"Totaliteryanizm sizin boyun eğmenizle yetinmez, onu sevmenizi ister, itaati asıl buradan çıkarır"

"Totaliteryanizm sizin boyun eğmenizle yetinmez, onu sevmenizi ister, itaati asıl buradan çıkarır"

Cumhuriyet yazarı Tayfun Atay, 'AMC Studios' yapımı 'The Walking Dead' dizisine atıfta bulunarak "Totaliteryanizm sizin boyun eğmenizle yetinmez. Bu, onun için hiçbir şeydir. O, onu sevmenizi ister. İtaati asıl buradan çıkarır. O yüzden yıllarca reddedip direndiğiniz bir iktidar karşısında onun üst üste kazanımlarıyla yılgınlığa düşüp artık huyuna-suyuna gitseniz de. Sahip olduğunuz her şeyi, araçlarınızı, kapılarınızı, ekranlarınızı, sayfalarınızı onun emrine, temsilcilerine, yarenlerine açsanız da. İltifatlar yağdırıp, açılışlara davet edip, fahri diplomalara boğsanız da. Yetmeyecektir. Totaliteryanizm sizden daha fazlasını, ona kalben bağlanmanızı, onu ruhen sevmenizi isteyecektir. Onda erimenizi isteyecektir. Çünkü o, aynen Winston’ın Büyük Birader’e düşünsel olarak boyun eğdiği halde gerçekte içten içe nefret duyduğu gibi, sizin de ondan nefret ettiğinizi bilir. Dolayısıyla boyun eğmek adına ne yaparsanız yapın, yetmez. Ta ki siz onu 'içtenlikle' sevene kadar" dedi.

Tayfun Atay'ın "İtaat operasyonları" başlığıyla yayımlanan (26 Ekim 2016) yazısı şöyle:

İktidara mutlak rızaya insanı ikna etmenin en korkunç tasvirlerinden biri, belki de birincisi, George Orwell’in “1984” romanında karşımıza çıkar.

Totaliteryanizmin “sinir sistemi”nin nasıl işlediğini dehşet bir ustalıkla sergilediği politik bilimkurgusunda Orwell, toplumun kendisinde “eridiği” Büyük Birader’e itaatin boyun eğmeyle değil ancak “sevme”yle makbul olabildiğini anlatır bize.

Bu bakımdan romanın finali unutulmazdır: İktidara tâbilik noktasında zihnen ikna olmuşsa da ruhen, duygusal olarak hâlâ direnen Winston, yüzüne dayanmış bir kafesin kapağı açıldığında gözlerine “dalacak” aç fareler karşısında bu direnişten nihayet vazgeçer. Teslim olur. Totaliter bir yönetim altında sürdürdüğü karanlık, umarsız ve umutsuz hayatın içinde ona tek ümit ışığı oluşturmuş sevgilisini (Julia) “satarak” iktidara zihnen tâbi olduğu kadar ruhen de “bağlı” olma noktasına gelir.

***

Bir insanın edimi ve zihniyle olduğu kadar kalbiyle de iktidara itaatine ilişkin en karakteristik kurgusal örnek düne kadar buydu benim için.

Ama bu hafta başı 7’nci sezonuna merhaba dediğimiz fantastik korku-bilimkurgu dizisi “The Walking Dead” (Yürüyen Ölüler), “1984”ün finalindeki bu “itaat operasyonu”nu bile bastıracak mahiyette bir içeriği önüme koydu.

İzlememiş olanlar için (onlara izlemelerini şiddetle tavsiye ederek) kısa bir tanıtım yapalım: Bilimsel bir yanlışlık sonucu yayılmış virüs nedeniyle ölmüş insanların et-yiyici zombilere dönüştüğü, insan soyunun da neredeyse tükenme noktasında olduğu bir “zombi kıyameti”nin hikâyesi TWD. Ama esas vurgusu, böylesi zombileşmiş bir dünyada dahi insana en büyük tehdit ve tehlikenin yine kendisinden geldiği; insanların bu koşulda bile birbirlerine yaptıkları karşısında zombilerin masum kaldığı!..

***

Yeni sezon, öncekinde bıraktığımız yerden dehşet bir başlangıç yaptı. 6 sezondur özdeşleştiğimiz kahramanlarımız, grup halinde şimdiye kadar karşılarına çıkanlardan çok daha korkunç bir çetenin ve onun gaddarlıkta eşine rastlanması neredeyse imkânsız lideri Negan’ın (Jeffrey Dean Morgan) elindedir.

Negan, ucuna dikenli tel sarılmış “Lucille” adlı beysbol sopasıyla grubun gözleri önünde iki arkadaşlarının kafasını parçalar, beyinlerini toprağa yapıştırır. Sonra da grubumuzun lideri Rick’i (Andrew Lincoln) alıp onu kendisine mutlak itaat yolunda “ameliyat”a tâbi tutmak üzere karavana atarak zombilerin kaynadığı bir yere götürür.

