Serbestiyet.com - 18 Mart 2014
Akşam geç vakit oğlum aşağı kattan seslendi: “Anne seninle ilgili yeni bi şey çıkmış!”
Allah Allah dedim, ne olabilir ki? Yanına inip izlediğimde, başbakan kusura bakmasın ama gülmekten kendimi alamadım çünkü bizim camianın erkekleri böyle hoşlarına gitmeyen tavırlarımla karşılaştıklarında hep aynı tür tepkiler veriyorlar: “Bu kendini ne zannediyor yaaa?” Uzatmadan cevap vereyim: Aslında hiçbir şey zannetmiyorum; fakat onları da bir şey zannetmiyorum, belki onları şaşırtan şey de bu! Aldığım dînî eğitim, hayattan elde ettiğim tecrübelerim bana, dünyadaki hiçbir kişiye, kuruma, sisteme gereğinden fazla değer yüklememeyi; onları sorgulanamaz ve eleştirilemez kılmamayı öğretti. İşte hepsi bu!
Gelelim benim Star’dan ayrılış hikâyeme…
Star’da yaklaşık iki yıl yazdım. Bu süre içinde, başbakan duymasın ama hiçbir yazım konusunda gazete yönetiminden herhangi bir itiraz, eleştiri ya da buna benzer üzerimde baskı oluşturabilecek bir tavır görmedim. Zaten böyle bir tavır vaki olsaydı, bunu hem ifşâ ederdim, hem de o gazetede bir saniye bile durmazdım. Üstelik ayrılış yazımda, neden ayrıldığımı da gayet ayrıntılı bir biçimde açıklarken, bana tanınan bu özgürlük konusunda Mustafa Karaalioğlu başta olmak üzere, gazete yönetimine teşekkür bile ettim. Ayrılış sebebim ise gayet basitti ve “Üç bin beş yüz vuruşa veda!” başlıklı son yazımda karar anımı şu cümlelerle ifade etmiştim:
“Köşe yazarlığı serüvenine başlarken iki yıl önce, bunun ne kadar süreceğini bilmiyordum gerçekten. Hatta dün bile, bugün sabah kalkıp, bu işi bitireceğimi bilmiyordum. Ama sabah kalktım ve rüyamı anımsadım. Rüyamda bir arkadaşıma şöyle diyordum: ‘İnsanlara yapıştırılan etiketler bir kara delik gibi, söylediğimiz her şey o kara delik tarafından yenip, yutuluyor.’ Aslında rüyama kendim de şaştım. Çünkü genelde bu kadar net cümleler hatırlanmaz rüyalardan. Ama ben sanki cümlem biter bitmez uyandım ve bu söz üzerine düşünmeye başladım.
… İki yıldır bu köşede yazıyor olmanın sorumluluğu ile bu hızlı akış içinde daha bir gündemin peşinde, daha çok içindeyim. Ama bunun tüketici bir tarafı var ne yazık ki. Bencillik etmeme adına ertelediğim ve hem kendim hem de benim gibi kıvrananlar için önemli olduğuna inandığım sorularım var kafamda. Bu soruların peşinden gitmek istiyorum artık. Rüyamla ne ilgisi var bilemiyorum ama ben sabah kalktıktan bir iki saat sonra, kendimi bu kararı almış buldum.”
Evet, bu kararı aldım, Mustafa Karaalioğlu’nu aradım, kesin bir dille yazmayı bırakacağımı söyledim ve bir veda yazısı yazarak köşe yazarlığını bıraktım. Bunun üzerine kimi medya sitelerinde bir vâveylâ koptu ve “Hak sillesiyle uyarıyorum!” başlıklı yazıma atıflarda bulunularak, başbakanın talebi üzerine gazeteden uzaklaştırıldığım yazılıp çizildi. Ulaşabildiğim bir ikisine itiraz ettim, işin doğrusunu bir kere daha söyledim- çünkü yazımda zaten anlatmıştım- ama fayda etmedi, gerçeği köşe yazımda dururken yalanlar üretildi, yayıldı. Bu yalanlar yayılırken, “Hak sillesi” başlıklı yazım hep “Halk sillesi” yapıldı ve kopyala yapıştır habercilik sitemiyle, aynı yanlışlar ve yalanlarla çoğaltıldı. Bu sabah baktım T24 sitesi bile bu konuyu aynı özensizlik içinde haber yapmış, etik metik diye bir şey var, ayıp yahu!
Yalan habercileri üzmek pahasına belirteyim ki, Star gazetesinden ayrılma hikâyem bundan ibaret! Ancak daha sonra bir ara, hakkımdaki bazı karalamalara cevap yazabilmek amacıyla gazeteye yeniden dönmek istediğimde talebim kabul edilmedi; bunu da gerçeğin tamamını ortaya koymak adına belirteyim. Bir başka gerçek de, Star yazarı Elif Çakır’la aramızda, onun tweetlerinde iddia ettiği gibi bir konuşmanın geçmemiş olduğudur; çünkü gazeteden ayrıldıktan sonra beni hiçbir şekilde aramamıştır.
Yakın tarihte, daha önemli bir gerekçeyle Taraf gazetesinden ayrıldık; Hasan Cemal’e yakılan ağıtların hâlâ devam ettiği bir dönemdi, ancak ne hikmetse bizim ayrılışımıza ağıt yakan kimsecikler olmadı. Demek ki neymiş: Başbakan isteğiyle köşenizden olursanız ağıt yakılacak, patron isteğiyle işinizden olursanız es geçilecek!
Timsah gözyaşları içindeki etik duyarlılık (!) medyamıza çok yakışıyor doğrusu…