Trump'ın Kudüs kararı: Orta Doğu'da barışı öldürmek için mükemmel zamanlama

Trump'ın Kudüs kararı: Orta Doğu'da barışı öldürmek için mükemmel zamanlama

ABD Başkanı Donald Trump dünya kamuoyunun önemli bir kısmını karşısına alarak Tel Aviv'deki Amerikan Büyükelçiliğinin Kudüs'e taşınmasına karar verdi.

Aslında Trump seleflerinin yerine getirmekten kaçındığı ve Kudüs'ü İsrail'in başkenti sayan yasayı hayata geçirmiş oldu. Kongre'den 1995'te geçen yasanın uygulaması, her altı ayda bir, başkanın imzaladığı feragatnameyle erteleniyordu.

Önceki Başkan Barack Obama da 2008'de Yahudi kuruluşu AIPAC'taki konuşmasında "Kudüs, İsrail'in başkenti olarak kalacaktır ve bölünmeden kalmalıdır" demişti.

Başkanların yasayı dondurmalarının nedeni Amerikan çıkarlarının tehlikeye gireceği, Arap-İslam dünyasıyla ilişkilerin bozulacağı ve barış sürecinin sekteye uğrayacağına yönelik kaygılardı.

Trump'ın ziyadesiyle kışkırtıcı olan böyle bir adımı atmasında elbette "Önce Amerika" sloganıyla ABD'nin klasik dış ilişkilerdeki yerini umursamayan 'sıra dışı liderlik' anlayışının payı var.

Fakat kendi Dışişleri ve Savunma Bakanlarının da karşı çıktığı bu adımın sıra dışı liderliğin ötesinde 'delilik' ya da 'çılgınlığa' tekabül eden tarafları var.

İsrail'e Doğu Kudüs dahil 1967'de işgal ettiği topraklardan çekilmesi çağrısı yapan Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararlarını hiçe sayan bu adım kuşkusuz BM dahil uluslararası aktörler nezdinde bir dirençle karşılaşacaktır.

Bunun yanı sıra bu adımın BM'nin desteklediği iki devletli çözüm planının öldürülmesi, pek çok ülkeye yayılmış Filistinli mültecilerin dönüş umudunun hepten son bulması, olası çözümde Filistin'e başkent olarak kurgulanan Doğu Kudüs'teki Filistinlilerin yok edilmesi, burada yaşayan ve vatandaşlığı bulunmayan 300 bin Filistinlinin kaderinin belirsizliğe bırakılması, Batı Şeria'nın neredeyse yüzde 60'ını teşkil eden yasadışı kolonilerin meşrulaştırılması, güvenlik duvarlarıyla Filistinlilere dayatılan 'apartheid' rejiminin sürmesi, bu tür bir umutsuzluk ve çaresizlik ortamında (Hamas'ın ifadesiyle) 'cehennemin kapılarının açılması', Filistin lideri Mahmud Abbas'ın dediği gibi 'radikal örgütlere zemin sunulması' ve geniş coğrafyalarda şiddetin kışkırtılması gibi yakıcı ve yıkıcı sonuçları olabilir.

Trump birçok şeyi ateşe atma pahasına bu tür bir adımı neden attı ve bundan ne umuyor?

Filistin tarafında Trump'ın bu kararından sonra ABD'nin arabuluculuk rolünü yitirdiğini düşünenler de var.

Fakat yaşamak için yardımlara bağımlı hale gelen ve Ramallah'tan çıkmaları bile İsrailli bir çavuşun iznine bağlı olan Filistinli liderler kendilerini o denli çaresiz duruma soktu ki; birkaç ay sonra ABD'nin rolünü sorgulayacak durumda bile olamayabilirler.

Ayrıca bu yorumlar, İsrailli liderlerin gerçek bir barışı düşünmekten alıkoyan keyfiliklerini, her koşulda İsrail'i koruma ve kollama taahhüdüne bağlı olan Amerikan başkanlarına borçlu olduğu gerçeğini de görmezden geliyor.

Bu öfkeden yeni bir intifada çıkar mı çıkmaz mı, şimdiden kestirmek zor.

