T24 - Demokrat Yargı Derneği Başkanı son krizi değerlendirirken “YSK kendisini tapu dairesi zannediyor” dedi. Ertekin, kendisini eleştiren liberal demokratları ise ‘çiğlikle’ suçladı. Demokrat Yargı Derneği Başkanı Ertekin’e göre yeni HSYK da genişletilmiş MGK gibi...
Demokrat Yargı Derneği Başkanı Orhan Gazi Ertekin, son olarak eski Başkan Osman Can’a yönelik, “Yeni Vural Savaş” benzetmesiyle gündeme geldi. Ertekin, YSK’nın bağımsız adaylara yönelik kararını eleştirirken liberal demokratları daha da kızdıracak sözler sarf etti. Ertekin, Ergenekon soruşturmasından, yeni HSYK’ya kadar çarpıcı açıklamalarda bulundu.Vatan gazetesinde yer alan söyleşi şöyle: YSK’nın bağımsız adaylarla ilgili ilk kararı Türkiye’yi karıştırdı. Sizce siyasi miydi? YSK, HSYK seçim sürecinde de Anayasa değişikliğini çok yanlış yorumladı. Adalet Bakanlığı ne istediyse ona uygun karar aldı. Komik bir durum ama YSK’nın kararını yüksek yargının hukukla ilişkisinin zayıflığına bağlıyorum. Bu kadar komik gerekçelerle karar verirseniz problemli bir durum ortaya çıkar. Karar Türkiye’deki yargı geleneğinin tipik bir tezahürü. 'Tipik tezahür'le neyi kast ediyorsunuz? YSK’nın içinde bulunduğu yer; hukukla seçim, demokrasi, siyaset arasındaki ilişkidir. Faaliyet yürüttüğünüz yerin ruhuna uygun farklılıkları, çeşitlilikleri göz önüne alan, demokratik katılımı artıracak hukuksal bir yorum geleneği oluşturmanız lazım. Ama YSK’nın mevcut bakış açısında böyle bir algı yok. Tipik bir devlet dairesi olduklarını zannediyorlar. Zannedersiniz tapu dairesi! ‘Şu belge eksik, olmaz’ diyor. Oysa siz hakimsiniz. Hakim, hukukun matematik olarak aktarıcılığını yapan kişi değildir, faaliyet yürüttüğü alanın ruhuna uygun olarak yorum geliştirmek zorundadır. Karar her açıdan problemliydi. Hukuk devlet iradesi değildir. Hukuku yaratırken, uygularken topluma bakacaksınız. 'YSK tepkilere direnemedi ve geri adım attı ama sonucu ağır oldu' Dünyanın hiçbir yerinde toplumun genel eğilimin tersine bir hukuk kararı verilememiştir. ABD yargıcı önce ‘beyazlarla siyahlar farkılıdır’ demiştir. Sonra durum değişmiş ve ‘Irklar eşittir’ demiştirÖ İlk kez bu YSK kararıyla bir şeyi gördük: Toplum hukukun tarafı olmadığı sürece yukardakiler kendinden menkul kararlar vermeye devam ederler. Oysa bu neredeyse tarihi bir adımdır ve tarihçilerin yazması gerekiyor. YSK 100 yıllık geleneğini ‘Kardeşim, canım ne isterse yaparım’ diye başımıza vuruyor, sonra toplum devreye giriyor ve haddini bildiriyor. Gerçek hukukun ne olduğunu öğretiyor. Toplumun içinde yer almadığı hiçbir mahkeme- Ergenekon dahil- hiçbir hukuk alanı, ciddi olarak işlemez. Eski HSYK’yla ilgili ilginç değerlendirmeler yapmıştınız. Yeni HSYK’yı nasıl tanımlıyorsunuz?Yeni HSYK’nın çok ilginç bir yapısı var. Eski HSYK’yı Milli Güvenlik Konseyi olarak nitelemiştim. Şimdiki ise “Genişletilmiş Milli Güvenlik Kurulu”. Farkı nedir? Aynı militarist zihniyet devam ediyor. Askeri 5’linin içine sivil birkaç montaj yapılmış. Diğer fark, eski HSYK otoriterdi. Bir karar aldığında, ‘Canım böyle istiyor, onay beklemiyorum’ diyordu. Şimdiki bir karar alıyor, tabana dönüp, ‘Alkışlayın beni’ diyor. Eğer bir faaliyette bulunuyorsanız, toplumu buna katmıyorsanız otoriterliktir. Ama faaliyette bulunup, toplumdan mutlaka onay istiyorsanız bu totalitarizmdir. Evinize girip refleksinizi belirlemeye çalışıyorsa daha tehlikeli bir sürece gidiyoruz demektir. Eski HSYK’nın biraz taşralı bir havası vardı. İnsani farklılıklar belli olurdu. Hemşerilik, dinsel paylaşmalar, beşeri yakınlaşmalar...Bunlar HSYK faaliyetleri üretilirken insani bir derinleşme, çeşitlenme yaratırdı. Şimdiki yapıda bunu göremiyor musunuz? Şimdi adeta makine gibi çalışıyor. Yargıtay ve Danıştay’a üye seçerken 4 bin kişi içinden 160 kişiye aniden odaklanabiliyorlar. HSYK değil radar mübarek. Korkunç bir şey. Fazlasıyla kurgu, plan, makine özelliği sergiliyor. Bundan korkmak lazım. Çok garip bir biçimde neredeyse tanrısal bir seçim yapılıyor. 12 Eylül darbecileri için davalar açılıyor. Bir sonucu olur mu? Türkiye’de iki büyük perspektif var: Birincisi geleneksel, yüksek yargıdaki Kemalist, aydınlanmacı hukuksal yorum geleneği. Bu perspektifte askere dönük soruşturma geleneği yoktur. Çok nadir olarak emekli olduğunda görürsünüz. İlk defa son 7-8 yıl içinde -Ferhat Sarıkaya ilk, Ergenekon devamıdır- askerin de fail olduğu anlaşılmaya başladı. Özellikle özel yetkili mahkemelerde biriken yeni adli perspektifin ilk anda bu yöndeki faaliyetleri umut verici. Fakat bu adli perspektif maalesef hukuk devleti, demokrasi nosyonu bakımından ilkinden ciddi bir farka sahip değil. Liberaller güvenilir olmaktan çıktı Sizin deyişinizle ‘24 Mart muhtırası’ yani Şık’ın kitabıyla ilgili karara gelelim. 27 Nisan’dan farklı görmediğinizi yazdınız. Fark görmüyorum. Bu bize ‘Muhtıralı demokrasi’ geleneğini taşıyor. Bir yandan ‘bizim demokrasimiz var’ diyeceksiniz, diğer yandan “Doğru demokrasiyi biz öğretiriz” diyeceksiniz. Doğruyu baştan bilen birilerinin diğer kesimlere öğrettiği 100 yıllık siyasi tarihimizde muhtıralar, darbelerle karşı karşıya kaldık. 24 Mart kararı bunun siyasi geleneğimiz içinde ortaya çıktığı tipik olaylardan bir tanesi. Yani bunu yeni bir şeymiş gibi, hükümetin bir problemiymiş gibi görmek politik körlüktür. Türkiye’de iktidar budur. Mevcut iktidar kendisine farklı ve yeni bir gelenek üretmek yerine, yargı içindeki yeni adli perspektif de yeni, özgürlükçü bir adli gelenek üretmek yerine eski geleneğin aynısını bu kez farklı kesimlere uygulamakla meşgul. Yani güç kimdeyse söz sahibi o oluyor... İktidarın dar ve kaba bir iktidar algısı var. İktidara ‘Sahibi kim?’ diye bakarsanız, o iktidarın yaptıklarını demokrat olarak sorgulamazsınız. Belli kesimler için bu soruya cevap: Bizimkiler yaptıysa doğru, karşı taraf yaptıysa zinhar yanlıştır. Şuan tam da o cinnet anındayız. Son yazınızla liberalleri kızdırdınız. Osman Can’a ‘Yeni Vural Savaş’ dediniz... Bu kesimlerle aramızdaki demokrasi ufku yönünden fark, ilk olarak HSYK seçimlerinde ortaya çıkmıştı. Osman Can diye bir derdim de kalmadı benim. Referandumda omuz omuzayken seçimde neden güvenilir olmaktan