MHP Genel Başkan Yardımcısı Tuğrul Türkeş, "Gülen cemaati bir dönem partimize elini sokmaya çalıştı, kestik" dedi. "Ha merkezi otoriteden yaptı, mahalli ilçe seviyesinde heveslendiler yaptılar onu bilemem" diyen Türkeş, "Ama bir dönem Cemaat’le yakınlığı bilinen insanların ilde, ilçede diş tutmaya çalıştığını gördük. Ve müdahale ettik" diye konuştu.
Türkeş, "IŞİD’in Kobani’yi düşürmeye yönelik saldırılarıyla birlikte Türkiye’deki Kürtlerin sokaklara taşınan geriliminin ülkücü harekette karşılığı olur mu?" sorusuna ise, "Demokratik yöntemlerle iktidara gelmeye çalışan bir siyasi partiyiz, sokak şiddetinden bana ne? Sokak şiddetini birincisi sokak çocuğuna soracaksın. İkincisi de niye önleyemedi diye siyasi iktidara soracaksın. Ben bunun bir tarafı değilim ki" yanıtını verdi.
Hürriyet'ten Cansu Çamlıbel'e konuşan (20 Ekim 2014) Türkeş'in açıklamalarından satırbaşları şöyle:
- MHP tezkereye neden ‘evet’ oyu verdi? Oyunuz, TSK bir an önce oraya müdahale etsin diye bir açık çek miydi?
Suriye uçağımızı düşürdü, iki polisimiz şehit oldu. Tayyip Bey o zaman başbakan, siyasi parti liderlerini bilgilendirmek istedi. Ben de gittim Devlet Bey’le. Bizlerin de meseleye dair görüşlerini sordular. Devlet Bey dedi ki; ‘Türkiye’nin milli çıkarlarını korumak için ne gerekiyorsa yapılmalı. Biz MHP olarak diğer bütün siyasetimizi bir kenara bırakarak size gereken her desteği temin ederiz’. Ondan sonra Suriye tezkeresi geldi. Biz olumlu oy verdik, eleştirildik. Bir daha geldi, yine olumlu oy verdik, yine eleştirildik. Şimdi üçüncüsünde yine eleştiriliyoruz.
- Bu son tezkere size göre kimin için çıktı?
Karşı tarafta ilk ikisinde Esad yönetimi vardı. Şimdi IŞİD artı Esad yönetimidir.
- Siz de karşı tarafı hükümeti gibi geniş tanımlıyorsunuz.
Türkiye’ye tehdit olacak herkes vardır bunun içinde.
- PYD’yi de koyuyor musunuz içine?
Türkiye’ye tehdit olacak kim varsa onun içindedir.
- PYD bugün Türkiye’ye bir tehdit midir?
Bir kere PKK’nın uzantısı. Salih Müslim, terörist başının eski yardımcısı. Sonradan da söylemlerde pek fazla bir farklılaşma yok. Konjonktürel söylemlerine bakmayacaksınız, fiillerine bakacaksınız. Fiillerine baktığınızda Türkiye aleyhtarı bir durum var. Türkiye’nin toprak bütünlüğünü ve 77 milyon insanın bir millet olarak müşterek yaşama isteğine karşı tehdit olan her şeyi biz Türkiye’ye karşı tehdit olarak değerlendiririz.
- PYD’nin bugün IŞİD’e karşı savaşırken kurduğu kantonların sonu yıllardır tartışılan büyük bir ‘Kürdistan’a gider diye mi Türkiye tehdit olarak algılamalı?
Oraya gider diye tehdit olarak algılamalıyız. Efendim biz burada özerk bir otorite kurduk, böyle devam edelim. Aslı astarı olmayan, tarihi bir gerçeğe dayanmayan, 21. yüzyılda dayanıklı ve sürdürülebilir bir teori değil. Bu kendini idare edemediği her vesilede bize sıkıntı olur. Irak’ta 12 senede gördük ki bölünmüş Irak daha iyi olmuyor. Bir de şu var; ne kadar kötü olursa olsun, 1.5 milyon Iraklı Saddam zamanında ölmedi. Aynı şekilde Esad rejimi fevkalade baskıcı ve diktatoryal bir rejimdi. Ama Esad zamanına kıyasla şimdi insanların can ve mal kaybı daha fazla.
