Haydar Ergülen*
Radikal Kitap (9 Ocak 2015)
Şiirinin ‘trajik’ olmadığını Ece Ayhan söylemişti. Hayattayken ve yüz yüze. Birbirlerinin arkasından da konuşmazlardı zaten, bildiğim, duyduğum ve tanık olduğum kadarıyla. Cemal Süreya’nın Ece Ayhan’a bu hususta yanıtı ne olmuştu ya da bir yanıtı olmuş muydu, hatırlamıyorum. Bazen de böyledir diye düşünüyorum şimdi. Cemal Süreya’nın ölümünün ardından yirmi beş yıl geçti. Ve bana kalırsa trajik olan da gerçekleşti. Hani şu şiirinde olmadığı söylenen trajik. Benim de, bazen de böyledir dediğim şey.
Bazı yarımları başka yarımlar sürdürür, tamamlar. Yarım kalan bir aşkı şiir sürdürür ya da yarım bir şiiri bir aşk tamamlar. Şiirle aşk birbirlerinin yerine geçebilen şeyler değil midir? Öyleyse ‘yarım’ kalan, bırakılan şeylere üzülmenin de gereği yoktur. Sürdürülen, tamamlanan yarımlarsa her zaman güzel, olumlu şeyleri işaret etmeyebilir. Trajik gibi.
Trajik. Şiirde olması istenen, yoksa aranan, bulunamazsa eleştirilen ve hatta şairin bundan ötürü suçlandığı şey. Trajiğin yok mu derdin var! Galiba günümüzde ‘şiirin bir derdi olmalı’ cümlesiyle ima edilen de bu. Şiir trajik değilse, yeteri kadar değilse, derdi de yok gibiyse, omurgasızlıktan tutun kemiksizliğe kadar, adeta ‘dönek’lik anlamında kullanılan pek çok suçlamayla karşılaşabilir. Şiirde trajik duygusu, âdeta şiirin poetik gerilimiymiş gibi yorumlanıyor, ve yoksa şiir sıkıcı, ruhsuz, cansız, anlamsız, gevşek, sıradan, duygusuz ve en sonunda da duyarlıktan yoksun bir söz oyunundan ibaretmiş işlemi görüyor.
Cemal Süreya’nın şiiri için böyle bir şey söylenebilir mi? Asla. Onun şiiri tam tersine trajik yoğunluğu dışa vuran ya da onu bir polisiye romanda ya da serüven romanında olduğu gibi sürükleyici kılan kimi trüklere başvuran bir şiir değil.Trajik olan bazen sözcüklerle karşılanır çünkü şiirde, bazen de sesle. Şiirde anlatılan, dile getirilen konu veya tema da trajik duygusunu sağlayabilir, nadiren de olsa ‘duygucu’ şiirler de çok ‘trajik’ özellik taşıyan şiirlermiş izlenimini uyandırabilir. Şiirde trajik olanı, anlatıda gerilimle karıştırmak ya da karşılaştırmak. Bazen de böyle olabilir. Ama Cemal Süreya örneğinde olan daha özel bir trajedi. Cemal Süreya’nın yaşadığı, ama belki de unutmak ve unutturmak istediği bir trajedi. Ece Ayhan’ın da vurguladığı bu olmalı: Dersim 1938.
Trajik olan da bu olmalı.Trajedinin gereğince ve yeterince dile getirilmemiş, yazılmamış olması değil midir asıl trajik olan? Cemal Süreya’nın kimi yazılarında, sözgelimi yaşamını anlatırken başvurduğu metaforlarla (tarihöncesi köpekler, kamyon, askerler, yolculuk, göç vb.) dile getirdiği trajedi şiirlerinde kayıtlı değildir.
Bu hususta özellikle son yıllarda hayli yazıldı, tartışıldı, belki konuşulması gereken şeylerden biri de şu olmalıydı, Dersim 1938’le ilgili kayıtlar bundan yirmi beş otuz yıl önce henüz şimdiki gibi açığa çıkmamıştı ve çok sakıncalı bir konuydu. Sol Kemalist gelenekten bir şair olarak Cemal Süreya, bu konuyu çok merak etse de kurcalamak, daha kapsamlı bilgilere erişmek de istememiş olabilir. Şimdi olsaydı ne düşünürdü, doğrusu bunu kestirmek güç. Güç ama, şunu da unutmamak lazım: Trajik olan bazen trajedinin farkına varmamaksa, bunu da yalnızca Cemal Süreya örneğiyle daraltmak ve trajik yoksunluğunu buna bağlamak da yanlış bir tutum. Bazen herkesin, ve elbette şairlerin trajiği de bu olabilir. İstenirse her düşünceden, görüşten, inançtan şair için de trajik-trajedi bağlantısında kopuk duran anılar, olaylar, yaşantılar fazlasıyla bulunabilir.