Ayrıntısına girmeyelim, Negan sonuçta Rick’i düşünsel olarak kendisine boyun eğmeye “ikna eder” ve çetenin grubu elinde tuttuğu ormana geri dönerler. Rick’i sürükleyerek ortaya getiren Negan, onun zihnen itaati “öğrenmiş” olsa da yüzündeki ifadeye bakılırsa hâlâ “kalben” direnişte olduğunu görmektedir. Bunu ifade eder:

“Niye yaptık bu kısa yolculuğu, hiç düşündün mü? Benim yüzüme bakışını değiştirmek için. Ama hâlâ bana aynı şekilde bakmaya devam ediyorsun, sanki hayatının içine etmişim gibi… Böyle gitmez.”

Bu, bize “1984”te Büyük Birader’e mutlak itaatini sağlama yolunda Winston’ı “ameliyat”a tâbi tutan O’Brien’ın şu sözlerini hatırlatır:

“Sende gelişme görüyorum. Düşünsel açıdan pek az kusurun kaldı. Ama duygusal açıdan gelişme gösteremedin. Büyük Birader’i sevmelisin. Ona boyun eğmek yeterli değil, sevmelisin onu.”

***

Bu noktadan sonra Winston için “operasyon”nun yeni safhası, yüzüne saldırmaya can atan aç farelerin bulunduğu “101 No’lu Oda” ise;

Rick için de “operasyon”un yeni safhası, oğlu Carl’ın (Chandler Riggs) kolunu balta ile kesmek ya da tüm grup arkadaşlarının infazını izlemektir. Tabii kolu kesmezse sonrasında Negan, “Lucille” ile küçük Carl’ın da kafasını toprağa yapıştıracaktır.

6 sezon boyunca bir kuvvet, cesaret ve irade abidesi olarak izlediğimiz Rick’i ilk kez acınacak derecede aciz, çaresiz ve zavallı halde bir çocuk gibi zırıl zırıl ağlarken izleriz! Bu halde, oğlunun kolunu kesmek için baltayı kaldırmışken Negan yanaşır ve onu artık zihnen olduğu kadar kalben de itaate ikna olduğu noktada durdurur. Rick’in suratına bakar, artık kendisine karşı o önceki bakıştan eser kalmadığını görür ve:

“İşte, görmek istediğim bakış bu” der.

Operasyon tamamlanmıştır!..

***

Totaliteryanizm sizin boyun eğmenizle yetinmez. Bu, onun için hiçbir şeydir.

O, onu sevmenizi ister. İtaati asıl buradan çıkarır.

O yüzden yıllarca reddedip direndiğiniz bir iktidar karşısında onun üst üste kazanımlarıyla yılgınlığa düşüp artık huyuna-suyuna gitseniz de…

Sahip olduğunuz her şeyi, araçlarınızı, kapılarınızı, ekranlarınızı, sayfalarınızı onun emrine, temsilcilerine, yarenlerine açsanız da…

İltifatlar yağdırıp, açılışlara davet edip, fahri diplomalara boğsanız da…

Yetmeyecektir.

Totaliteryanizm sizden daha fazlasını, ona kalben bağlanmanızı, onu ruhen sevmenizi isteyecektir.

Onda erimenizi isteyecektir.

Çünkü o, aynen Winston’ın Büyük Birader’e düşünsel olarak boyun eğdiği halde gerçekte içten içe nefret duyduğu gibi, sizin de ondan nefret ettiğinizi bilir.

Dolayısıyla boyun eğmek adına ne yaparsanız yapın, yetmez.

Ta ki siz onu “içtenlikle” sevene kadar…

 

 

 

 

 

 

 

 

İktidara mutlak rızaya insanı ikna etmenin en korkunç tasvirlerinden biri, belki de birincisi, George Orwell’in “1984” romanında karşımıza çıkar.

Totaliteryanizmin “sinir sistemi”nin nasıl işlediğini dehşet bir ustalıkla sergilediği politik bilimkurgusunda Orwell, toplumun kendisinde “eridiği” Büyük Birader’e itaatin boyun eğmeyle değil ancak “sevme”yle makbul olabildiğini anlatır bize.

Bu bakımdan romanın finali unutulmazdır: İktidara tâbilik noktasında zihnen ikna olmuşsa da ruhen, duygusal olarak hâlâ direnen Winston, yüzüne dayanmış bir kafesin kapağı açıldığında gözlerine “dalacak” aç fareler karşısında bu direnişten nihayet vazgeçer. Teslim olur. Totaliter bir yönetim altında sürdürdüğü karanlık, umarsız ve umutsuz hayatın içinde ona tek ümit ışığı oluşturmuş sevgilisini (Julia) “satarak” iktidara zihnen tâbi olduğu kadar ruhen de “bağlı” olma noktasına gelir.

***

Bir insanın edimi ve zihniyle olduğu kadar kalbiyle de iktidara itaatine ilişkin en karakteristik kurgusal örnek düne kadar buydu benim için.

Ama bu hafta başı 7’nci sezonuna merhaba dediğimiz fantastik korku-bilimkurgu dizisi “The Walking Dead” (Yürüyen Ölüler), “1984”ün finalindeki bu “itaat operasyonu”nu bile bastıracak mahiyette bir içeriği önüme koydu.