çıktılar? Liberal demokratların vesayet, bürokrasi analizlerine bakarsanız o analizlerin hepsi HSYK seçimlerinde kendi tutarlı politik karşılıklarını bulmak zorundaydı. Ama bulmadı. Liberal demokratlar Türk iktidar analizinde bürokrasiyi ve vesayet meselesini ana hedef haline getirdiler. Oysa HSYK seçimlerini, bu söylem üzerinden değerlendirdiğinizde sayısız problem çıkıyordu. Seçim tam da bürokrasinin göbeğinde, vesayetin çok daha ötesinde yaşandı. Son 10 yıllık politik mesailerini bu meseleleri analiz ederek geçiren Ahmet Altan gibi aydınların bu gelişmeler karşısında entellektüel güvenilirlikleri için söz söylemeleri gerekirdi. O anda söz sarf etmiyorsanız sizin politik işlevselliğiniz sorgulanmaya başlar. Ses gelmeyince sorgulamaya başladınız... Evet. O andan itibaren ayrışma başladı. Türkiye’de liberal demokratların yeni iktidar dönüşümüne nezaret edemeyecek kadar zayıf, hükümet karşısında çok eğreti durdukları, hükümetin politik eylemlerini sorgulayamadıkları, doğru analiz edemedikleri görüldü. Hükümet bürokratik araçları, vesayeti üstlendiği halde bunu entelektüel olarak göremedikleri ortaya çıktı. Sadece komik ve garip bir biçimde ‘Bakın vesayete karşı zafer kazanılıyor’ sakızını hala çiğniyor olmaları şüphe doğuruyordu. 'Öz’ün arkasında özel yetkili mahkemelerle ayrı bir iktidar var'-Zekeriya Öz’ün terfisini ya da bir bakıma geri çekilmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?Zekeriya Öz’ü herkes bir tür ‘küçük yargıç’(*) gibi değerlendiriyor. Fransa’daki adıyla ‘Kızıl Yargıçlar’ toplumun çok değişik kesimlerden güç alırlar. Bu toplumsal öbekler orta sınıf, küçük burjuvalar olur. Bu kesimlerin “Böyle adalet olur mu?” sözlerinin karşılığını bulduğu yerler küçük ve kızıl yargıçlardır. Öz, küçük bir yargıç değil. Ergenekon davasını çıkaran Zekeriya Öz değil. Ortaya çıkaran özel yetkili mahkemelerdeki, yeni adli perspektifin, yeni bir ideolojik siyasi gücün örgütlenmesidir. -Öz olmasa da Ergenekon yine çıkacaktı yani? Evet, olacaktı. Öz’ün yerine konulacak yüzlerce özel yetkili hakim, savcı var. Ama batıdaki küçük yargıç hareketinde biri gittiğinde yerine yenisi konulamazdı. Birden ortaya çıkan, zorluklar karşısında yılmayan, toplumun geniş kesimlerinden destek alan yargıçlardı. Eğer öyle olsaydı Zekeriya Öz’ün gidişi ciddi bir sorun yaratabilirdi. Ama şimdi sorun yaratmaz. Çünkü Zekeriya Öz o büyük buzdağının sadece küçük görünen bir yüzü. Altında özel yetkili mahkemelerle, ikinci büyük iktidar var. O ikinci büyük iktidar sayesinde bu dava ayakta kalmıştır. -Batı’daki hareketten farkı toplumsal destek gibi görünüyor... Farkı Türkiye’de toplumun çeşitli kesimlerinin birbirinden kategorik olarak ayrılmış olması. Bu toplumun çok çeşitli kesimlerinden güç ve meşruiyet alan bir dava değil. Bu bir derin devlet davası olmak yerine hükümetin darbecilerle, orduyla hesabının görüldüğü bir şeye dönüşüyor. Daha da ötesi bir cemaatin hesabının görüldüğü yere gidiyor. Derin devlet davalarının en ilginç yanı -çoğu insan failleri zanneder ama - müştekileridir. Davanın kimliğini belirleyen budur. Davaya