Evet Cemal Süreya bu trajediyi, yaşı çok küçük olduğu için de, altı yedi yaşlarındadır, yaşamış ama taşımamış, taşıyamamış da olabilir. Bazen şairin de bir kekemenin dilinin çözülmesine benzer bir dil çözülmesine uğradığı haller vardır. Sanırım Cemal Süreya da ölümüne az bir zaman kala dil çözülmesine ya da dil açılmasına uğramıştı, ama bunu daha çok dillendirmeye yeterince zamanı olmadı.
Unutulmaması gereken bir şey daha var: Kimlik sorunu. Kimlikler üzerinden siyaset yapmak ya da konuşmak. Cemal Süreya 1990’da öldü. Yani tam bir ‘şövalye’ tavrıyla ve Turgut Özal’a ‘birlikte intihar etme’ önerisinde bulunduktan sonra. Şimdi hepimiz Süreya’yı trajedisine yeterince sahip çıkmamakla ya da en azından bunu şiirlerinde de dile getirmemekle suçluyoruz. Yani ona daha ‘gözükara’ bir tavır göstermediği için hafiften bozulup kırılıyoruz. Yalnız Dersim 1938 için mi, hayır, Alevi meselesinde de böyle. Aleviliğini birkaç şiirindeki Ali, Hasan, Hüseyin motifleri ve “Kalın Abdal” şiiri dışında yeterince vurgulamadığı, açık etmediği için de, kimliğine sahip çıkmayan bir şair olarak değerlendiriyoruz zaman zaman.
İyi de kimlik meselesinin şimdiki gibi gündemde olmadığı, konuşulmadığı yirmi beş yıl öncesinden ve erken ölmüş bir şairden söz ediyoruz. Üstelik o şair, sol Kemalist ve sosyalist olduğunu hem beyan etmiş, hem de yazılarıyla, gazete yazılarıyla açıkça belli etmiş bir şairdir.Fransızcadan çevirdiği kitaplar arasında sosyalist klasikler, sosyal mücadelelerin tarihi, toplumcu romanlar çoğunluktadır, çevirdiği şairlere ve felsefecilere baktığımızda da böyle olduğunu görürüz.
Fakat başka bir trajik var. Cemal Süreya, ölümünden sonra yapıtının kıymeti hak ettiği gibi bilinmiş, okur katında özellikle şiiriyle yaygınlaşmış, büyük bir kitleye ulaşmış, son yıllarda sosyal medyanın da katkısıyla, bir şair için, bu büyük bir şair bile olsa, öngörülebilir olanın ötesinde ve üstünde okurla buluşmuş bir şairdir. Elbette bir şairin ölümünden sonra özellikle, yaşayacak en önemli mirası yapıtlarıdır. Cemal Süreya’nın, bugünkü duruma bakarak, gelecekte de en çok okunan ve sosyal medyada da en çok ‘paylaşılan’ şairlerden olacağı kuşkusuzdur. Ne var ki Cemal Süreya’ya sahip çıkma hususunda sorunlar olduğu açıktır. Bunların başında da hiç kuşkusuz en önemlisi adına konulan şiir ödülüdür. Behçet Necatigil Şiir Ödülü, Sait Faik Hikaye Armağanı uzun yıllardır düzenli bir biçimde sürdürülürken, yakın zamanlarda oluşturulan Metin Altıok Ödülü, ayrıca Arkadaş Z. Özger şiir ödülleri de benzer biçimde ilerlerken, Cemal Süreya Şiir Ödülü’nün bir türlü istenen bir etkinliğe ulaşamamış ve gerekli etkiyi sağlayamamış olması düşündürücüdür. Cemal Süreya gibi yol açıcı bir şairin ve deneme ustasının, yapıtının akademi ve edebiyat çevrelerinde de başta ödül olmak üzere, çeşitli yayınlar, sempozyumlar ve başka etkinliklerle desteklenmesi, incelenmesi, değerlendirilmesi için şimdi tam zamanıdır. Yoksa şiirinde mevcut olmadığı söylenen trajediyi, ölümünden sonra şaire yaşatmak gibi hem ironik hem trajik hem de daha beteri trajikomik bir durum, sorun, olay gündeme gelebilir.
9 Ocak 1990’daki ölümünün ardından geçen yirmi beş yılda daha da çok büyüyen bir şiirin büyük şairi sevgili Cemal abiyi sevgiyle ve özlemle anıyorum.
Bu yazı Radikal Kitap'ta yayımlanmıştır.