"TSK'nın ÖSO'yla 'emir-komuta' hiyerarşisi kurması zorlaşıyor"

"TSK'nın ÖSO'yla 'emir-komuta' hiyerarşisi kurması zorlaşıyor"

Hürriyet yazarı Deniz Zeyrek, Fırat Kalkanı Harekâtı'na ilişkin olarak, TSK, ÖSO’nun alan hâkimiyeti için lojistik ve ikmal olanaklarını sunuyor, ardından da ÖSO’nun ele geçirdiği alanları tutmasına yardımcı oluyor. Haliyle, 900 kilometrekare alana yayılmış değişik bir askeri yapılanma ortaya çıkıyor" dedi. Zeyrek, "Düzenli ordu olarak yukarıdan aşağıya doğru kati bir ‘emir-komuta zinciri’ne sahip olan TSK’nın, her biri farklı özelliklere sahip, askeri eğitimi eksik insanların oluşturduğu onlarca irili ufaklı grup içinde tek bir ‘emir-komuta’ hiyerarşisi kurması zorlaşıyor. Haliyle ortaya çıkan en kritik sonuç (aynı zamanda sorun) ‘hiyerarşi ve koordinasyon eksikliği’ oluyor" ifadesini kullandı.

Zeyrek'in Hürriyet'te "El Bab’da iki zayıf halka" başlığıyla yayımlanan (11 Şubat 2017) yazısı şöyle:

EL Bab operasyonunun uzamasının altında yatan neden, iki zayıf halkadır.

İlki, Özgür Suriye Ordusu’nu (ÖSO) oluşturan grupların dağınık hali ve TSK’yı ciddi anlamda zorlayan başına buyrukluğu.

Şöyle ki:

TSK, Fırat Kalkanı harekâtını tek başına planlayıp yapsaydı, farklı bir yol izlerdi. Kendi kapasitelerini bilen komutanlar, ‘düşman’ı analiz eder ve yeterli sayıda birlik ve teçhizat ile ‘Harekat Merkezi’nde oluşturulan taktik planları icra ederdi.

 

Hiyerarşi ve koordinasyon sorunu

 

Ancak, Fırat Kalkanı’nda harekat planları ÖSO’ya göre hazırlanıyor ve icra ediliyor. TSK, ÖSO’nun alan hâkimiyeti için lojistik ve ikmal olanaklarını sunuyor, ardından da ÖSO’nun ele geçirdiği alanları tutmasına yardımcı oluyor. Haliyle, 900 kilometrekare alana yayılmış değişik bir askeri yapılanma ortaya çıkıyor.

Düzenli ordu olarak yukarıdan aşağıya doğru kati bir ‘emir-komuta zinciri’ne sahip olan TSK’nın, her biri farklı özelliklere sahip, askeri eğitimi eksik insanların oluşturduğu onlarca irili ufaklı grup içinde tek bir ‘emir-komuta’ hiyerarşisi kurması zorlaşıyor. Haliyle ortaya çıkan en kritik sonuç (aynı zamanda sorun) ‘hiyerarşi ve koordinasyon eksikliği’ oluyor.

 

Rusya ve Esad'la karşılaşma

 

İkinci sorun, Rusya ve Esad güçleri ile karşılaşma riskiydi ve göstere göstere geliyordu. İlk olay 25 Kasım 2016’da yaşandı. Bir Suriye uçağı TSK birliğini bombaladı ve 3 şehit verdik. 9 Şubat sabahı da El Bab’da Rus uçağının ‘dost ateşi’ üç askerimizi şehit etti. İlk saldırı, TSK’nın YPG’nin Afrin-Membiç hattını birleştirme girişimini önlemek için askeri harekât yapmasından sonra gerçekleşmişti. Üstelik o gün Türk jetinin Rus jetini düşürmesinin 1. yıldönümüydü. İkinci saldırı ise CIA Başkanı Mike Pompeo Ankara’ya Türkiye’nin El Bab ve Rakka planını almaya geldiğinde yaşandı.

Ankara’daki yetkililer, Ankara ile Moskova arasındaki mutabakata tam uyulması halinde bu tür risklerin ortadan kalkacağına inanıyor. Ancak, sahada durum o kadar basit değil. Dinamik bir cephe var ve stratejik bölgeler zaman zaman el değiştirebiliyor. Karada ve havada birlikleri burun buruna gelen Rus komutanlarla Türk komutanların iletişiminde her zaman, siyasilerin arasındaki uzlaşmaya dayalı ortak dil bulunamıyor.

Son olayda Rus tarafı, ‘Orada Türkler değil IŞİD vardı, el değiştirildiğinden haberimiz yoktu’ savunması yaptı. Oysa, yapılan ‘işbölümü’nde bombalanan yerin TSK ve ÖSO’nun hedefinde olduğunu Ruslar da biliyordu. Ruslara, TSK unsurlarını IŞİD’ci gibi gösteren ve koordinat veren istihbarat kaynağının Suriye muhaberatı olması da herhalde tesadüf değildir.

‘Dost ateşi’ üç ayda 6 askerimizi şehit etti. Operasyon uzadıkça risk devam edecek. El Bab da ortadan bölünecek büyüklükte bir yer değil. O nedenle yakın zamanda ‘Ya Esad ya ÖSO tutsun’ denilmesi kaçınılmaz görünüyor.

Bu arada ölen pilotu için özür mektubu ve tazminat isteyen Rusya’nın, şehit ettiği Mehmetçikler için benzer bir adım atmasını beklemek de hakkımız olsa gerek.

 

Polis kampusta, akademisyenler sokakta

 

Ankara Üniversitesi’nde rektörlük, ihraç kararlarıyla yetinmediği gibi, ihraç edilen akademisyenlerle onlara destek için gelenler giremesin diye siyasal bilgiler, iletişim ve hukuk fakültelerinin bulunduğu kampusa yüzlerce polis davet etti. Sonuçta yıllarca unutulmayacak, şöyle içler acısı bir fotoğraf çıktı: Sokakta kampusa girmek isteyen yüzlerce akademisyen, kampusta ise onları içeri sokmamak için bağıran, tartaklayan, kadınlar için ‘Alın şunu’ diye bağıran polisler ve tam teşekküllü bir TOMA... Türkiye’nin en saygın üniversitelerinden biri olan Ankara Üniversitesi’nin gelecekte bilimsel başarılarıyla değil bu fotoğrafla anılacak olması üzücü...