T24 - "İrtica ile Mücadele Eylem Planı"nda bulunan "ıslak imza"nın Deniz Kurmay Albay Dursun Çiçek'e ait olabileceğinin TSK tarafından kabul edilmesi sürecini değerlendiren Hürriyet gazetesi yazarlarından Sedat Ergin, sürecin TSK'nın saygınlığında büyük bir yara açtığını söyledi. Ergin, bu süreçle TSK'nın tıpkı "27 Nisan"da olduğu gibi AKP'nin yelkenlerini rüzgarla doldurduğunu belirtirken, müdahelecei zihniyetlerin TSK içindeki varlığının AKP'ye sivil düzlemde muhalefet etmek isteyenler için sıkıntı yarattığını ima etti.Hürriyet gazetesi yazarlarından Sedat Ergin'in "TSK'nın Çiçek olayından çıkarması gereken ders" başlığıyla kaleme aldığı 4 Mart 2010 tarihli yazısında şöyle:TSK’nın Çiçek olayından çıkarması gereken dersTaraf Gazetesi, geçen haziran ayında Genelkurmay’da görevli Kurmay Albay Dursun Çiçek’in hükümeti hedef alan bir andıç hazırladığı iddiasını içeren haberini “AKP ve Gülen’i Bitirime Planı” başlığıyla verdiğinde Milliyet gazetesinde görevliydim.Ertesi günü yayımlanmak üzere kaleme aldığım başyazıyı, plana ilişkin muhtelif olasılıkları değerlendirdikten sonra “Hangi şık geçerli olursa olsun hiçbir demokrasi böyle bir lekeyi taşıyamaz” diye noktalamıştım. Demokrasi açısından yüz kızartıcı bir durum* Karşımızda iktidar partisini parçalamak için bir dizi entrikaya başvurulmasını öngören, milliyetçi partilerin güçlenmesi için stratejiler çizen, benzer şekilde Gülen Cemaati’ni de zora sokmak için bazı silahlı tertipler tavsiye eden bir plan vardı.Yalın mantıkla yaklaşıldığında iki olasılık söz konusuydu. Birincisi, planın doğru çıkmasıydı. Bu takdirde, akla ziyan bir durumdan söz etmek gerekirdi. Genelkurmay karargâhında böyle bir çalışmanın yapılabilmiş olması, demokrasi açısından yüz kızartıcı bir durumdu. Yakın geçmişte yaşanan bazı örnekler, bu olasılığın tümüyle dışlanmasını önlüyordu.* İkinci olasılık, planın hükümet ile TSK’nın arasını açmak için düzenlenmiş bir komplonun uzantısı olması ihtimaliydi. Belge bir Ergenekon şüphelisinin evinde ele geçirilmişti. Şüphelinin avukatı, belgenin polis tarafından konulduğunu ileri sürüyordu. Bu şıkkın doğru olmasının yaratacağı durum birincisinden daha az vahim değildi. Geçen yaklaşık 9 aylık süre içinde bu belgenin gerçek mi sahte mi olduğu Türk kamuoyunun zihnini en çok meşgul eden konulardan birini oluşturdu. Bu konuda büyük çoğunluğu belgedeki imzanın Çiçek’e ait olduğu tezini işleyen sayısız resmi rapor hazırlandı. Çiçek ısrarla inkâr etti imzanın kendisine ait olduğunu. Kendini hukukun üzerinde gören zihniyet * Sonuçta Jandarma laboratuvarında yapılan incelemede de imzanın Çiçek’e ait olduğunun raporlanması ile bu konudaki tartışmalı durum önemli ölçüde geri kalmış bulunuyor. Her ne kadar mahkeme kararıyla kesinleşmemiş olsa da, artık birinci şıkkın geçerli olduğuna hükmedebiliriz.Yani daha önceki görüşümüze dönersek, “akla ziyan” bir durumla karşı karşıyayız. Öncelikle bu planın talimatla mı hazırlandığı hususu ciddi bir şekilde açıklığa kavuşturulmalıdır. Albay Çiçek’in bu metni kendi başına hazırlamış olması ihtimali, durumun vehametini hafifletmiyor. * Bu durumdan, geçmişten hiçbir ders almamakta inat eden, kendini başta hukuk olmak üzere her şeyin üzerinde görüp seçilmiş iktidarı devirmeyi görev alanı içinde değerlendiren, dahası bunun için entrikaya başvurma cüretini de kendinde gören bir zihniyetin TSK içinde hâlâ yaşam alanı bulabildiği sonucu çıkar.Üst kademelerden aksi yönde ne kadar açıklama yapılırsa yapılsın, bu tür davranışları önleyecek kökten bir caydırıcılığın kurum içinde tam olarak tesis edilemediği ortada.Demokratik terbiye gereğiSorunun önemli bir boyutunda demokrasi saygısının bazı kademelerde tam olarak yerleşmemiş olması yer alıyor. TSK mensuplarının iktidar partisini sevmek, bu partiye oy vermek gibi bir mecburiyetleri yok. Ancak sandıktan çıkan sonuca saygılı davranmak komutana selam çakmak gibi yerine getirilmemesi düşünülemeyecek bir yükümlülük. Kuşkusuz, ortaya çıkan vahim durumu TSK mensuplarının tümüne atfetmek, bütün kurumu bundan sorumlu tutmak büyük haksızlık olur. Ancak yine de ortaya çıkan tablonun TSK’nın saygınlığına çok büyük bir zarar verdiği gerçeği inkar edilemez. İçten kaynaklanan bu gibi zarar verici davranışlar, dışarıdaki hasımlarının aslında TSK’ya fazla bir şey yapmalarına gerek olmadığını da gösteriyor. * Konunun düşündürücü bir başka tarafı, TSK’nın bir kez daha Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yelkenlerine rüzgarı dolduruvermiş olmasıdır. İktidar partisinin ordunun haksız müdahalelerinin mağduru olduğu algısı yeniden canlanacak, siyasi zeminde bu partiye güç katacaktır, aynen 27 Nisan’dan sonra olduğu gibi...* Öyle anlaşılıyor ki, TSK içinde bu zihniyetin temsilcileri var olduğu sürece, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne demokrasi içinde sivil düzlemde muhalefet etmek isteyenler kendilerini hep engelli bir durumda bulacaklardır.