sanayi, nerelerde yerleşme, ne kadar nüfus? Ardından fiziki planlar gelir. Yerleşme alanlarının coğrafi, jeolojik, topografik, ekolojik yapısının planlar yapılmadan tespit edilmiş olması gerekir. Planlama örgütlerinde artık ne yazık ki jeoloji, orman, ziraat, jeofizik gibi alanların uzmanları yer almıyor. Çok kabaca tespitler var, hoş, bu tespitlere de uyulmuyor. Bu alanlarda eğitim almış bir sürü insan işsiz. Cezaevinde infaz memurluğu yapan bile var.
Bu arada artık hiçbir plan kararı coğrafi, jeolojik, ekolojik ya da sosyal hedefler doğrultusunda alınmıyor. Toprağa "arsa" gözüyle, hatta "fileto alanlar" gözüyle bakan, sermaye emrindeki siyasiler tarafından alınıyor.
Hiç unutmam, Adana bölgesinde yapılacak bir toplu konut için fay meclis kararıyla bir kilometre ötelenmişti. Planlarda yapı yasağı olan alanlar, plan değişiklikleriyle yapılaşmaya açılıyor, bu yasal oluyor. Bir de bu alanlara yapılan devasa kaçak yapılar var. Bunlar aflarla yasallaşıp planlara işleniyor. Planlama aşamasında en büyük sorun çevre kanunu gereği özellikle büyük yatırımlar için hazırlanması gereken ÇED raporlarının yatırımcı şirketler tarafından yaptırılması. Tam da bu aşamada meslek etiğini yitirmiş, üst düzey meslek insanlarının bahaneleri ve düzmece raporları devreye gidiyor. Tüm meslek odaları ve STK'lar tarafından açılan davalar "yürütmeyi durdurma" kararları alınmadan devam ettiriliyor. Bu öylesine önemli bir hukuk sorunu ki, bugün otuz binleri geçen can kayıpları ve yüz binlerce yapının yerle bir oluşunun ana sorumluları bu ellerindeki uzman raporlarına rağmen yürütmeyi durdurmayan yargı yetkilileri.
Zaten akabinde bu sakıncalı planlar ve yatırımlar devreye gidiyor, inşaatlar bitiyor, ardından plan iptal ediliyor. Ama yapılan yapılmış, o siteler, binalar "milli servet" kapsamına girmiş. Sulukule, Tarlabaşı, Hasankeyf, Üçüncü Köprü, üçüncü havaalanı, Kanal İstanbul'un yapılaşmaya açılan çevresi, Hatay Havaalanı, Akkuyu, Sinop, Zorlu Center, Galataport, örnek çok.
Düşünün ki, bu ülkenin ecdadının en kıymetli belgeleri, Osmanlı arşivleri Kağıthane Deresi'ne taşındı. Depreme falan gerek yok, zaten su basıyor. Neden? Çünkü arşiv binasını otel yaptılar, Osmanlı arşivlerine bu muamele yapılırken, ne bekliyoruz ki?
Şunu kesin olarak biliyoruz: 2018 İmar Barışı ile Türkiye'de on milyon kadar yapı, deprem bölgesinde 294 bin yapı, kaçak olmasına hatta bazılarında yıkım kararlarına rağmen yasallaştırıldı. Ruhsat aldı.
Denetim deyince, herkesin aklına yapı yapılırkenki ya da bittikten sonraki denetim geliyor. Bu aşama da elbette çok önemli ama zeminle ilişkisini doğru kurmayan, mimari ve insani kurgusu ki buna elektrik ve mekanik projeleri de dahil, depremin sismolojik etkilerini göz önüne almayan, mimari ve statik tasarımlarla inşa edilmemiş projeler yana yatmaya, zemine batmaya, yıkılmaya mahkûmdur. Hem diğer depremlerde hem de bu depremde binlerce örneğini gördük, tespit ettik, raporlar yayınladık. Mimarlar Odası, makine, inşaat ve elektrik mühendisleri odaları meslek denetim uygulamalarını sürdürür, bütün meslektaşlarımızın projelerini denetlerken iktidar tarafından bu yetkiler elimizden alındı. Proje denetimleri yapı denetim bürolarına bırakıldı. TMMOB'a bağlı odaların raporlarına bakılsın. Mecliste bu yasaya oy vermiş olanlar, onlara tek tek iletilmiş olan raporları lütfen yeniden okusunlar ve vicdanlarını dönüştürsünler.
Bu arada biz TMMOB Mimarlar Odası olarak 1995'ten bu yana mesleki denetim de, çevre etki değerlendirme de yapıyoruz. Her ilde, uzman akademisyenler, ilgili odalar ve denetim mimarlarından oluşan Çevre Etki Değerlendirme Danışma Kurulları var, ben de İstanbul Danışma Kurulu sekreteriyim şu anda.
Taksim Meydanı'ndan dolgu alanlarına, bize denetime gelen her binanın ÇED raporları var. Hazırladığımız bu raporları başta ilgili bakanlıklara, belediyelere, mal sahiplerine, basına, her yere iletiyoruz. Yani su testisini yola çıkmadan korumaya çalışıyoruz.
