Gezi sürecinden itibaren işten çıkarılan gazetecilerle görüşerek ‘Ya Bizdensin Ya da...' kitabını çıkaran gazeteci Tuluhan Tekelioğlu, “Bu kitap, medya kuşatma altındayken yazıldı. Baskıya giderken bile bir gazeteye kayyım atandı” dedi.
Tuluhan Tekelioğlu, İpek Medya Grubu'na atanan kayyumun 200'e yakın gazetecinin işine son vermesine "tam anlamıyla bir yok ediş operasyonu" diyor. “O işsiz gazeteci ailenin annesi, babası... Başka meslek yapamazlar çünkü öyle bir şey değil gazetecilik. Yok ediyorsunuz” dedi. Medyanın kuşatma altında olduğunu belirten Tekelioğlu, “Medya özgür değildi ama artık patron da özgür değil. Tek kanallı döneme geri dönüyoruz. Birçok kanal var ama tek zihniyet! İletişim fakülteleri kapanmalı bence” diye konuştu.
"Aydın Doğan da sıkıştırılmış bir medya patronu" diyen Tekelioğlu, "Büyük bir özeleştiri yapıyor kitapta. Fakat onun yaptığı özeleştiriyi kendi kurumları yapmadı. İktidarın patronlarını nasıl sıkıştırdığını anlatan belgeseli Doğan Medya Grubu yayınlamadı. Çünkü Aydın Doğan, etkisiz yetkili konumunda" ifadesini kullandı.
Zaman'dan Arife Kabil'in sorularını yanıtlayan (22 Kasım 2015) Tekelioğlu'nun açıklamaları şöyle:
Kitap, daha önce çektiğiniz ‘Persona non grada' belgeselinin geniş içerikli versiyonu. Belgeselde gazetecileri işten çıkaran isimlerin de görüşlerine yer verdiğiniz için eleştirilmiştiniz.
Bana getirilen eleştiri neden Aydın Doğan ile görüştüğüm çünkü Aydın Doğan, Türkiye'nin en büyük medya patronu. Çünkü biz patron medyasında çalışıyoruz. Merkez medya dediğimiz, birçok insanın görev aldığı ve kamuoyuna ulaştığı yer patron medyası. Patron olmadan, patronla konuşmadan bu sektörün analizi eksik kalırdı. Hem onunla konuşmak her zaman, her gazeteci için haber değil midir? Ona, ‘Penguen belgeselini neden gösterdiniz?' diye sormak bir gazetecinin sorusu olmamalı mı? Soru sormak aslında hep eleştiriliyordu Türkiye'de. Ben de Aydın Doğan'a soru sorduğum için eleştirildim. Ve burada kendiyle yüzleşmesi var. Onun buradaki açıklamaları önemli. İnsanların vergilerle sıkıştırıldığı için ekonomik olarak tasfiye yoluyla gittiğini anlatıyor.
‘Ya Bizdensin Ya Da...' kitabında 700 bin dolarlık evinden bahseden Derya Sazak da var, işten çıkarılınca Adana'ya ailesinin yanına gitmek zorunda kalan Fatih Yağmur da. İkisinin mağduriyetini aynı kefeye koymak anlamına mı geliyor bu?
Hayır tabii ki! Bu filmin farklı bileşenleri bir araya geldi sadece. Tezatları görmek lazım. Bu hiyerarşik yapılanmada patronlar da var, medya eliti olan yöneticiler de. Onların birbiriyle ilişkileri, zaaflardan nasıl nemalandıklarını görmek açısından bu kişileri dinlemek önemli. Yok ediş operasyonunda yer aldıktan sonra kendi mağduriyetlerini nasıl tarif ettiğini görüyoruz. Aslında bir emekçi muhabirin nasıl daha beter bir durumda olduğunu gösteriyorum. Örneğin Fatih Yağmur. Silah taşıyan MİT TIR'larını durduran savcı ve askerlere terörist dendi. Bu haberi ilk duyuran adliye muhabiri Fatih, gazetesinden atıldı. Açtığı Twitter hesabı kapandı. Sektörden atıldı ve Adana'da yaşamak zorunda kaldı. Ve Fatih Yağmur, Türkiye'nin en iyi adliye muhabirlerinden biridir. O, bu kitabın kahramanlarından biri. Kitabın çıktığı gün ne yazık ki gözaltına alındı.
Türkiye'nin en büyük medya patronunun yüzleşmesinden size yansıyanlar ne oldu peki?
Aydın Doğan da sıkıştırılmış bir medya patronu. Onun burada yalan söyleyip söylemediğine okuyucu karar verecek. Çünkü bir yandan, ‘Siyasî baskı yüzünden kimseyi atmadım.' derken, mağdur olan muhabirlerden birinin Radikal'den atılma sürecini görüyoruz. Yani burada kim ak koyun, kim kara koyun benim meselem değil. Buna okuyucu karar versin. Ben gazeteciyim, soru sorarım. Ve iyi ki Aydın Doğan benimle konuşmaya evet dedi. Büyük bir özeleştiri yapıyor kitapta. Fakat onun yaptığı özeleştiriyi kendi kurumları yapmadı. İktidarın patronlarını nasıl sıkıştırdığını anlatan belgeseli Doğan Medya Grubu yayınlamadı. Çünkü Aydın Doğan, etkisiz yetkili konumunda. Bu yüzden onun konuştuğu kitapla ilgili olarak hiçbir yayın kuruluşu haber yapmadı.
Bugün TV'ye kayyım atandığında ve STV karartıldığı anlarda buna yer vermeyen haber kanalları oldu. Doğan Medya da bu konuda eleştiriliyor.