İzlememiş olanlar için (onlara izlemelerini şiddetle tavsiye ederek) kısa bir tanıtım yapalım: Bilimsel bir yanlışlık sonucu yayılmış virüs nedeniyle ölmüş insanların et-yiyici zombilere dönüştüğü, insan soyunun da neredeyse tükenme noktasında olduğu bir “zombi kıyameti”nin hikâyesi TWD. Ama esas vurgusu, böylesi zombileşmiş bir dünyada dahi insana en büyük tehdit ve tehlikenin yine kendisinden geldiği; insanların bu koşulda bile birbirlerine yaptıkları karşısında zombilerin masum kaldığı!..

***

Yeni sezon, öncekinde bıraktığımız yerden dehşet bir başlangıç yaptı. 6 sezondur özdeşleştiğimiz kahramanlarımız, grup halinde şimdiye kadar karşılarına çıkanlardan çok daha korkunç bir çetenin ve onun gaddarlıkta eşine rastlanması neredeyse imkânsız lideri Negan’ın (Jeffrey Dean Morgan) elindedir.

Negan, ucuna dikenli tel sarılmış “Lucille” adlı beysbol sopasıyla grubun gözleri önünde iki arkadaşlarının kafasını parçalar, beyinlerini toprağa yapıştırır. Sonra da grubumuzun lideri Rick’i (Andrew Lincoln) alıp onu kendisine mutlak itaat yolunda “ameliyat”a tâbi tutmak üzere karavana atarak zombilerin kaynadığı bir yere götürür.

Ayrıntısına girmeyelim, Negan sonuçta Rick’i düşünsel olarak kendisine boyun eğmeye “ikna eder” ve çetenin grubu elinde tuttuğu ormana geri dönerler. Rick’i sürükleyerek ortaya getiren Negan, onun zihnen itaati “öğrenmiş” olsa da yüzündeki ifadeye bakılırsa hâlâ “kalben” direnişte olduğunu görmektedir. Bunu ifade eder:

“Niye yaptık bu kısa yolculuğu, hiç düşündün mü? Benim yüzüme bakışını değiştirmek için. Ama hâlâ bana aynı şekilde bakmaya devam ediyorsun, sanki hayatının içine etmişim gibi… Böyle gitmez.”

Bu, bize “1984”te Büyük Birader’e mutlak itaatini sağlama yolunda Winston’ı “ameliyat”a tâbi tutan O’Brien’ın şu sözlerini hatırlatır:

“Sende gelişme görüyorum. Düşünsel açıdan pek az kusurun kaldı. Ama duygusal açıdan gelişme gösteremedin. Büyük Birader’i sevmelisin. Ona boyun eğmek yeterli değil, sevmelisin onu.”

***

Bu noktadan sonra Winston için “operasyon”nun yeni safhası, yüzüne saldırmaya can atan aç farelerin bulunduğu “101 No’lu Oda” ise;

Rick için de “operasyon”un yeni safhası, oğlu Carl’ın (Chandler Riggs) kolunu balta ile kesmek ya da tüm grup arkadaşlarının infazını izlemektir. Tabii kolu kesmezse sonrasında Negan, “Lucille” ile küçük Carl’ın da kafasını toprağa yapıştıracaktır.

6 sezon boyunca bir kuvvet, cesaret ve irade abidesi olarak izlediğimiz Rick’i ilk kez acınacak derecede aciz, çaresiz ve zavallı halde bir çocuk gibi zırıl zırıl ağlarken izleriz! Bu halde, oğlunun kolunu kesmek için baltayı kaldırmışken Negan yanaşır ve onu artık zihnen olduğu kadar kalben de itaate ikna olduğu noktada durdurur. Rick’in suratına bakar, artık kendisine karşı o önceki bakıştan eser kalmadığını görür ve:

“İşte, görmek istediğim bakış bu” der.

Operasyon tamamlanmıştır!..

***

Totaliteryanizm sizin boyun eğmenizle yetinmez. Bu, onun için hiçbir şeydir.

O, onu sevmenizi ister. İtaati asıl buradan çıkarır.

O yüzden yıllarca reddedip direndiğiniz bir iktidar karşısında onun üst üste kazanımlarıyla yılgınlığa düşüp artık huyuna-suyuna gitseniz de…

Sahip olduğunuz her şeyi, araçlarınızı, kapılarınızı, ekranlarınızı, sayfalarınızı onun emrine, temsilcilerine, yarenlerine açsanız da…

İltifatlar yağdırıp, açılışlara davet edip, fahri diplomalara boğsanız da…

Yetmeyecektir.

Totaliteryanizm sizden daha fazlasını, ona kalben bağlanmanızı, onu ruhen sevmenizi isteyecektir.

Onda erimenizi isteyecektir.

Çünkü o, aynen Winston’ın Büyük Birader’e düşünsel olarak boyun eğdiği halde gerçekte içten içe nefret duyduğu gibi, sizin de ondan nefret ettiğinizi bilir.

Dolayısıyla boyun eğmek adına ne yaparsanız yapın, yetmez.

Ta ki siz onu “içtenlikle” sevene kadar…