TSK'ya duyulan güvende son durum ne?

TSK'ya duyulan güvende son durum ne?

Milliyet yazarı Serpil Çevikcan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) duyulan güveni analiz etti. Darbe girişimi sırasında askerin halka namlusunu çevirmesi sonrasında TSK’ya güvenin sarsıldığını ifade eden Çevikcan, “Peygamber ocağı olarak gördüğümüz, evlatlarımızı davul-zurnayla yolladığımız, “Ya şehit ol ya gazi” diye teslim ettiğimiz Silahlı Kuvvetler’e bakışın yeniden tepetaklak oldu” dedi. Peki, TSK’ya duyulan güvende son durum nedir?

Çevikcan’ın Milliyet’te “TSK’ya duyulan güvende son durum” başlığıyla bugün (13.08.2016) yayımlanan yazısı şöyle:

15 Temmuz darbe girişiminin çıktıları içinde ülke olarak geleceğe dair kaygılanmamız gerekenlerin başında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) aldığı ağır hasar geliyor.

Darbe girişiminde bulunan güç, TSK’yı manivela olarak kullanmış, darbe gecesi TSK üniformasıyla dehşet saçmış, “Tuz da koktu” dedirtmiştir.

Türkiye, içeriden neredeyse yarı yarıya ele geçirilmiş, bütün kalelerine girilmiş bir TSK manzarasıyla karşı karşıya.

Devletin varoluş araçlarından birini oluşturan Silahlı Kuvvetler’in 15 Temmuz’dan itibaren bir bütün olarak değerlendirilmesi tuzağına ister istemez düşülmüştür. 

Vatansever TSK mensupları, tankın önüne demokrasi bilinciyle yatan sivil vatandaşın kahramanlığına karşı, “O vatandaşa namlusunu çevirecek kadar milletine düşman asker” genellemesinin içinde debelenmekte. 

Bu durum sadece moral-motivasyonu bozmamış, emir-komuta zincirinin esasını oluşturan disiplin konusunda acilen toparlanması gereken bir bunalım yaratmıştır. 

Bütün bunların ötesinde, Ergenekon, Balyoz, Askeri Casusluk ve daha nice davaların ağır travmasını yeni yeni atlatmaya başlarken, üzerinden bu kez de FETÖ tankı geçmiş bir TSK’dan söz ediyoruz.

Hasarın iki sonucu

Bu hasarın hiç istenmeyen iki temel sonucu var.

Birincisi; bir vatanı vatan, bir toplumu millet yapan kenetleyici değerlerle ilgili. 

Bunun özeti; Peygamber ocağı olarak gördüğümüz, evlatlarımızı davul-zurnayla yolladığımız, “Ya şehit ol ya gazi” diye teslim ettiğimiz Silahlı Kuvvetler’e bakışın yeniden tepetaklak olmasıdır.

İkincisi; PKK’sıyla, DAİŞ’iyle, FETÖ’süyle güvenlik ihtiyacımızın tavan yaptığı, asker-polis-istihbarat organizasyonunun mükemmel işlemesi gereken bir dönemde TSK’nın içine dönmek zorunda bırakılmasıdır. 

Olan olduğuna göre, TSK’daki bu hasarın en kısa sürede tamir edilmesi şart.

Bunun için bir yandan yargısal, diğer yandan yapısal kararlar yoluyla kollar sıvanmış durumda.  

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar ve mevcut kuvvet komutanlarıyla yola devam edilmesi yolunda verdiği kararı, Akar’ın Yenikapı mitinginde milyonların önünde konuşma yapmasına verdiği onayı yukarıda özetlediğim tablo içinde değerlendirmeliyiz.

Bu bağlamda, AG Araştırma Şirketi’nin, darbe girişiminden 15 gün sonra, 30 Temmuz-1 Ağustos tarihlerinde, 42 ilde geniş bir örneklem altyapısıyla gerçekleştirdiği, “Kurumlara Güven” başlıklı araştırmanın sonuçları çarpıcı.

Birinci polis, ikinci Cumhurbaşkanı

Bu tabloda Türkiye’de en güvenilen iki kurum yüzde 84.8 ile polis, yüzde 81.7 ile Cumhurbaşkanı.