Ama bildiğimiz şey şu: Bu adım İslam ülkelerinin birbirine girdiği, mezhep gerilimlerinin tırmandırıldığı, Filistinli direniş unsurlarının zayıfladığı, Gazze'yi tekeline alan Hamas ile Batı Şeria'ya hükmeden El Fetih arasında gerçekleşen zoraki barışa rağmen Filistin Yönetimi'nin kadük olmaktan kurtulamadığı ve İsrail'in Arap dünyasından müttefikler bulduğu bir süreçte geldi.

Dün Filistin konusunda Arap Birliği'ni sürükleme kapasitesi olan ülkeler bugün kendi dertleriyle meşgul: 2011'den beri Suriye yanıyor, NATO müdahalesi ve silahlı isyan sonrası Libya bitti, Irak Amerikan işgalinden beri cehennemde, Sudan bölündü, Arap isyanlarının çıkış yeri Tunus ve Mısır hala belini doğrultamadı.

Pek çok yerde Sünni-Şii gerilimi inanılmaz boyutlara taşındı. Yemen İran destekli unsurları temizleme adına iki yıldır Suudi Arabistan'ın başını çektiği koalisyonun ateşi altında.

İran'a karşı Sünni cephe yaratmak istenirken Müslüman Kardeşler'in destekçisi Katar yüzünden Sünni koalisyon birbirine girdi. Filistinlilerin sözcülüğüne ve Katar ile Müslüman Kardeşler'in hamiliğine soyunan Türkiye bu ülkelerin birçoğuyla sorunlu hale geldi.

İran düşmanlığı Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Bahreyn gibi ülkeleri İsrail'le ortak paydada buluşturdu.

Bu şekilde birbirini törpüleyen bu coğrafyadan Birinci ve İkinci İntifada sırasında olduğu gibi Filistin davasına güçlü bir destek çıkar mı? Tepkiler sel olsa da sonuç getirecek ortak duruşun şekillenmesi zor.

Hatta iddia o ki; Suudi Arabistan'da ipleri eline alan Veliaht Prens Muhammed bin Selman, BAE'nin yönlendirmesiyle İsrail'le anlaştı; Kushner'le görüşmesinden sonra Mahmud Abbas'ı Kudüs ve mültecilerin dönüş hakkını unutan, Batı Şeria'daki Yahudi yerleşimlerine dokunmayan, Doğu Kudüs yerine kentin dışındaki Abu Dis'i başkent yapan bir çözüm önerisini kabul etmesi için markaja aldı.

Abbas'a "Kabul etmen için iki vaktin var, yoksa yerini başkası alır" mesajı verildi.

Körfez'de birçok etkili yazar ve gazetecinin son zamanlarda Filistinlileri 'baş belası' ve Filistin davasını 'yük' olarak gören, mültecileri ve Kudüs'ü de Allah'a havale eden yorumların artması bu gizli anlaşmaya bağlanıyor.

Direniş cephesinde de durum kötü: Suriye krizi sırasında Şam-Tahran ekseninden çıkıp Katar ve Türkiye ile saf tutan Hamas en kötü dönemini yaşıyor. Lübnan'daki Hizbullah ise fazlasıyla Suriye'de meşgul ve bu dönemde ateşin Lübnan'a sıçramaması konusunda bir dikkat söz konusu.

Filistinli Hıristiyanlar da son derece tepkili ama bu tepki caydırıcı bir etki yaratmıyor. Kudüs'ten ikisi patrik ve sekizi başpiskopos 13 dini lider, karar öncesi Trump'a mektup yazıp çözüm bulunmadan Kudüs'ü İsrail'in başkenti yapmanın onarılamaz sonuçları olacağı uyarısında bulundu. Trump bunları da dinlemedi.

Belli ki Trump, Körfez'de İran karşıtlığı ile satın aldığı uyumlu pozisyondan ve Arap-İslam aleminin bir araya gelmesi imkansız halinden cesaret alıyor.

Trump tepkilerin köpük gibi bir süre sonra sönümleneceğini düşünüyor olabilir. Fakat burası Orta Doğu; asla söylenmemesi gereken şey "Yok, bu olmaz" sözüdür.

Burası bütün senaryolara açık bir coğrafya. Epey zamandan beri hakim örgüt ve liderlerden bağımsız olarak kendini gösteren bir dip dalga var.

Başsız ve örgütsüz gençler ve çocuklarla köpüren bu dalganın nasıl çarpacağını öngörmek zor.