ABD Başkanı Donald Trump, İslam'ın bir din olduğuna inanıyor mu?
Son derece net olan bu soru geçen hafta bir radyo söyleşisinde Trump'ın yardımcılarından Sebastian Gorka'ya soruldu.
Gorka'nın yanıtı netlikten olabildiğince uzaktı:
"Mesele İslam'ın bir din olup olmaması değil. Mesele İslami terörizm. Bu tehdit konusunda dürüst olmalıyız. Bu konuyu Obama yönetiminin yaptığı gibi gözardı edemeyiz".
Tamam ama Trump'a göre İslam bir din mi?
Gorka, ikinci defa sorulan bu soruyu "Bunu kendisine sorsanız daha iyi olur" diye yanıtladı ve ekledi:
"Bu, son 18 ayda Trump'ın ağzından çıkan her şeyin yanlış okuması olurdu".
Trump'ın ve en yakınındaki isimlerin son 1,5 yıldaki yorumlarına baktığımızda ise iş daha da karmaşıklaşıyor.
Sıklıkla "radikal İslami terörizme" karşı uyarılarda bulunan Donald Trump, bu terimi kullanmayı reddeden eski başkan Barack Obama'nın tam tersi bir çizgi izliyor.
Trump, Obama ve Hillary Clinton'u Irak Şam İslam Devleti'nin (IŞİD) kurucusu olmakla suçlamış, Irak'ta ölen Müslüman bir ABD askerinin ailesiyle laf dalaşına girmiş, Müslümanların ülkeye girişinin yasaklanması ve ülkedeki Müslümanların da yakından izlenmesi gerektiğini söylemişti.
Muhalifler, bunların Trump'un politikalarının merkezinde yatan İslam karşıtı mizacı gösterdiğini söylüyor.
Detroit Üniversitesi Profesörü Khaled Baydoun, "2016 başkanlık kampanyası, başından sonuna kadar, İslamofobinin hiçbir zaman olmadığı derecede canlı, güçlü ve etkili olduğunu gösterdi" diyor ve ekliyor:
"İslam'ı günah keçisi ilan etmesi ve Müslümanları kötülemesi sadece bir kampanya mesajı olmanın ötesinde Donald Trump için seçimi kazanma stratejisiydi."
Trump bu yargıları dağıtmak için pek de bir şey yapmadı.
"İslam'ın bizden nefret ettiğini düşünüyorum" demişti Mart 2016'daki bir söyleşisinde.
Bazen de daha dikkatli bir dil kullanarak İslam'a inanan 1,6 milyar insanla "kötü ve tehlikeli" olmalarının yanı sıra Müslüman olma özelliği taşıyan az sayıdaki insan arasında bir ayrım yaptı.
2015'te "Müslümanları çok seviyorum. Bence mükemmel insanlar" demişti.
ABD Başkanı'nın kabinesinin başkanın görüşlerini yansıttığını varsayarsak, Trump'ın kabinesinde bu konuda farklı düşünenlerin olması da, Trump'ın bugüne kadar yaptığı çelişkili açıklamaları yansıtması nedeniyle sürpriz olmaz.
Bir tarafta Trump'ın Müslüman karşıtı söylemine katılan ve sesi daha gür çıkan danışmanları bulunuyor.
Bunlar arasında Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn, üst düzey danışmanı Steve Bannon ve Adalet Bakanı Adayı Jeff Sessions yer alıyor.
Örneğin Flynn, İslam'ı "din olma kisvesi ardına gizlenmiş siyasi bir ideoloji" olarak tanımlamıştı. Gorka'ya geçen hafta söyleşide o sorunun sorulmasının nedeni de Flynn'in bu açıklamasıydı.
Michael Flynn İslam'ı "kötü niyetli bir tümöre" benzetmiş, Twitter hesabında da Müslümanlar'dan korkmanın rasyonel bir şey olduğunu yazmıştı.
Trump'ın kampanyasında görev almadan önce sağcı bir internet sitesi olan Breitbart'ı yöneten Steve Bannon ise İslam'ı "dünyadaki en radikal din" olarak tanımlamış ve ülkedeki Müslümanların "ABD'de beşinci kol faaliyeti yürüttüğünü" söylemişti.
Trump'ın göçmen politikalarının mimarı kabul edilen Jeff Sessions ise daha düşük tonlu bir eleştiri getirmişti:
"Ortada İslam içinde çok etkili olmadığını umduğum zehirli bir ideoloji var. Müslümanların çoğunun bu vahşi, cihatçı yaklaşıma katılmadığı kesin."
Beyaz Saray'da daha soğukkanlı insanlar da var. ABD'nin İslam dünyasında müttefiklere ihtiyacı olduğunu savunan Savunma Bakanı James Mattis, cihatçı grupların gerçek Müslüman olmadığını söylemişti.
Trump yönetimine dâhil olmadan önce Mattis de, Başkan Yardımcısı Mike Pence ve diğer pek çok Cumhuriyetçi gibi Müslümanların ülkeye girişinin yasaklanmasına karşı çıkıyordu.
"Böyle bir adım şu anda büyük bir zarar verir ve uluslararası sistemde şok dalgaları yayar" demişti Mattis.
Daha önce Müslüman ABD askerleriyle birlikte savaştığını da anlatmıştı.
Trump'ın Özel Kalem Müdürü Reince Priebus ise Müslümanların fişlenmeyeceğini söylemiş ve daha yumuşak açıklamalar yapmıştı.
"Bu dinin bazı problemli özellikleri var" demişti bir konuşmasında, "Ama bu dinin tamamını kapsamaz".
Donald Trump döneminde Beyaz Saray'ın Müslümanlara karşı tutumu, akademik bir ilgi alanından ibaret değil.
Trump karşıtları, nüfuslarının büyük çoğunluğu Müslüman 7 ülkeye karşı uygulanan seyahat yasağına karşı açtıkları davalarda Trump ve kabinesindeki diğer isimlerin düşmanca söyleminin, yasağın anayasaya aykırı bir şekilde Müslümanları hedef aldığının kanıtı olduğu savını öne sürüyor.
Önceki başkanlar, bir yandan Müslüman uluslara karşı savaşlar yürütürken diğer yandan da bunu dengelemek için İslam'la hiçbir sorunları olmadığını söylerdi.
ABD'nin 43. başkanı George Bush, 11 Eylül 2001'de New York'ta Dünya Ticaret Merkezi'ne yönelik saldırının ardından "Terör, İslam'ın gerçek yüzü değildir. İslam'ın bununla alakası yok, İslam barış dinidir" demiş, sonrasında ise ABD Müslüman ülkeler Afganistan ve Irak'ı işgal etmişti.
Bush'un halefi Barack Obama da benzer yorumlar yapmış, "Kendimizi, bizimle aynı şeyleri arzulayan, düzen, barış ve refah isteyen ve Müslümanların yüzde 99.9'unu oluşturan insanlarla birlikte konumlandırmamız lazım" demişti.
Obama sonra sadece 2016 yılında Suriye, Irak, Afganistan, Libya, Yemen, Somali ve Pakistan gibi Müslüman ülkelere 26 binden fazla bomba atılmasını emretmişti.
Seleflerinin aksine Donald Trump'ın, yaptıklarının üstünü örtecek bir söylemi olmayacak.
Başkanlığı döneminde gerçekleştireceği eylemler, kendisinin ve danışmanlarının eski açıklamalarını hatırlatacak.
Seyahat yasağına gösterilen öfkeli tepki yalnızca bir örnekti - ve kesinlikle son örnek olmayacak.