Tüm bestelere ruhunu veren piyanist

Tüm bestelere ruhunu veren piyanist
“Yapıtı bütün olarak kavraması kadar içerisindeki ufacık detayı bile gözden kaçırmaması, yükseklerden uçarken gözleriyle ufukları kuşatan ama yerdeki en küçük canlıyı bile es geçmeyen kartalı andırır” diyor, efsanevi Rus piyano pedagogu Heinrich Neuhaus, dâhi olarak tanımlayıp, hiçbir şey öğretmesine gerek kalmadığını söylediği öğrencisi Sviatoslav Richter için. 1915’te, bugün Ukrayna sınırları içerisinde kalan Zitomir kentinde Alman baba ve Rus anneden doğan Richter, Odesa’da büyüdükten sonra 1937’de, Neuhaus’la çalışmak üzere Moskova Konservatuvarı’na girer. Neuhaus, “Hayatım boyunca kapımı çalmasını beklediğim öğrenci buydu işte” diyor Richter için, “Seslendirdiği besteci Bach veya Şostakoviç, Beethoven ya da Skryabin, Schubert ya da Debussy, kim olursa olsun; o esnada diriltip yeniden yaşama kavuşturduğu besteciyi karşısında buluveren dinleyici, onun o harikulade dünyasına sığınır.” Sadece hocası Neuhaus değil, müzik dünyasının büyük isimlerinden birçoğu, büyük hayranlık besledikleri Richter’i apayrı bir yere koyarlar. Örneğin, Glenn Gould’a göre Richter, zamanımızın müzik alanındaki en güçlü iletişimcilerinden biriydi. 1958 yılında SSCB’de verdiği bir resitalde Van Cliburn’u ağlatan Richter için ünlü ABD’li piyanist, “Hayatımda dinlediğim en güçlü piyano çalımı” yorumunu yapar. Dimitri Şostakoviç’in, “Müzik sanatının tüm zorluklarının üstesinden gelir” dediği Richter, Vladimir Horowitz’e bile “Rus piyanistler içinde tek sevdiğim var, o da Richter” dedirtebilmiştir. Richter, ölümünden dört yıl önce, 1993 yılında, 78 yaşındayken İstanbul’a gelmiş ve CRR’de üst üste iki gece unutulmaz saatler yaşatmıştı bir avuç şanslı müziksevere. J.S. Bach, Beethoven ve Schubert’ten oluşan bir program sunan Richter, ertesi akşam tamamen Grieg’in lirik parçalarından oluşan bir resital vermişti, tamamen karartılmış sahnede, önündeki notaları aydınlatan 40 W’lık bir ampulün ışığı altında. O konserlerden sonra aklıma düşen sorular; maestronun neden sahneyi kararttığı, neden tüm eserleri notaya bakarak çaldığı ve neden konser sonrası kulise kimseyi kabul etmediğiydi. Geç dönemine doğru adet edindiği, notasız çalmaması, hafıza kaybı yaşadığına bağlandı hep. Oysa farklı bir izah getiriyor bu tercihine Richter: “Konserlerimde notayı daima önümde tutuyorum. Hafıza sorunu yaşadığımdan değil, iyi bir dostumun vaktiyle beni çok etkileyen bir sorusu üzerine bu kararı aldım. ‘İyi Düzenlenmiş Klavye’yi ezbere çalıyorsun, iyi güzel ama bu Bach’a karşı haddini bilmezlik olmuyor mu?’ Düşündüm de dostum haklıydı, benimki gerçekten haddini bilmezlikti.” Richter’i dinleyene kadar... Maestronun dinleyicilerine yönelik umursamaz tavrının izahı da o konserlerden yıllar sonra okuduğum bu söyleşide saklıymış meğer: “Sadece dinleyici için çalacak kadar fedakâr bir insan değilim. Hayır, her şeyden önce ben kendim için çalarım. İyi bir şeyler çıkarsa ortaya, dinleyici de payına düşeni alabilir. Bir keresinde, ünlü bir müzikolog, bana sormuştu: ‘Sahnede çalarken neden her seferinde etrafınıza görünmez duvarlar inşa ediyorsunuz? Dinleyicinizi neden sevmiyorsunuz?’ Cevabım şuydu: ‘Çünkü beni ilgilendirmiyor, açıkçası umurumda bile değil.” Dinleyiciyi umursamaz görünen Richter, arkasından gelen şu soru-cevapla aslında dinleyicisini pekâlâ önemsediğini itiraf etmiş olmuyor mu? “Bana şu soru çok sık sorulur: ‘Dinleyici sizi tatmin etti mi?’ Ama bence asıl önemlisi, dinleyicinin beni tatminkâr bulup bulmadığı.” Piyanoda yorumculuğun erişilmez zirvelerinden Sviatoslav Richter, EMI firması için yaptığı tüm kayıtların bir kutuda bir araya getirilmesi vesilesiyle tekrar gündemimize geldi. Bach ve Händel’den başlayıp, 20. yüzyıl klasiklerine uzanan o kadar geniş bir repertuvarı vardı ki Richter’in, ardında geniş bir diskografi bırakmış olmasını yadırgamamak gerekiyor. Ama bu diskografinin, sanatçının kariyerinin ilk yıllarında yapılan önemli stüdyo kayıtları hariç, aslan payını, sonraki yıllarda konserler sırasında yapılmış kayıtlar oluşturuyor. Richter’in SSCB’nin koruyucu kanatlarından kurtulup, kendini Batıya tanıtabilmesi 1960’ı buluyor. (Sovyet müzisyenler o yıllarda görücüye çıkar gibi ABD ve Avrupa’yı ziyaret ettikleri sıralarda Emil Gilels’in, kendisi hakkında övücü konuşanlara dönüp, alçakgönüllülükle, “Richter’i dinleyene kadar bekleyin” dediğini hatırlayalım.) Hapis ortamından kurtulur kurtulmaz, 1961 Ağustos’unda çıktığı ilk İngiltere turnesinde, EMI firması ile kayıt anlaşması yapan Richter, bu firmayla bağını 1980 yılına kadar sürdürür. İşte, EMI’nin yıllar sonra, tam 14 CD’de toplayıp geçenlerde ‘Icon’ serisinden piyasaya sürdüğü ve yolu Türkiye’ye de düşen toplu kayıtlar, efsanenin bu etiket altında yirmi yıl içinde çıkardığı tüm icraları hayranlarına derli toplu ve çok uygun bir fiyattan sunuyor.