bakarken, “Ahmet Şık, Nedim Şener neden Veli Küçük’le aynı dosyada?” diye sorulur. Ama asıl soru ‘Müşteki kim?’dir. Bunu sorduğunuz anda bütün bu isimlerin aynı dosyada neden beraber olduğunu anlarız. -Ergenekon’un müştekiler bölümünde kim yazıyor? Hükümet ve cemaat. Cemaat daha öne çıkıyor. Hükümetin bile geride kaldığı bir derin devlet davası Türkiye tarihi okuması yapan birisi açısından hakikaten çok komiktir. Derin devlet davasında Kürtlerden, devrimci örgütlerden, gayri müslümlerden bahsetmeliyiz. Tarihi bir derin devlet davasında giderek müştekinin hükümeti aşacak bir şekilde cemaat olması çoğu kişiyi güldürür. -Toplum neredeyse tüm davalara genel bir güvensizlik duyuyor galiba... Osmanlı hukukunda hoş bir müessese var: Şuhud-ül Hal. Halk şahitleri demek. Mahkeme yapılırken halktan iki kişi orada bulunuyor ve kararın altına imza atıyorlar. Şuna şahitlik yapıyorlar: “Bu yargılama olağan koşullarda yapıldı. Hiç kimse hakimin kulağına fısıldamadı. İki tarafın haklarına riayet edildi, baskı olmadı.” Bizim bütün davalarda şuhud-ül hal’e ihtiyacımız var. YSK da, Ergenekon da dahil tüm davalarda ihtiyacımız var. 'Yeni liberaller çok çiğ'-Emre Aköz demokrasi yorumunuzu eleştirdi, ortaya “militan demokrasi” polemiği çıktıMilitan demokrasi sözü Vural Savaş’la tanınmıştır. Özü şudur: Demokrasiyi savunmasız bırakamayız. Ahmet Şık sonrası tartışmalara bakarsanız muhafazakar ve dindar kesimlerde en çok söylenen şu: Demokrasi sahipsiz mi kalacak? Korkunç bir şey. Karşımda Vural Savaş’ı görüyorum. Biz yüz yıldır bunu dinledik zaten. Aköz’ün tepkisi bu oldu: Demokrasiyi sahipsiz mi bırakacağız? Bence bu sözü söyleyenlerin siyasal acemilikleri, yüzeysellikleri buradan kaynaklanıyor. Bari yeni bir iktidar, yeni bir döneme geçiyorsunuz daha farklı ifade etmeye çalışın. Beni en çok düşündüren şey, liberal demokratların çiğlikleri. Geçmiştekiler biraz daha okumuşlardı, algıları güçlüydü. Şimdikilerde müthiş bir çiğlik var. “Demokrasi kendi düşmanlarına karşı korunmalıdır” sözü aslında, “Demokrasi düşmanlarına farklı bir hukuki sistem uygulanmalıdır, olağan sistemin dışında olağanüstü bir hukuka evrilebiliriz” sözünün bir başka biçimde anlatımıdır. Bunu liberal siyaset literatürü içinde ifade edecek sayısız şey var. Ama üretemiyorlar. Geçmişteki sloganların aynısını, çok düşünmeden kullanıyorlar. 'Cihaner ‘küçük yargıçtır’ -CHP’den aday olan İlhan Cihaner Jitem’e dava açtığında bir kesim için kahramandı. Ama şimdi Ergenekoncu suçlaması yapılıyor? İlhan Cihaner’in, Türk yargı tarihinde kendine mahsus isimlerden biri olduğunu düşünüyorum. Farklı bir zamanda olsaydık Cihaner, küçük yargıç olarak karşımıza çıkardı. Türkiye’de küçük yargıç, kızıl yargıç arıyorsanız onun ismi İlhan Cihaner’dir. Hukukçuluğu çok iyidir. Yargıya katacağı çok şey olduğunu düşünüyordum. Ama CHP’de de bir geleceği var. Türk siyasetinin daha faklı bakış açılarına, daha melez bakış açılarına ihtiyacı var ve İlhan Cihaner odur. Siyasete de farklı, demokratik tavır getirecek insanlardan biri. Cihaner bence ne Vural Savaş ne Kanadoğlu’dur.