Bunu yüzde 81 ile TBMM, yüzde 78.1 ile Başbakan-hükümet izliyor. Muhalefete güven yüzde 61.6, yargıya güven ise yüzde 61.5 seviyesinde.

“Asker-ordu” başlığının karşısında ise yüzde 65.5 oranı var.

Herhalde hiçbir kuruma duyulan güven yıllar içinde bu kadar zikzak çizmemiştir.

Ergenekon, Balyoz vs. davalar sürecinde itibarı yerle bir edilmeye çalışılan ve kamuoyundaki güven endeksi tarihinin en düşük oranlarında seyreden TSK’ya çok değil ocak ayındaki güven oranı yüzde 77.7. 

Bu araştırmada o orana yer verilmemiş ancak, PKK’nın Güneydoğu’da şehir kalkışmasını başlattığı dönemde aylarca sahada mücadele eden, polisle uyumu görülmemiş bir örnek oluşturan, yüzlerce şehit veren, çok başarılı operasyonlara imza atan ve sonuçta örgütün hevesini kursağında bırakan TSK’ya güven Genelkurmay’ın elindeki verilere göre yüzde 86 oranına çıkmıştı.

Geldiğimiz noktada bu oran yüzde 65.5’e inmiş görünüyor. 

AG’nin araştırma sonuçlarına göre vatandaşa güvenip güvenmediği sorulan 7 kurumdan sadece “asker-ordu”ya güven azalmış durumda.

Ocak ayında yüzde 58 olan Cumhurbaşkanı’na güven darbe girişiminden sonra yüzde 81.7’ye fırlamış.

Başbakan ve hükümete güven yüzde 52.2’den yüzde 78.1’e, muhalefete güven yüzde 30.5’ten yüzde 61.6’ya, Meclis’e güven yüzde 48.1’den yüzde 81’e, polise güven yüzde 72.8’den yüzde 84.8’e, yargıya güven ise yüzde 47.3’den yüzde 61.5’e yükselmiş.

Güven endeksinde kaybeden sadece asker olmuş. 

Bu tabloda, darbecilerin bertaraf edilmesini sağlayan polise, darbe gecesi parlamentoyu terk etmeyen milletvekillerine, Cumhurbaşkanı ve Başbakan ile birlikte uzlaşmadan yana tavır sergileyen muhalefete, darbecilerin etkisiz kılınmasında kritik rol üstlenecek olan yargıya güvenin fırladığını görüyoruz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a duyulan güven oranındaki büyük artış da hayati önemli. 

Araştırmadan son bir not olarak, AK Partililerin yüzde 70.4’ü askere ve orduya güvendiğini söylerken, bu oranın CHP’liler için yüzde 59.3’te kaldığını kaydedeyim. CHP’lerin polise duyduğu güven, yüzde 69.5’le askere duyulan güvenden daha fazla çıkmış.

Gür: Konuşma oranı artırmıştır

Dün AG’nin sahibi araştırmacı Adil Gür ile konuşurken, Yenikapı mitinginde Orgeneral Akar’ın kürsüye çıkmasının ardından yeniden bir araştırma yapmak gerektiğini, yüzde 65.5 oranının yükseldiğinden emin olduğunu söyledi. Gür, “Darbe girişiminin sıcaklığı geçti. Halk Genelkurmay Başkanı’nı da kendisi gibi meydanda gördü. Konuşmasını beğendi. Üniformasıyla selamını gördü. Konuşma öncesinde ve sonrasında meydandaki milyonlar kendisine büyük teveccüh gösterdi. Bu oran şimdi mutlaka yükselmiştir” görüşünde.

Kuşkusuz bu tablo önce askerin düşünmesi gereken bir manzarayı yansıtıyor.

Ancak askere duyulan güvenin son dönemde çizdiği bu inişli-çıkışlı hal, güçlü bir orduyla yoluna devam etmek zorunda olan, ateş çemberindeki bir Türkiye’de TSK’nın bir an önce toparlanması kadar, yeniden yapılandırmada hatasız yol alınması, ince elenip sık dokunmadan karar verilmemesi sorumluluğunu da hatırlatıyor.