T24 yazarı Oya Baydar'ın da kurucuları arasında yer aldığı Türkiye Sosyalist İşçi Partisi'nin kurulduğu 1974’den, kapandığı 1990’a kadar genel başkanlık görevini yürüten ve daha sonra yaşamını Bodrum’da sürdüren Ahmet Kaçmaz, bu sabah çoklu organ yetmezliği nedeniyle yaşamını yitirdi.
Muğla'nın Bodrum ilçesine bağlı Akyarlar Mahallesi'nde eşi Gülsin Kaçmaz ile birlikte yaşayan Türkiye Sosyalist İşçi Partisi (TSİP) kurucusu ve 16 yıl süresince genel başkanlığını yapan 83 yaşındaki Ahmet Kaçmaz yaklaşık iki hafta önce evinde fenalaşarak özel bir hastaneye kaldırılmıştı.Böbrek ve kalp yetmezliği nedeniyle durumunun ağırlaştığı belirtilen Kaçmaz'ın yoğun bakım ünitesinde tedavi görüyordu.
Kaçmaz bu sabaha karşı 08.00'de hastanede yaşamını yitirdi. Kaçmaz'ın aile dostlarından Hikmet Yıldız "Bir zamanların Türk siyasetine önemli hizmetleri bulunan çok değerli ve önemli bir insanı kaybetmenin acısını yaşıyoruz. Kaçmaz'ı çok sevdiği ve son yıllarını geçirdiği Akyarlar Mahallesi'ndeki Kemer Mezarlığı'nda yarın öğle saatlerinde son yolculuğuna uğurlayacağız" dedi.
TSİP'ten arkadaşları, yoğun bakımda tedavisi süren Ahmet Kaçmaz'ı, "Marksizmi kendi kaynağından okuyacak kadar yabancı dile hakim ve en iyi bilenlerdendi. Çok iyi bir entelektüel, müziksever, şiir ve edebiyat okuru ve sporcuydu" sözleriyle anlattı.
Aile, baba tarafından Dağıstan kökenli. Soyadını aldıkları “Kaçmaz / Haçmaz” bölgesi şu anda Azarbeycan’ın kuzeydoğusunda, Hazar Denizi kıyısında bir vilayet. Babası Nedim Kaçmaz DDY’de görevli mühendis iken 1979 seçimlerinde TSİP’in senatör adaylarından oldu. Kaçmaz, Gültin Kaçmaz’la evli, çocuğu yok.
1960 yılında İTÜ İnşaat Fakültesinden Yüksek İnşaat Mühendisi unvanı ile mezun oldu. İnşaat Mühendisleri Odası’na üye oldu ve 1960’lı yıllarda “Zemin Mekaniği” üzerine uzmanlığını geliştirdi. Kitaplar ve broşürler hazırladı. Ankara’da Devlet Su İşlerinde daha sonra İstanbul’da özel sektörde, STFA’da çalıştı.
1960’lı yıllarda TİP’e üye oldu, Ankara-Altındağ ilçe örgütünde ilçe yönetim kurulu başkanlığı yaptı. 12 Mart döneminde TSİP’in kuruluş çalışmalarına katıldı.
1974’ten, 1990’a başkanlık yürüttü. Kurulduğu günden beri TİP-TKP ve diğer sosyalist hareketlerle “Birlik” politikasını öne sürdü ve ısrarlı takipçisi oldu.
1979 yılında yapılan TSİP'in Beşinci kuruluş yıldönümü etkinliği
TSİP’in önde gelen özelliği bilimsel sosyalist öğretiye titizlikle sahip çıkmak ve ideolojik çalışmaya ısrarla önem vermek oldu. TSİP tercüme programlara karşı yerli olmaya, ona uygun program ve siyasetler geliştirmeye çalıştı. O dönemde partilerin öne sürdüğü öncü parti, tek parti anlayışlarını reddetti. 1990 sonrasın da birlik hedefi doğrultusunda Sosyalist Birlik Partisinin bileşenlerinden biri oldu.
TSİP’in resmi yayın organları olan İlke, Kitle, Gerçek’te pek çok yazısı yayımlandı. 1986 sonrası yayınlanan Görüş dergisinde Ahmet Kaçmaz ve müstear adı olan Sabahattin Kerim adıyla yazılarına devam etti. TSİP yayınlarından “Yaşasın Sosyalizm” ve “İleri Demokrasi ve Türkiye” başlıklı kitapları yayınlandı.
Ahmet Kaçmaz, 1989 yılında Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisinin 7. Cildi için yazdığı yazıda 16 yıl boyunca başkanlığını yaptığı TSİP hakkında şöyle diyor: “...inanıyorum ki, çalışan insanlar açısından TSİP için tarihin hükmü negatif
olmayacak. Başka türlü söylersem, ileride insanlarımız ‘TSİP olmasaydı daha iyi olurdu’ demeyecekler. TSİP varlığının ne derece önemli olduğuna gelince... Emekçi halkımızın bahtını karartacak ciddi yanılgılara düşmediğimiz kanısındayım.”
Ahmet Kaçmaz, 1960-1980 yılları arasında var olan parti liderleri arasında, Marksizmi kendi kaynağından okuyacak kadar yabancı dile hakim ve en iyi bilenlerdendi. Çok iyi bir entelektüel, müziksever, şiir ve edebiyat okuru ve sporcuydu. Görüş Dergisi’nde kendi özel yaşamına dair bir soru üzerine şöyle diyordu:
“Kendimden bahsetmekten hoşlanmam. Kaldı ki, “bir kimse hakkındaki düşüncemiz onun kendisi hakkında ne düşündüğüne dayanmaz.” İnsan sosyal bir yaratık olduğuna göre toplumsal olarak nasıl görüyorsanız öyleyimdir. Örneğin yine teknik öğrenimden geçmiş bir başka politikacının, Turgut Özal’ın, “bende kültür yok diyemezsiniz... Çok roman okumuşumdur...