- Irak’ta Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin Başkanı Mesud Barzani, bölgesinin bağımsızlığını referanduma götüreceğini açıkladı. Ankara’dan da buna pek büyük bir tepki gelmedi. Türkiye Cumhuriyeti açısından mesele normalleşmiş midir?
Hayır, değil. Hükümet takip edememiş olabilir (Gülüyor). Şöyle bakın. Her yüzyılın başında o yüzyılın egemen güçleri coğrafyayı yeniden tanzim eder. 1814’de, 1914’te ne olduğuna bakın. Şimdi dünya yeniden coğrafyanın tanzimi sürecinde. Afrika’nın kuzeyinde başlayıp Türkiye’nin hudutlarına kadar gelen mesele yeni yüzyıldaki son hidrokarbon yataklarının paylaşımı ve ihtiyaç sahiplerine ulaştırılmasının parçasıdır.
- Bahsettiğiniz bu büyük tasarımın arkasında kimin aklı var?
21. yüzyılın egemen güçleri içinde kim varsa onlar var. Bunu Ali-Veli diye tarif etmenin anlamı yok.
- Egemen güçler derken başta Batı’yı işaret ettiğinizi anlıyorum. Rusya ve Çin de içinde mi mesela enerji lobisinin?
20. yüzyılınki sanayi lobisi ve finanstı. 21. yüzyılın egemen gücü enerji lobisidir. Büyük miktarda kitlesel üretime yönelik enerjiye kimin ihtiyacı varsa hepsinin eli vardır işin içinde.
- Bu bahsettiğiniz enerji lobisi Kürtlere nasıl bir rol biçti sizce
Batı’da herhangi bir yapının herhangi bir etnik tarife ya da muhabbete bağlı olarak olaya yaklaştığını düşünmüyorum. Sadece daha ufak ve etkilenmesi kolay ülkeler temin etme hedefleri var. İdare edilebilir ülkeler... 77 milyon Türkiye mesela, zor. Ama bir ülkeyi ikiye-üçe böldüğünde daha etkin lobi faaliyetin olabilir. Tek Irak yerine Irak’ın kuzeyi ve petrol yatakları, orta kısım ve güney diye baktığınızda onun bir mantığı var. Afrika, son hidrokarbon yataklarıdır. Hatırlayın bir ara bize bugün Ayn al Arab (Kobani) konuşturmak istedikleri gibi Somali’deki korsanlığı konuşuyorduk. Haritaya bakın. Somali neresidir? Enerji geçiş hattı üzerinde önemli bir noktadır.
- HDP’den Altan Tan geçen hafta Kobani olaylarında kendi partisinin tavrını eleştirirken Devlet Bahçeli’nin milliyetçileri sokağa çıkmaktan alıkoyan tavrını övdü. Tarihsel olarak sokakla güçlü ilişkisi olan ülkücü hareket nasıl oluyor da bu ortamda sükûnetini koruyor? Koruyamadığı bir an gelebilir mi?
PKK’nın siyasi kanadına HDP denir. PKK bugüne kadar devlet memuru, güvenlik görevlisi ve Güneydoğu’da yaşayan insanlar dahil olmak üzere 35 bin kişinin ölümünden sorumludur. Bununla MHP’yi ya da ülkücü camiayı karşılaştırmak, biri öbürünün karşısıymış gibi algılamak ya da algılatmaya çalışmanın kabul edilecek hiçbir tarafı yoktur. Türkiye’de 12 Eylül öncesinde, 68’den 80’e kadar diyebileceğimiz dönemde, ülkücüler bir taraf olarak tarif edildiler. Bu doğrudur. O zaman yapılan yanlış değildi. Eğer Türkiye hâlâ bir Afganistan değilse, hâlâ bir istikrar adası, hâlâ bir laik demokratik cumhuriyet ise o dönemde bu ülkücülerin o gün yaptığı o mücadelede yatar. - Bugüne dönersek....