Böylece, hem meslektaşlarımız hem de belediyeler, ileride çıkabilecek sorunlara karşı kendilerini garantiye almış oluyor, hata varsa da proje safhasında düzeltebiliyor.
Merkezi yönetimin bütün engellemelerine karşın, protokol yaptığımız büyün belediyelerle bu çok önemli denetimleri yürütüyoruz. Ancak, sanırım iş yoğunluğundan olacak, tutuklandığım sırada hâlâ İBB ile merkezi bir protokol imzalama imkânımız olmadı. Eğer olsaydı, bütün ilçe belediyeleriyle bir protokol yapmış olurduk. Umarım ben buradayken yapılmıştır.
Eskiden kamu kurumunda çalışan meslektaşlarımızın odalara üye olması zorunlu iken 80 darbesi sonrası bu zorunluluk kaldırıldı. Gerek proje gerekse yapım sürecinde kamu yapıları denetim dışı bırakıldı, buna TOKİ'ler de dahil. Artık emirle plan, proje, talimatla yapı yapılıyor.
Bu sorun acilen çözümlenmeli. Müteahhitler bu çarpık sistemin sadece tetikçileri ve yiyicileri. (İşini doğru yapan müteahhitlerin iç huzurunun daim olmasını dilerim.)
İnşaat sürecinde ise tüm malzeme kararlarının ve iş programlarının inşaat öncesi hazır olması gerekir. İşini bilen, ekonomik ve sosyal güvenceye sahip teknik elemanlar ve inşaat işçilerinden ekip kurulur. Bu ekiplerin yönetimi teknik, uygulama ve şantiye sorumluları tarafından (mühendis veya mimar) yürütülür. Şantiye şefliği yönetmeliğinde bir değişiklik yapılarak teknikerlerin ve inşaatla ilgisi olmayan meslek dallarından olanların da şantiye şefliği yapmasına olanak tanındı.
Mimarların yapının telif haklarından doğan mesleki kontrolörlük hakları vardır. Ancak yeni denetim yönetmeliğiyle, bu yetkiler parasını müteahhitten alan yapı denetimcilere devredildi.
Böyle bir büyük enkazdan, bu sefer "ders çıkarmak" için nelere dikkat etmemiz, nasıl ilerlememiz gerekiyor?
Size çok çarpıcı bir örnek vereyim. AKM'nin onaylanan ilk restorasyon projesi durdurulup başka bir yapımcıya verildiğinde içeride bazı müdahaleler yapıldığını duyan bizler ve projenin mimarı M. Tabanlıoğlu binaya sokulmadık. İşin komiği sevgili Eyüp ve ben Taksim Meydanı'nda, polis korumasında basın açıklaması yaptık çünkü her türlü güçlendirme projesi ve finansmanı hazır olan AKM'nin yıkılması isteniyordu. Şimdi de adı aynı kaldı diye alkış tutuyoruz. Siz AKM'de artan inşaat metrekaresinin ve kültürün özelleştirilmesinin ve ziyan edilen kamu kaynağının farkında mısınız?
Keşke elimde belgelerim olsa da, size tek tek bu yapıların plan, proje ve yapım öykülerini anlatabilsem. Umarım çok geç olmadan bu imkânı bulurum. Yaş 72 ama olsun, bizim kuşak sağlam çıktı.
Demem o ki, inşaat yapmak öyle kolay bir iş değildir, hele çözümü ilkokul mezunu bile olması gerekmeyen "müteahhitten" bekliyorsanız. Kolay gelsin canım halkım. Duymadın bizi ya da duyuramadık sesimizi.
Daha fazla anlatamayacağım, zaten bunları herkes biliyor, benimki iç dökmesi. Ben konuşurken can kaybımız otuz bini geçti, hâlâ göçük altında binlerce insanımız ve hayvanımız var. Susuyorum.
Ama şunu söyleyeceğim, yapılacak her şey madde madde belli. İnsan, sağlık, eğitim ve aslında her konuda TMMOB, TTB, barolar, KESK, DİSK, belediyeler, üniversitelerin raporlarını ve tedbirlerini derhal yürürlüğe koyun.
Yalvarıyorum, hiçbir ihmalin cezasız kalmaması için savcılar ve avukatlar, meslek odaları, meslek insanları ve kamu görevlilerinden oluşmuş ekipler olmadan, deliller düzgün şekilde toplanmadan enkaz kaldırmayın.
Ayrıca, milyonlarca ton inşaat molozunun nereye döküleceğini herhalde planlamıştır sistem, zira bölgeye yapmayı umduğunuz yapıların kat sayılarını bile ilan ettiniz, mutlaka ihale falan da yapıyorsunuzdur.
Bu alanları derhal ilan edin, yeni bir çevre katliamına neden olmayın. Siz iyisi mi, derhal ama derhal görevlerinizi etik insanlara terk edip gidin, gidin, gidin! Hemen, derhal, şimdi, şu anda yapılacak en önemli, en acil, en faydalı eylem bu olur.
İçim acıyor, beynim susmuyor. Özür dileriz çocuklar!