Tarihe de fevkalade merakım vardır... Ben Red Kit’de okurum başka şey de. Arabesk de dinlerim klasik müzik de. Bende fevkalade klasik şeyler vardır...
1987 yılında İKP Venedik İl Örgütü önünde
Enrico Coruzo’nun plakları da dahil olmak üzere bütün senfoniler, konçertolar, bunların çoğunu bilirim. Sonra şiire de fevkalade meraklıyım... ben kendim de şiir yazarım.” (Nokta, 28 Eylül 1986) türünden sözleri neyi değiştiriyor? Dahası bu sözler Turgut Özal hakkındaki genel kanaati daha da pekiştirmiyor mu?
Marx’ın kızlarına göre, babalarının özdeyişi, Terentius’un şu sözleri imiş: “İnsanım, insana dair hiçbir şey bana yabancı değildir.” Gereğini yerine getirdiğimi söyleyemem ama bu özdeyişi ben de seviyorum.”
Bir Marksist olmasına rağmen Marksizmi hiçbir zaman dogma olarak ele almadı. Görüş dergisindeki bir yazısında şöyle diyordu:
“Ben, kendi adıma, Marksizm’in tartışılmasından gocunmuyorum. Hatta Marksizm’in tartışılmasını, onun hayat gücünün ve etkinliğinin bir kanıtı olarak değerlendiriyorum. Marksizm statik olanın değil devamlı değişmenin, ataletin değil hareketin bilgisini veriyor. Daha doğrusu tabiat sadece hareketten ibaret. Böyle olunca da Marksizm’in, değişen şartlara göre devamlı kendini yenilemesi zorunlu. Aksi halde bir dogma olurdu ve dona kalırdı.”
Sosyalizm hedefinden, Spartaküs olmak tercihinden asla vazgeçmedi. “Ben umutsuz değilsem, Ekim Devrimi çocuklarının sosyalizmden umutsuz olmaya hiç mi hiç hakları yoktur. Ekim Devrimi’nin ve onu izleyen sosyalist uygulamaların yarattığı impuls, hiç kuşku duymuyorum ki dünyamızı, sosyalist bir gelecek açısından çok daha olgun ve elverişli şartlara getirdi. Evet, sosyalizm kapitalizmi dünya çapında hâlâ domine
“Kendimden bahsetmekten hoşlanmam. Kaldı ki, “bir kimse hakkındaki düşüncemiz onun kendisi hakkında ne düşündüğüne dayanmaz.” İnsan sosyal bir yaratık olduğuna göre toplumsal olarak nasıl görüyorsanız öyleyimdir. Örneğin yine teknik öğrenimden geçmiş bir başka politikacının, Turgut Özal’ın, “bende kültür yok diyemezsiniz... Çok roman okumuşumdur...
Tarihe de fevkalade merakım vardır... Ben Red Kit’de okurum başka şey de. Arabesk de dinlerim klasik müzik de. Bende fevkalade klasik şeyler vardır...
edemedi. Görünen perspektifte de kapitalizm başı çekecek gibi gözüküyor. Ben buna üzülmüyorum; başarılanları düşünüyorum da, bu kadarı bile bana mucize gibi geliyor.
İlginç ve son derece heyecan verici bir geçiş dönemi yaşıyoruz. Bu “geçiş dönemi”nin nasıl bir yol izlediğini, hangi iniş çıkışlara gebe olduğunu hepten kestirmemiz mümkün değil. Görüyoruz ki, kapitalizm hâlâ güçlü, sosyalizm ise yaşanan geçiş sürecinin yol açtığı handikaplarla da uğraşmak zorunda. Ama er ya da geç dünya sosyalistleşecek; çünkü sömürüye dayanan bir düzenin ilelebet payidar olduğu görülmüş değildir.
Bu doğruysa Marksistlere düşen, dünyanın kapitalizmden sosyalizme geçiş sürecini olabildiğince kısaltmaktır. Bunun da yolu, kapitalist kampta yer alan ülkeler devrimcilerin -bu arada bizlerin- kendi ülkelerinde sınıf mücadelesine hız vermelerinden, kendi ülkelerinin devrimini gerçekleştirecek hedefler gütmelerinden geçiyor.
Evet, nükleer silahlanma, ekolojik bozulma, gelişmekte olan ülkelerin dramı vb. global problemlere çözüm bulunması için, daha bu günden dünya çapında işbirliği ve mücadele hayatî önem taşıyor. Ama insanlığın bu tehlikelerden hepten kurtulmasının da garantisi, hiç kuşku duyulmasın ki sosyalizmin bir dünya sistemi olarak kapitalizmin yerini almasıdır.”
Ahmet Kaçmaz, mücadelenin önünü açmak için gençlere yol verilmesi gerektiğini savunuyordu. 1990’lardan sonra kurulan yeni partilerden gelen başkanlık tekliflerini reddederek, Bodrum’a yerleşip yaşamına orada devam etti.
“Kaldı ki, kapitalizmin tırmandığı tarih sarmalının sonu yoktur. O zaman da kapitalizmi ıslah ederek sürdürme politikasının da sonu gelmez. Ve bu da bir “tez” olabilir. Ne ki bu “tez”, bilindiği gibi hiç de yeni değildir. Ama hemen belirteyim ki, şayet bu tez dahi doğru olsaydı, yani kapitalizmin ilelebet payidar olacağı kanıtlansaydı, ben, Troçki’nin bir zamanlar, bir başka vesileyle söylediği gibi, Spartaküs olmayı tercih ederdim.”