Altan Tan dahil hiçbirinin anlamadığı ve anlamaya da gayret etmediği başka bir şey var. 1984 Şemdinli Eruh olayından beri PKK’nın belli bir bölgeyi Türkiye’den ayırmak ve etnik ırk temelinde ayrı bir devlet kurma çabalarının herhangi bir safhasında Türk milliyetçileri ne zaman bunlarla bir mücadele yaptı ki? 30 senedir Türkiye’nin baş ağrısıdır bu olay ve bir kere bile bizim müdahil olduğumuz bir olay gösteremezsiniz. 1984’ten bugüne biz; ülkücü ocakları, Türk milliyetçileri ve MHP hiçbir safhada bu Türkiye’yi bölme girişimi karşısında kendimizi kolluk kuvveti yerine koymadık. Devletin polisi var, jandarması var, kolluk kuvvetleri var. Bu adli bir meseledir.
- Bugün bahsettiğiniz 30 seneye kıyasla daha kritik bir noktada değil miyiz sokak olayları açısından?
Bugün bunun neden çıktığını ayrıca tartışmalıyız. Saddam, Halepçe katliamını yaptığında ülkemizde Kürt kökenli insanlar yok muydu, neden yaygara koparmadılar? İran, Kürtlere karşı hareket ettiğinde de bu kadar yaygara kopmadı. Türkiye bugün açılım süreciyle birlikte daha mı dişlerine göre geliyor? Saddam’a dişin geçmedi de, İran’a dişin geçmedi de AKP iktidarı dişine göre mi geldi ona mı sataşıyorsun? Ben bunu sorguluyorum.
- ‘Ne olursa olsun ülkücü camia sokağa çıkmaz’ diyebiliyor musunuz?
Çıkıp ne yapacağız. Niye ben bu soruya muhatap oluyorum onu anlasam, cevabını çok rahat vereceğim. Kemal Kılıçdaroğlu’na ya da CHP yönetiminden kimseye neden bunu sormuyorsunuz da ben muhatap oluyorum? Bunu incitici buluyorum. Kökü 1948’e dayanan, yasalara göre faaliyet yapan, onlarca seçime girmiş olan legal bir siyasi partinin yöneticisine ‘Sokakta şiddete dahil olacak mısın, olmayacak mısın’ diye bir soru soruyorsunuz. Altan Tan’a sorarsınız. O zaten PKK’nın siyasi kanadı. Onlar Sinn Fein’le, IRA. Onun bu konuda konuşmasının ben muadili olamam. Demokratik yöntemlerle iktidara gelmeye çalışan bir siyasi partiyiz, sokak şiddetinden bana ne? Sokak şiddetini birincisi sokak çocuğuna soracaksın. İkincisi de niye önleyemedi diye siyasi iktidara soracaksın. Ben bunun bir tarafı değilim ki.
- Geriye dönük analizlerde Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde partinizin izlediği stratejiyi doğru buluyor musunuz? Çatı adayı yerine MHP ayrı, CHP ayrı aday çıkarsaydı daha iyi olurdu diye düşündüğünüz oldu mu?
Bu alternatiflerin hepsini değerlendirdik. O da bir yoldu. Bu da bir yoldu. Millet ağzını yüzünü eğiyor ama süre çok kısa olmasına rağmen Ekmel Bey gibi Türkiye’nin hiç duymadığı bir isim 40 günde yüzde 38 oy aldı.
- 30 Mart seçiminde CHP ve MHP’nin aldığı oyların toplamından daha düşük bir rakamdan bahsediyoruz ve ‘başarı’ diyorsunuz.