Çünkü medya kuşatma altında. Bu kanallar kapatılamaz. Asıl önemli olan, dayanışma. Bu zulme karşı dayanışma. Türkiye, bu açıdan da bir kırılma noktası yaşıyor. Üzerimizde siyasî iktidarın inanılmaz bir baskısı var.
Sizin kitabınızda İpek Medya'dan bir ismin neden yer almadığı da sorulabilir. Baskıya mı yetişmedi?
Kitap baskıya gittiği anda oldu kayyım atanması olayı. Ben en azından önsözü güncelledim ama görüşme fırsatı yoktu. Bu kitap, yaşayan bir kitap oldu. Sürekli güncellemeler yapıldı. Kitap baskıdan önce okunurken Hürriyet'e saldırı oldu, Ahmet Hakan dövüldü, kayyım atandı vs... Kitap tam basıldığı sırada STV'nin Türksat'tan çıkarılacağı konuşuluyordu. Yani o kadar çok güncelledim ki kitabı, artık yapacak bir şey kalmadı.
‘Havuz medyası' diye tabir edilen merkez medya çalışanları ne durumda. Gözlemleme şansınız oldu mu?
Korkuyorlar. Korkunca da gazetecilik yapamıyorlar. Otosansür uyguluyor, kendilerine sunulan haberi sorgulamadan yapıyorlar. Şu an merkez medyada çalışan arkadaşlarımın hiçbirinin mutlu olduğunu sanmıyorum. Bana söyledikleri şey ise ekmek parası, ne yapalım! Ben aç kalma pahasına asla biat etmem. Ama onlara da saygı duyarım. Biliyorum ki benim gibi düşünen çok insan var merkez medyada. Evlerini geçindirmek istedikleri için oradalar.
Diğer tarafta da iktidar sözcüsü gibi diğer gazetecileri tehdit eden gazeteciler var…
Cem Küçük geliyor akla tabii. Ama onu ne zamandır tanıyoruz. Önceden var mıydı? Bu insanlara karşı bir soruşturma başlamadı. Oysa kendi görüşünü ortaya koyan bir sürü gazeteci cumhurbaşkanına hakaretten dolayı yargılanıyor. Sadece 2015 yılında tutuklanan gazeteci sayısı 18. Şu an Davutoğlu'nun ‘Basın, kırmızı çizgimizdir' dediği Türkiye'de 19 kanal bir gün içinde karartıldı. Sekiz yüz küsur insan işsiz bırakıldı. Kitabımı tanıttığım gün ilk, Samanyolu Haber Radyo'ya davet edilmiştim. Çok üzülerek gittim. Çünkü o sırada o kadar farklı insanların anlattıklarına tanık oldum ki... Bir arkadaşımız eşiyle çalışıyormuş o grupta. Ve dört aylık hamile. Eşiyle birlikte aynı anda işsiz kalıyor.
Bugün yaşananlardan, kitaptaki röportajlarınızdan yola çıkarak basının yakın geleceğinde ne görüyorsunuz?
Basın hep patron medyasıydı ve özgür değildi ama bu dönemin medyasında patron da özgür değil. Zannediyorum tek kanallı döneme geri dönüyoruz. Birçok kanal var ama tek zihniyet! TRT de Saray TV olarak karşımıza çıkar artık. İletişim fakülteleri kapanmalı bence çünkü sektör bitti. Bu sektöre insan yetiştiren iletişim fakültelerinde şu an en zor durumda olanlar öğrenciler. Çünkü sektör çok daraldı ve hiç umut kalmadı. Mesleğinde çok başarılı olan gazeteciler bile dışarıdayken... Yaklaşık 83 iletişim fakültesi var bu ülkede ve binlerce yeni mezun oluyor. Kurumlara ait gazetecilikten kurtulmak lazım belki de. Bağımsız gazetecilik yapılmalı. Belki internet gazeteciliği doğacak. Çok haber sitesi var ama başka türlü platformlar doğacak.
Yok ediş operasyonu sürecinde bazı sosyal medya hesapları güvenilirlik açısından ana akım medyanın önüne geçti diyebilir miyiz? Siz de sosyal medyada oldukça aktifsiniz...
Evet, gazetecilik böyle bir şey çünkü. Bugün çalıştığı kurumdan çıkarılmış ama binlerce takipçisi olan gazeteciler var Twitter'da. Sosyal medyayı kullanma oranı da giderek artıyor, özellikle gençler arasında. Çünkü onlar sorguluyor. Bu baskılar sosyal medyayı daha da güçlendirecek. Türkiye, şu an bir kırılma noktasında ama dünya basını da bir kırılma noktası yaşıyor aslında. Her şey internet üzerinden işliyor. Yurttaş gazeteciliği büyüyor. Paris'teki olaylarda insanların amatör kameralarla Periscope'ta canlı yayın yaptığını gördük. Bu durum haber alma ve verme özgürlüğünün de şeffaflaştığını gösteriyor.
‘Medyada hiçbir zaman birliktelik yoktu ama en azından diğer gazetelerden arkadaşlarımız vardı. Bir gazeteci işsiz kaldığında başka gazetelere gidebiliyordu.' diyorsunuz kitapta. Bugünü dünden ayıran ne size göre?
Bugün tamamıyla bir yok ediş operasyonu var. Bu operasyonda sadece gazeteciler değil, onların aileleri de kıyıma uğradı. Bu, şu demek: 2003'ten bu yana işsiz bırakılan gazetecilerin sayısı dokuz kat arttı. Sadece bugün bini geçti işsiz gazetecilerin sayısı. Burada gazeteciler susturuldu falan diyoruz. İşin o tarafına bakmasak. O işsiz gazeteci ailenin annesi, babası... Siz bunları gazetelerden atarsanız, başka bir meslek yapamazlar gazeteciler çünkü öyle bir şey değil gazetecilik...