E tanıtım süresi yoktu işte. Seçim takvimi, bilinen adayın seçilmesine yönelikti. MHP bana göre yine başarılı. Hatırlayın seçimden beş ay önce şöyle düşünülüyordu; Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül aralarında bir karar verecek, biz de onu oylayacağız. Biz oradan aldık işi, etten kemikten, seçildiğinde de çok iyi cumhurbaşkanlığı yapabilecek bir aday çıkararak Cumhurbaşkanlığı seçimini demokratik bir platforma getirdik. Bu Türkiye için az şey mi Allah aşkına? Aslında Tayyip Bey’in de buna memnun olması lazım, daha demokratik bir ortamda seçildi. Abdullah Gül’le kapalı kapılar arkasında ahbap çavuş ilişkisiyle cumhurbaşkanı olmak başka bir şey, Selahattin Demirtaş’ın bile seçilebileceği bir seçimde aday olmak başka bir şey.
- Geçmiş seçimi konuşuyoruz ama sekiz ay sonra da bir genel seçim var önümüzde.
Bütçe bittiği anda Türkiye seçim ortamına girer.
'AKP benim oyuma sarkacağına 20 milyonu nasıl tutacak ona baksın'
- 2015 seçimleri için şöyle analizler yapılıyor; başkanlık sistemine geçişi garantileyecek anayasal çoğunluğu yakalayabilmek için daha milliyetçi bir söylemle seçime gidecek, MHP’den oy kapmaya çalışacak.
Evet, var böyle analizler.
- Siz hem Erdoğan’ın hem de Davutoğlu’nun söylemlerinde sizin sahanıza girme yönünde bir eğilim hissediyor musunuz?
Akşam insan yattığında her şeyin hayalini kurabilir, herkes her şeyi isteyebilir. Ama bir realite var. Şu anda Recep Tayyip Erdoğan Türkiye’nin seçilmiş anlı şanlı cumhurbaşkanıdır, AKP’nin başı da icranın başı da değildir. Tayyip Bey’in aktif siyasette seçmene gidip ‘Ey ahali bana oy ver’ dediğinde alabildiği oyun maksimumu 20 milyon oydur. Hiç kimse Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yeni genel başkanı Sayın Davutoğlu’nun bu oyu 21 milyon yapmasını beklemiyor benim kanaatim. Davutoğlu’nun önündeki problem şudur; ben Tayyip Bey’in maksimize ettiği oyu heybemde tutabilir miyim, kaçırırsam da ne kadar az kaçırırım ki iktidarda kalmaya devam ederim. Onun için Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmamak lazım. Ben onun bunun oyunu alayım diye sarkarken, eldekini kaçırmamak lazım. Bugün benim oyuma bakmak yerine kendi altlarındaki oyu nasıl tutacaklarına reel olarak karar versinler.
- AK Parti ile MHP’nin seçmen tabanı arasındaki geçişkenlik ne düzeyde?
Aynı taban üzerinde iki partiyiz. İkisinin de uçları, kenarları vardır. Ama iki yuvarlak düşünün yüzde 80-90’ı üst üste gelir.
- Başbakan yardımcıları arka arkaya Abdullah Öcalan’ın tutukluluk koşullarının iyileştirilmesinin gündemde olduğunu doğrulayan açıklamalar yaptılar. Böyle bir adım seçim sürecini etkiler mi?
Vatandaşın birinci önceliği ekonomidir. Seçmenin yüzde yüzü Türkiye’nin karşı karşıya olduğu bu tehdidi direkt kendi siyasi gündeminin parçası olarak addedmeyebilir. Akşam evine ekmek götürmek zorunda olan, sürdürülebilir borç sistemi içinde yaşamaya çalışan bir insan Türkiye’nin genel siyasetiyle ilgili konularda çok duyarlı davranır mı? Bir kısmı davranır, bir kısmı davranmaz. Bunun yüzdesini ölçmek mümkün değil. Ancak MHP seçmeninin büyük bir ekseriyetinde bu hassasiyet var.
- Hükümetin bir şekilde yasal olarak bunun önünü açacağı anlaşılıyor ama.
Şahsa göre, butik bir hukuk sistemi yaratmaya çalışırsanız kendiniz onun altında kalırsınız. Yarın AKP gittiğinde, 17-25 Aralık’la ilgili öyle butik bir hukuk çıkar ki akılları şaşar onların. Yargılamışsınız, mahkemesine itiraz olmamış, o karar AİHM dahil herkes tarafından kabul edilmiş. ‘Asmayın ama idamlık suçtur bunun yaptığı’ diye AİHM’nin de kabul ettiği bir adamdan bahsediyoruz. Bunun hayat standartlarını yükseltemeye ne gerek var Allah aşkına? Böyle bir hukuk olabilir mi? Bakın şöyle örnek vereyim. 367 yanlışını yapanlar hukukun tersine de bu kadar kötü kullanılacağını hesap etmemişlerdir. Abdullah Gül seçilmesin diye Türkiye’nin saygın, o güne kadarki kararları için ‘eli öpülesi’ denecek hukukçuları 367 diye bir saçmalığın arkasında durmaya kalktılar. O yanlış Türkiye’yi bugünkü hukuk yanlışlarına getirdi.
- 30 Mart seçimleri ve öncesindeki nedeniyle hükümet çevrelerinden ‘MHP de Cemaat’in trenine bindi’ diye eleştiri aldınız.
Daha önceki mesafemiz ne idiyse hâlâ oradayız. Tayyip Bey ‘paralel’ diye bağırmadan önce, yani onlar canciğer kuzu sarmasıyken bizim Cemaat’le ilişkimiz nerede idiyse 30 Mart seçimlerinde oradaydı. Hâlâ da orada. İkincisi, 30 Mart seçiminin sonucu da gösterdi ki onlar da başka bir partiye oy atmadılar ya da oyları yok.
- Peki net olarak ‘Cemaat geçmişte partimiz üzerinde oyunlar oynamıştır, kaset komplolarının da müsebbibi onlar’ diyebiliyor musunuz?
Var, var. Tabii canım. Bir kere Cemaat’in okul faaliyetlerine baktığımızda bunlar hayırlı ve yararlı işlerdir. Nokta. Ama Cemaat ya da kendi ifadeleriyle ‘Hizmet Hareketi’ elini herhangi bir siyasi partinin içine sokmaya kalkıyorsa bu yanlıştır.
- MHP’nin içine elini sokmaya çalıştı, öyle mi?
Çalıştı, kestik. Net. Ha merkezi otoriteden yaptı, mahalli ilçe seviyesinde heveslendiler yaptılar onu bilemem. Ama bir dönem Cemaat’le yakınlığı bilinen insanların ilde, ilçede diş tutmaya çalıştığını gördük. Ve müdahale ettik. Senin MHP’nin görüşlerine sempati duyup partide çalışman ayrı şey. Ama bir Cemaat yaklaşımı içinde ‘Şuraların da ucunu ben tutayım’ demeye kalkarsan benim demokratik siyasi parti olma hakkımı zedeleyeceği için ben ona müdahale ederim.
- Tayyip Erdoğan’ın bir konuşmasında ‘Affedersiniz Ermeni’ şeklinde bir ifade kullanmasını kabul edilemez buldunuz. Bu çıkışınıza şaşıranlar olması da sizi şaşırtmış, neden?
Bazen çok rutin diye yaptığımız bir şeyde pozitif de olsa ilgi fazla olunca şaşırıyorum. Ali İsmail Korkmaz’ı tekmeyle öldürdüler. Medyada bir tartışma yürüyor, Alevi’ydi, Arap’tı. Basit bir tweet attım ‘17 yaşında bir çocuğu tekmeyle öldürdünüz, insandı bu’ diye. Alevi’ymiş, Arap’mış sana ne! ‘Affedersiniz Ermeni’ dendiğinde de aynı tepkiyi gösterdim. Yahu 21. yüzyılda yok böyle bir şey.
- Doğal bir şey söylediğinizi düşünürken ‘MHP bile bunu diyor’ imasıyla manşet oluyorsanız, o halde parti olarak imajınızla ilgili bir sorun yok mu? Partinizin iletişim stratejisinde bir sıkıntı olduğu anlamına gelmez mi bu durum?
Bizi tanımak yerine son Altan Tan olayında olduğu gibi bizi kendi kafalarındaki figürlerle tarif etmeye çalışıyorlar. Alparslan Türkeş’in evine doğduğumdan beri bu işin içindeyim, 34 yıldır da aktif olarak siyaset yapmaya çalışıyorum. Ben evin içinde de ne kafatasçılık gördüm ne ırkçılık gördüm. Annem-babam çocukluğumda hiçbir arkadaşımın etnik kökenini, dini inancını bana sormazdı. Ben Alevi-Sünni meselelerini ta 30 yaşımdan sonra tanımaya başladım. 50 senelik bir çocukluk arkadaşım var, Urfa Siverek’ten bir Zaza. Hâlâ da vallahi mezhebini bilmem. Sonra toplum sizi kafatasçı değerlendiriyor. Ben bu tanımlamaları anlamıyorum. Üzüldüğüm şeyler bunlar. Mesela birinin alacak verecek meselesi oluyor, beni arayıp ‘Yardımcı olur musun. Sizin adamlar var ya’ diyorlar. Yav ben mafya mıyım tahsilat yapayım? Ben nereden bulayım öyle adamları, bulamam ki! Devlet Bey de öyle. Allah aşkına Devlet Bey hangi kavgaya girmiş? Devlet Bey’in ceketini çıkarttığını gören olmuş mu? İnsanların kafalarında kodlar var ve bu önyargılarını bırakıp bizi tanımaya kalkmıyorlar.
Demirtaş’ın adaylık süreci kazanım bireysel hak siyasetiyle daha da çok oy alırlar
- Madem İrlanda örneğine getirdiniz lafı, şunu sorayım: HDP sizce gerçek manada Sinn Fein’leşebildi mi? Yedi senelik parlamento performanslarını nasıl buluyorsunuz?
Ben siyasette istikrara önem veren bir siyasetçiyim. Yalpalamalar beni endişeye sevk eder. Mesela Selahattin Demirtaş’ın bir Cumhurbaşkanlığı adaylığı süreci oldu. Ben Türkiye’de siyaset yapan Kürt kökenli bir siyasetçi olsam, bunu önemli bir kazanım olarak görürüm. Şapkamı önüme koyar ve çok iyi tahlil ederim. Demirtaş bugün çıkıp da ‘Bana oy verenlerin yüzde yüzü Kürtçü ya da Kürt kökenli insanlar’ diyemez.
- Demiyor da zaten.
Diyemez. Türkiye’de çok farklı insanlar onun eşi ve çocuklarıyla tavrını, bisiklete binmesini, konuşmasını, 17-25 Aralık sürecinde ‘Ben sazdan başka bir şey çalmadım’ demesini önemsedi. Bunlar az şeyler değildi. Ve böylece farklı bir yola girdi. Ama Türkiye’nin entegrasyonunu bozacak, 21. yüzyılda artık ayıp sayılan ırkçı bir yaklaşımla Kürtleri ayırmaya yönelik söylemler olmaz. Bir zümreyi ayırmaya kalkmak ve bunu talep etmek yanlıştır. Selahattin Demirtaş seçim sürecinde bunu yapmadı ve yüzde 10’a yakın oy aldı. Demek ki daha aklı başında, bireyin hak ve özgürlüklerini öne çıkaran doğru dürüst bir siyaset takip etseler daha da fazla oy alacaklar. Kürtçülük yapmak için bir cumhurbaşkanı adayı çıkardılar ama toplumdaki farklı dinamikler onları farklı bir yere getirdi. Adayın şahsından da olabilir tabii. Hadi bir karanfil de atalım ona.